21nci Yüzyılda Türkiye

111

 

21. yüzyılda nasıl bir Türkiye sorusu gündemin ön maddelerindendir. Nasıl bir Türkiye’nin cevabı farklı bakış açılarına göre değişebilir.

Bazı çevreler ve ülkeler kendi siyasi, kültürel ve ekonomik çıkarlarını en çoklaştırabilmek için içeride birbirleriyle uğraşan, dış sorunlara vakit ayırmayan, enerjisini birbirlerine karşı tüketen yeni tip kamplaşmalar (Asker-Sivil-Laik-İslamcı-Halk-Aydın-Demokrat-Cumhuriyetçi) açık milletleşme sürecinden geriye sosyolojik anlamda kalabalıklaştırılmış boy, kabile, aşiret ve mezhep gibi millet altı unsurların bütünle çatıştığı, çatıştırıldığı milli seviyedeki “Biz” şuurunun yerini dar çerçevede “Biz” şuurunun aldığı bir Türkiye isteyebilenler (Yeni kabilecilik)

Türk kültürünün Orta Asya’dan Anadolu’ya getirdiği kültür ve medeniyet anlayışı dışlanabilir. Sadece Anadolu’da eski ve yeni bulunanlarla karışmış bir kültür ve medeniyet olarak takdim edilebilir milli devletlerin ortadan kalktığı bazı konuların milli sınırları aşarak düşünülüp tartışıldığı – Avrupa’da Almanya Dünyada ABD aksi birer örnek teşkil etmesine rağmen iddiaları ortaya atılabilir. Coğrafyaların vatansızlaştırılması fert ve devletin mutlaka çatışması gerektiği tezlerinden hareket edenler parça ve bütünün mahalli kültür ve özelliklerinin milli kültür ve milli kimlikle çatışacağı varsayımlarını ileri sürebilirler.

İcrada ortaya çıkan yanlışlara dayanarak devletin kutsal olamayacağı söylenebilir. Her şeyin faturası devlete çıkartılabilir. Üniter devlet ve milletin altına “çok kültürlülük” dinamitinin konduğu ortamdayız. Önümüzdeki tuzakları, bu tuzakların değişen yüzünü vitrinini keşfedebildiğimiz dünyaya açılarak olup bitenleri görebildiğimiz oranda çok değişik tipleri tuzakları aşabiliriz. Böylece Türk nesilleri kendilerine emanet edilen bu Cumhuriyeti yüzyıllar boyu sürdürebilirler.

Türkiye 21.nci yüzyılda Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden taviz vermeden ancak dünya ve Türkiye dinamiğini iyi yorumlayarak hareket etmek zorundadır.

Rahatsız edilmeye müsait bir coğrafyada yeni yüzyılı karşılayan Türkiye Milli Mücadele ve kurtuluş savaşı ile büyük bir bedel ödemiş, fedakârlıklar yapmış ve Osmanlıdan Milli Devlete geçmiştir. Ancak milletleşme sürecinde ortak mutabakatların meydana çıkarılmasında sorunları henüz aşmış değildir. Bu yapı Türkiye’yi ikili kamplaşmaya kolayca itebilmektedir.

89 yılına giren Cumhuriyetimiz İslam ve Demokrasinin uyuşabileceğini gösteren laik bir hukuk devletidir. Bölgesinde ender görülen bir demokrasi ülkesidir. Zaman zaman demokrasi inkitalara müdahalelere uğramasına rağmen demokrasi oldukça müesseseleşmiştir. Her demokraside görülebilecek sorunlar Türkiye’de de vardır. İnsan hakları ihlalleri ve işkence kurumlaşmış değildir. Dünya’da bunlara karşı nasıl mücadele ediliyorsa Türkiye’de de aynı şeyler yapılmaktadır.

Türkiye’nin 21.nci yüzyılda sahip olacağı vizyonu bozabilecek örnek ve engeller;

1-Türk milletine mensup olma şuurunu reddeden bölücü siyasi Kürtçülük ve mikro ırkçılık Türk Milleti dışında millet ve hakların bulunduğu görüşü kültürel haklar ile kamufle edilmektedir.

2-İslami kullanan, vatan, bayrak ve sınır tanımayan millet ve milliyetçiliği reddeden Cumhuriyete karşı radikal İslamcı çevreler (Bu çevreler çoğu kere bölücü akımlar ve fraksiyonlarla işbirliğine girebilmektedirler)

3-Türkiye Cumhuriyetinin üniter millet ve devlet olarak yanlış kurulduğunu demokrat olmadığını dile getiren Türk kimliğine, laikliğe soğuk bakan cumhuriyet düşmanlarına zemin hazırlayan ve kendilerini ikinci cumhuriyetçi olarak ilan eden çevreler

4-Türkiye Cumhuriyetini kuran iradeye bağlı olanları, statükocu ve muhafazakarlıkla suçlayan romantik bir özgürlükçülük, sınırsızlık, müdahalesizlik peşinde olup ferdi aşırı bir şekilde kutsallaştıran misyonları itibariyle yukarıdaki gruplara adeta hayat hakkı tanımakla uğraşan bazı liberal çevreler

Demokratik bir ülkede bu ve benzeri guruplar olabilir. Herkesin her şeyi aynı şekilde düşünmesi de gerekmeyebilir. Ancak bunlar Türkiye Cumhuriyeti için reddedilemez ortak temel esasları hedef almaktadırlar. Çoğu kerede görüşlerini insan hakları demokratikleşme kültürel çoğunluk örtüsü altında gizlemektedirler.

Türkiye’nin görüntüsü ve rolünün daha etkili hale getirilmesi için aşağıdaki tespit ve teklifler düşünülebilir.

Türk Cumhuriyetleri ve özerk Türk bölgeleriyle ilişkiler gözden geçirilmeli TİKA ve bu konuda çalışan vakıflar (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı) gerekli desteğe kavuşturulmalıdır. Türk Cumhuriyetleri ile “DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK” sağlamanın yolları mutlaka aranmalıdır.

Türkiye’nin tanıtılması önce içerden başlamalı Türk aydını ve bürokratı kullanılabileceği vasıtaları fark edebilmeli ve gerekli yerde kullanabilmelidir. Talep edilen değil talep edebilen bir anlayış ve caydırıcılık esas alınmalıdır.

Türkiye de gelir dağılımında ki bozuklukları gidermek için gerekli tedbirler alınmalı ve mantıki ölçüler içinde “SOSYAL DEVLET” anlayışından vazgeçilmemelidir.

Türkiye sosyal yapısı itibariyle oldukça homojen bir yapıya sahiptir. Böyle bir yapıda çok kültürlülük tartışmaları yerine Türk Milletine mensup olma şuuru geliştirilmelidir. Türkiye federasyon tartışmalarının yapılabileceği sosyal bir laboratuvar değildir. Türkiye Cumhuriyeti üniter ve milli bir devlet olarak kurulmuştur.

Dünyanın neresinde Türk unsuru ve akraba topluluklara varsa, Türkiye Cumhuriyetinin onlarla ilgilenmesi en tabii ve insani hakkı ve görevidir. Bu görev TRT yoluyla eksiksiz yerine getirilmelidir.

Yolsuzluğun, kanunsuzlukların adalet dağıtımının gecikmesinin hatta adaletin bağımsız olmadığının sık sık konuşulduğu ülkemizde yargının tüm yaptıklarını işe yaramaz hale getirmek olarak algılanabilecek bu tablo akla şu soruyu getiriyor. Yargının yaptığı her şey yasamanın siyasal omurgalı müdahaleleri ile yıkılan veya tersyüz edilen bir yargı hangi şevkle ve azimle iş yapacak sonuç üretecektir.

Demokrasi, milliyetçilik ve cumhuriyet umdeleri 21. yüzyılda vazgeçemeyeceğimiz temel prensiplerdir. Bunlar birbirini tamamlar ve biri diğerine tercih edilemez.

Türkçe Bayrağımız gibidir. Türkiye de hiç bir ciddi devletin yapmadığı ölçüde ana dil dışlanmakta ve ikinci plana itilmektedir. Yabancı teknik kavramlar karşılığı zamanında bulunmadığı için Türkçe gerektiği gibi zenginleşmemektedir. Bilhassa yüksek öğretimde dünyanın hiçbir ciddi devletinde görülmeyecek tarzda yabancı dilde eğitim ve öğretim yapılmakta verimsiz ve hedefsiz bir karmaşa sürdürülmektedir. Yabancı dil öğrenmenin gerekliliği ile yabancı dilde eğitim ve öğretim arasındaki fark hala anlaşılabilmiş değildir.

Milli tarih anlayışımız gözden geçirilmeli, Cumhuriyetimizin 89. ve Osmanlının 700, yıl dönümlerindeki anlayış ve bütünlük sürdürülmeli tarihe bir bütün gözüyle bakabilmeliyiz.

Özetle gelecek yüzyıla doğru adım attığımız şu sıralarda görülen tablo gelişmiş ülkeler bütün kozları ile sermaye, teknoloji haberleşmenin kontrolü beslenmeden giyinmeye müzik anlayışına kadar kültürel etkileri ile dünyayı şekillendirdikleridir.

Böyle bir dünyada önce Türkiye diyenler düşen görev farklı görüş ve meslek sahibi kesimler arasındaki milli mutabakatları geliştirmek ve güçlendirmektir.