70. Yılında 3 Mayıs 1944 Türkçülük Şahlanışı

93

 

Tanzimatla dil, edebiyat ve tarih alanlarında başlayan ilmî Türkçülük, 20. Yüzyılın başlarında yayınları ve teşkilatları ile toplum hayatımızda örgütlü ve etkili bir konuma gelmiştir. Devlet yönetiminin benimsediği siyasi akımlardan önce Osmanlıcılık ve ardından İslamcılığın meydana gelen gelişmeler sonucu iflas etmesi üzerine Türkçülük akımı Türk aydınının önünde en önemli seçenek haline gelmişti.

Millî Edebiyat’ın oluşumu, Türkçenin sadeleşmesi, millî ruh ve heyecanın doğması, Çanakkale mucizesi ve sonunda Kuvva-yı Millîye ruhunun doğması, 2. Meşrutiyet’le Mütareke dönemi arasındaki(1908-1918) milliyetçilik alanındaki çalışmaların ve siyasi gelişmelerin bir sonucudur. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını, “Ya istiklâl, ya ölüm!” parolasıyla vatanın kurtarılması azim ve kararlılığıyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran moral gücün kaynağı da oluşan bu millî ortamdır.

Askeri Lise yıllarında Namık Kemal’in “vatan ve hürriyet” ülküsüyle yazdığı şiirlerden vatan sevgisini besleyen Mustafa Kemal, ardından Tevfik Fikret’in ve Mehmet Âkif’in “Batı’nın ilmini ve fennini alarak muasır medeniyetler düzeyine ulaşma” düşüncesinden etkilenmiştir. Düşünce dünyasının son yapı taşları ise Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in Türk dili, edebiyatı ve Türkçü millet yapılanması üzerindeki düşünceleridir. Böylece Mustafa Kemal’i “Atatürk”  yapan; “bağımsız bir vatan üzerinde her türlü hak ve hürriyetine sahip medenî bir millet ve üniter yapıda millî bir devlet” kurma düşüncesi oluşmuştur. 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, bu düşünce temeline oturmaktadır.

“Göktürkler”den sonra Türk adını taşıyan ikinci Türk devletini kuran Atatürk, Cumhurbaşkanlığı yaptığı 1923-1938 döneminde özellikle Türk dili, edebiyatı,  tarihi ve kültürü ile ilgili ilmî çalışmalara öncülük ederek Türk kimliğinin ortaya çıkmasına ve oluşumuna büyük katkıda bulunmuştur.Yalnız Atatürk’ün sağlığının iyice bozulduğu son yıllarında komünizm düşüncesini benimseyen bazı aydınlar ve bürokratlar, sessiz ve derinden devlet kadrolarına sızmaya başladılar. Bu dönemde dünyada da büyük siyasi gelişmeler oldu. Almanya’da Hitler’in Nasyonal Sosyalist hareketi, İtalya’da Mussolini’nin  Faşist hareketi iktidara gelmişti. Bu arada 10 Kasım 1938’de Atatürk vefat etti ve İsmet İnönü Cumhurbaşkanı oldu.

Hitler’in, üstün cermen ırkını dünyaya egemen kılma hayali, 2. Dünya Harbi’ni tetikledi. Almanya-İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu mihver devletler, bu harbin öncüsü oldular. Özellikle Alman orduları Polonya’dan başlayarak bütün orta ve doğu Avrupa ülkelerini işgal etmeye başladı. Bunun üzerine önce İngiltere ve Fransa, sonra Amerika ve Almanların saldırı üzerine Rusya’nın da katılımıyla mihver devletlerinin karşısında bir ittifak bloku oluştu. İkinci Dünya Harbi, bütün dünyayı sardı.

Alman orduları son olarak Yunanistan’ı da işgal ederek Türkiye sınırlarına dayandılar. Bu durumda Almanlara şirin görünmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu 5 Ağustos 1942’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada : “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız! Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar,  aynı zamanda bir vicdan ve kültür meselesidir” dedi.

Bu arada komünistler Türkiye’deki faaliyetlerini arttırmışlardı. Rusya, müttefik devletler safında oldukça güçlenmişti. Türkiye üzerindeki geleneksel emelleri olan Kars ve Ardahan’ı almak Boğazlar üzerinde egemen olmak istiyorlardı. Almanlar yavaş yavaş her cephede kaybetmeye başlamışlardı.  Bu yüzden Türk hükümeti, bu defa da Ruslara şirin gözükmek için komünistlerin devlet içindeki kadrolaşmalarına ve faaliyetlerine göz yumuyorlardı. Milliyetçilere ise hayat hakkı tanımıyorlardı.

O dönemde komünistlerin karşısına tek başına çıkma cesaretini Atsız gösterdi. Atsız çıkardığı Orhun dergisinin 1944 Martında yayınlanan 15. Sayısında Başbakan  Şükrü Saraçoğlu’na “Sayın Başvekil, hem Türkçü, hem de Başvekil olduğunuz için bu açık mektubu yazıyorum” diye başlayan bir mektup yazdı. Saraçoğlu’na yaptığı konuşmayı hatırlatan Atsız, mektubunda “Fakat aradan bir buçuk yılı aşan bir zaman geçtiği halde biz, bu Türkçülüğün iş alanına geçmediğini görmekten doğan bir sıkıntı içindeyiz. Fikirler iş haline geldiği zaman mânalanır, buna Ülkü deriz. İş haline gelmeyecek fikirler ise ham hayalden başka bir şey değildir. Yetmiş yıldan beri işlene işlene bugünkü durumuna erişen kuvvetli Türkçülüğün artık tatbikat alanında da kendisini göstermesi zamanı elbette gelmiştir” diyordu.

Atsız açık mektubunda daha sonra “Esefle söylemeye mecburum ki, Türkçülük nazariyat safhasında kalmaya devam ederken, bu milletin ve bu ülkenin düşmanı olan solcu fikirler bazen sinsi, bazen açık yürüyerek propagandasını yapmaya devam ediyor”  dedikten sonra komünistlerin çeşitli eylemlerinden örnekler veriyordu.  Bu açık mektup, memlekette bir bomba etkisi yaptı. Herkes Orhun dergisinin kapatılmasını bekliyordu, fakat dergi kapatılmadı.

Bunun üzerine Atsız, Orhun dergisinin 1944 Nisanında yayınlanan 16. sayısında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na ikinci açık mektubu yazdı. Atsız bu mektupta “Bizim Anayasamıza göre komünizm Türkiye’de yasaktır. Ve devletimiz milliyetçi bir devlettir. Türk ırkının hususi yapısına, ahlakî ve millî temayüllerine aykırı olan komünizmi Türkiye’ye sokmak isteyenler millet bakımından soysuz ve namert oldukları gibi, kanun nazarında da haindirler. Hiçbir millet kendi yapısına düşman saydığı fikirleri kendi ülkesinde yaşatmaz” diyordu.

Mektubun devamında ise başta Maarif Vekaleti olmak üzere Türkiye’de çeşitli devlet kadrolarında istihdam edilen komünistler ve bunların faaliyetleri hakkında bilgiler veriliyordu. Özellikle de 1931 yılında Konya’da Atatürk ve ismet Paşaya hakaret eden bir yazısından dolayı 14 ay hapse mahkum edilen ve buna rağmen Maarif Vekaletine bağlı Türk Dil Kurumu üyeliğine ve Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyeliğine atanan Sabahattin Ali üzerinde duruluyordu. Ayrıca Perev Naili Boratav, Sadrettin Celal gibi öğretim üyelerinin ve Ahmet Cevat gibi bir milletvekilinin, bazı okullardaki bazı öğretmenlerin komünizmi destekleyici faaliyetleri belirtiliyordu.

Bu ikinci açık mektuptan sonra  milliyetçi kamuoyu, komünizmi ve komünistleri protesto eden gösteriler yapmaya ve devlet yöneticilerine protesto mektup ve telgrafları göndermeye başladı. Bu gelişmeler iktidarın tedirgin olmasına ve CHP’de Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in bakanlığındaki sol faaliyetler nedeniyle eleştirilmesine yol açtı. Önce Atsız Boğaziçi Lisesi’ndeki Edebiyat Öğretmenliği görevinden alındı. Sonra Sabahattin Ali, çevresinin de teşvikiyle ikinci açık mektupta yer alan “vatan haini” ifadesinden dolayı Atsız’ı mahkemeye verdi.

Atsız, aleyhine açılan hakaret davasının duruşmalarına katılmak üzere Ankara’da gitti. Daha Ankara Garında milliyetçi gençlerin nümayişiyle karşılandı.”Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası”nın ilk duruşması 26 Nisan 1944 günü yapıldı. Milliyetçi gençler Adliye binasını ve duruşma salonunu doldurmuşlardı. Mahkeme heyeti duruşma salonuna pencereden girmek zorunda kaldı. Duruşma 3 Mayıs 1944 tarihine ertelendi.

Bu duruşmaya milliyetçi gençler alınmadı. Fakat çok sıkı  emniyet tedbirleri alınan Adliye binası milliyetçi gençler tarafından doldurulmuştu.  Gençlik Atsız’ı büyük bir coşkunlukla alkışlıyor, lehinde tezahürat yapıyordu. Kısa bir süre sonra bu heyecan fırtınası bütün Ankara sokaklarını sardı. “Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası” artık basit bir dava olmaktan çıkmış, millî bir dava haline gelmişti.

Bu olaylarda başta Osman Yüksel Serdengeçti olmak üzere bir çok milliyetçi genç gözaltına alındı ve feci şekilde dövüldü. Nihal Atsız tevkif edildi. “Sabahattin Ali- Nihal Atsız davası”nın 9 Mayıs 1944’te yapılan karar duruşmasında Atsız, Sahattin Ali’ye hakaretten 6 ay hapse mahkum oldu. Fakat “millî tahrik” bulunduğu gerekçesiyle ceza 4 aya indirildi ve tecil edildi.

14 Mayıs 1944 tarihinden sonra  Atsız’la mektuplaşan, konuşan ve Orhun dergisini okuyan Nejdet Sançar(Atsız’ın kardeşi), Zeki Velidi Togan, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu ve Fazıl Hisarcıklı gibi milliyetçi öğretmen, doktor, subay ve ilim adamlarının evleri arandı. 18 Mayıs 1944 günü yayınlanan resmi bir tebliğle Atsız ve arkadaşları, “Irkçılık ve Turancılık” gayesi gütmek, kurulu nizamı yıkmaya matuf gizli teşkilat kurmak ve anlaşmalar yapmakla suçlandılar.

19 Mayıs 1944 günü yapılan Gençlik Bayramı töreninde bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını çok ağır dille suçladı. Bu nutkun ardından yurt sathında bir milliyetçi avı başladı. Birçok milliyetçi üniversite genci gözaltına alındı ve çok ağır işkencelere maruz bırakıldılar. Bunların çoğu üniversiteden atıldı. Birçok milliyetçi, öğretmen, doktor, mühendis,  subay, memur ve ilim adamı tevkif edildi. Bunların çoğu “Tabutluk” adı verilen bir insanın ancak ayakta durabileceği genişlikteki ve tepesinde 1500-2000 mumluk ampullerin bulunduğu hücrelerde insanlık dışı işkencelere maruz bırakıldılar.

İşte bu muamemelere maruz kalan, fakat fikirlerinden ve ülkülerinden bir adım geriye atmayan  “Irkçılık ve Turancılık davası”nda yargılanan 23 onurlu Türk milliyetçisi şunlardır:

Nihal Atsız, Nejdet Sançar(Atsız’ın kardeşi), Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun, Hasan Ferit Cansever, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, İsmet RasinTümtürk(Cenap Şahabettin’in oğlu), CihadSavaşfer, Zeki Sofuoğlu, Muzaffer Eriş, Hikmet Tanyu, Said Bilgiç, Cemal Oğuz Öcal, Cebbar Şenel, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, Fehiman Altan, Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, Yusuf Kadıgil, Heybetullah İdil.

Bunların dışında tutuklanıp çeşitli işkencelere tabi tutulduktan sonra serbest bırakılan Türk milliyetçileri ise şunlardır:Osman Yüksel Serdengeçti, İlhan Egemen Darendelioğlu, Said Sadi Danişmendgazioğlu, Şevki Ersoy, Ziya Özkaynak, Mehmet Külahlıoğlu ve Necdet Özgelen.

Atsız ve 22 arkadaşı hakkında açılan “Irkçılık ve Turancılık davası”nın ilk duruşması 2 Eylül 1944 tarihinde yapıldı. Haftada üç gün olmak üzere 65 oturum devam eden bu davada Atsız ve arkadaşları, İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Savcısı Kâzım Alöç’ün ağır ithamlarına karşı, asla taviz vermeden fikirlerini savundular. Bu davanın duruşmaları 29 Mart 1945 tarihinde tamamlandı.  Nihal Atsız, 6,5 yıl hapse mahkum oldu, fakat mücadeleyi bırakmadı, kararı temyiz etti.  Askeri Yargıtay da kararı esastan bozdu.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, nasıl Çanakkale Zaferi olmasaydı, Mustafa Kemal, o olmasaydı 9 Eylül 1922’de başarıyla sonuçlanan Kurtuluş Savaşı kazanılamazdı. 3 Mayıs 1944’teki Türkçülük şahlanışı olmasaydı, bugün Türk milliyetçiliği fikri bölücü vatan haini güçlerin önünde sarsılmaz bir kale gibi duramazdı. 3 Mayıs 1944, bütün zor günlerde Türk milliyetçilerinin nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteren bir yol haritasıdır. Bugün hiçbiri hayatta bulunmayan 3 Mayıs 1944’ün kahramanları Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşlarını rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.

 

 

Önceki İçerikAhlat’ın Düşündürdükleri
Sonraki İçerikVeremez miydin
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.