21. Asrın Başında İnsanların Huzursuzluğu

96

Yıl 2011 yirmibirinci asrın başındayız. Bu asrın çocukları olmakla övünüyoruz. Maddenin bütün sırlarını keşfettik, her şeyi faydaya, paraya tahvil ettik. Suya, beyaz kömüre siyah elmas dedik. Petrole de damarlarımızdaki kan dedik. Bunları enerjiye, ışığa harekete çevirdik.

Bu gün göklerde uçuyoruz. Aya yıldızlara ulaşmaya çalışıyoruz. Geçmişin mucizeleri hakikat oldu. Zaman ve mekândan kurtulamadıksa da ona hükmettik. Geceleyin gökyüzünde parlayan bize meçhul âlemlerin hayalini veren yıldızlar bile şimdi bilgimiz altındadır. Bu işle uğraşan âlimler bir düğmeye basmakla uzayda harekete geçiyor. Bütün bu teknolojiye rağmen, insanlarda huzur yok. Karanlıklar içindeyiz. Bu buhranlar, bu hüsranlar nereden geliyor bunun tek bir cevabı var her şeyi biliyoruz. Fakat kendimizi bilmiyoruz. İnsan denilen varlık meçhul olmakta devam ediyor.

Yunus Emre:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin ya nice yaşamaktır.

İnsan denilen meçhulü tanımadan, kendimizi keşfetmeden evvel, bütün bu harici âleme ait bilgilerimiz bize ancak felaket getirmiştir. Çünkü hareket noktası olarak insan, insanlık alınmamıştır.  

“İnsan yeryüzünde Allahın halifesidir” diyen ve böylece bütün kâinatı insana, insanlığa doğru çeken görüşler bir tarafa atılmış hatta bu görüşlerle ortaçağ zihniyeti diye alay edilmiştir. Asrımızın buhranı geçirmekte olduğumuz bütün felaketler yapılan keşiflerin insanın mahiyeti insanlığın saadet ve huzuru düşünülmeden yapılmış olmasından ileri geliyor.

Hele bu keşiflerin menfaatçi insanların elinde ne hale geldiğini nasıl su istimal edildiğini beşeriyetin helakını nasıl hazırladığını biz 21. yüzyıl çocukları gözlerimizle gördük. Harp vasıtalarının tekâmülü atomun icadı ve bu büyük keşfin ilk olarak insanlığın yok edilmesi için nasıl kullanıldığını düşünürsek müspet ilmin gittikçe bir musibet ilim haline geldiğine inanmamak elimizden gelmez. Bu gün bir Atom bombası bir anda insanlığı yok ediyor.

Son zamanlarda Arap baharı diye adlandırılan fakat aslında o ülkeleri zapdetmek ve petrole hükmetmek için AB ve ABD’nin başlattığı bir sömürü savaşıdır. Bu savaşın başında da iktisadi sebepler gelir. Enerjinin enerjiye çevrilmesi için inkişaf eden, gelişen büyük sanayi üretimi artırdı. Avrupalılar ve ABD kolayca bol miktarda ürettikleri mamul eşyanın ham maddesini tedarik ve bu eşyayı satmak için pazarlar aradılar. AB devletleri arasında bu Pazar arama mal satma işi müstemlekeciliğe hız verdi ve binlerce kilometre uzakta Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerine demokrasi getirme hevesi işgalleri doğurdu.

Böylece gittikçe dünyaya hükmetme ve dünyayı yönetme hevesleri kabaran büyük sanayileşmiş devletlerin yanında gittikçe enayileşen bir devletler gurubu daha doğrusu Devlet dahi kuramayacak kadar fakirleşen sefil insanlar kalabalığı meydana geldi. Asya’nın, Afrika’nın servetleri işgalciler tarafından AB’ye ve ABD’ye taşındı. İktisadi Kudretlerini kaybeden insanlar siyasi kudretlerini ve istiklallerini de kaybettiler. Birer müstemleke devlet haline geldiler. Dışarıda müstemlekeciliği, emperyalizmi körükleyen büyük endüstri hareketleri içeride amele- patron kavgalarına yol açtı. Şark milletlerini derisine kadar yüzen AB ve ABD bu suretle çaldıklarını yığdığı serveti yiyemedi.

Bu gün kıtalar üzerine çöken zifiri karanlık mağara devirlerinin karanlığından daha müthiştir. Etrafımızda parlayan ışıklar gecelerin gündüze dönüşü bu motor gürültüleri bu sonsuz sürat bu projektörler içimizdeki karanlığı aydınlatmaya yetmedi.

Medeniyet Akif’in dediği gibi “tek dişi kalmış bir canavardan ” farksız her gün Kuzey Afrika ve Orta Doğuda ki işgaller her gün iktisadi buhranlar kendi üye devletlerini de bitirmek üzere hükümetler istifa ile el değiştiriyor. Ekonomik kriz beklenmedik bir şekilde Avrupa’yı da kökünden sallıyor. Kıtalar kıtalara, milletler milletlere, insanlar insanlara girmiş herkes herkese düşman kimse kimseye inanmıyor. Herkes herkesten şikâyetçi. Devletler devletlerden, insanlar insanlardan, idare edilen idare edenlerden, amirler memurlardan, memurlar amirlerden, iktidar muhalefetten, muhalefet iktidardan, karı kocadan, koca karısından, hoca talebesinden, talebesi hocasından, babalar çocuklarından çocuklar babalarından, ev sahibi kiracıdan kiracı ev sahibinden, amele patrondan, patron ameleden şikayetçi.

İşin en feci tarafı yirmibirinci asrın insanı kendinden şikâyetçi kendi kendisiyle bir çıkmazın içinde. Ne kadar zengin olursak olalım, ne kadar yükselmiş bulursak bulunalım hepimiz halimizden şikâyetçiyiz. Şükür yok küfür çok kanaat yok ihanet çok aileler çekilmez bir endişe içinde içerde kızlar koca bekler, dışarıda orospu kovalar erkekler. Evlenme yok, eğlenme çok. Dünyanın hiçbir yerinde huzur kalmadı. Birlemiş Milletler ideali bir cennet hayali oldu. Orada kafa çekilir, nutuk çekilir, veto çekilir. Fakat bu dert çekilmez artık. Bu nutuklar, bu vetolar ancak gazetelerin işine yarar başka bir işe yaramaz.

Buhran! Buhran! Buhran! İçerde buhran dışarıda buhran insanlarda, milletlerde, ailelerde bizzat fertlerle kendi içimizde sonsuz buhran ve hüsran.

Eski bir söz vardır ” her yol Roma’ya çıkarmış” Roma’yı yıkan budur. Şimdi fakir devletlerde bütün yollar ABD’ ye ve Washington’a çıkıyor.

Bütün yollar Allah’a çıkmadıkça bütün insanlar Allah yolunda birleşmedikçe dünya huzura kavuşamaz. Bu sözde birleşmeler, antlaşmalar hep yalan hep boş bizi ve bütün insanları kol kol, yol yol ayıran nedir? İmansızlık, Allahsızlık Allah’a giden yollarımıza kim durdu? Bizi can evimizden kim vurdu?

Allahsızlar, imansızlar, Ahlaksızlar, maddeciler, menfaatçiler, mideciler, sömürgeciler bu mukaddes yolu servetler, şöhretler, apartmanlar bizzat kendimizin varlığı nefsimiz kesiyor tıkıyor. Nefsimizde dahil bütün bu şer kuvvetlerle mücadele etmedikçe Allahın ve Peygamberin dediği yoldan gitmedikçe kurtuluş yoktur, huzur yok, sulh ve selamet yoktur.