2017 Referandumunun Sonucu Şudur: Orantısız Başarı, Buruk Sevinç

72

Uzun soluklu, altmış günlük, maraton bitti. Referandumu “Evet”çiler kazandı. Sonuç, memleketimize hayırlı olsun.

Referandum, şüphesiz, Türk siyasi tarihi açısından çok önemli bir aşama. Parlamenter yönetim sisteminden, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. İki yıl içinde uyum yasaları hazırlanacak. Yürütmenin yükü ağır, hükümet ve vekiller çok çalışmak zorunda.

Siyasiler, bugüne kadar çok ağır laflar ettiler. İddiaları, gece ve gündüz kadar, siyah ve beyaz kadar birbirinden uzaktı. Vatandaşın kafası karıştı. Birçoğu, benim gibi, “Havet”çi olmayı tercih etti. Ancak, “Havet” diye bir seçenek yoktu.

Sonucun, hayır mı şer mi olacağı ilmine sahip değiliz. Söylenenlere, bir ümitle, inandık. Yarınların sahibi, Allah’tır.

Görme sınırımızı, bulunduğumuz konum belirliyor. Benim bulunduğum yerden gördüğüm şudur: Orantısız bir başarı, buruk bir sevinç.

Evet ve hayır cephesinde yer alanlar, orantısız güce, imkâna sahiptiler. “Evet”çiler, partinin gücü ile kamu kurumlarının imkânlarını, birlikte “Evet” için kullandı. “Hayır” diyenler cılız kaldı. Ülkede sanki sadece bir “Evet” kampanyası vardı. Bu ezici güce rağmen başarı düşüktür. Bunun adı, orantısız başarıdır. Bunun muhakemesini, “Hayır” diyenler yapsın.

Teslim etmek zorunda olduğumuz başarının adı: Buruk sevinç. Ben, pek çok vatandaş gibi, aklımla vicdanım arasında kaldım. Aklım, “Hayır” derken vicdanım “Evet” dedi. Özgürlükler ve kalkınma adına yapılan hizmetleri vicdanlar inkâr edemedi. Vicdanın önemli bir meyvesi olan vefayı, çok kişi yok sayamadı. Vefasız olmayı kendine yediremedi. Bütün beceriksizliklerine rağmen samimiyetle yapılan güzel işler, vicdanları besledi.

Ancak, akıllar bir türlü tatmin olmadı. 28 Şubat süreci mağdurlarının yaralarının hala sarılmamış olmasını, orta direk açısından geçim sıkıntısının artmasını, FETÖ tecrübesine rağmen siyasi söylemlerde dini argümanların kullanılmasını, gelir adaletinin sağlanamamasını, eğitimdeki dönüşüm sırasında pek çok öğretmen ve yatırımcının mağdur edilmesini akıllar kabullenemedi, kimse de bunların izahını yapamadı. Gelecek adına vaat edilenlerin de ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz. “Ya kandırıldıysak!” tedirginliği yaşıyoruz. Hep dağın arkasından bahsedildi, ya dağı aşamazsak diye düşünüyoruz.

İdareye karşı hep kuşu, kaygı barındırıyor akıllar.  Koşulsuz itaat edenlerin fanatikliği de tedirgin ediyor akıl sahiplerini. Referandum maddelerini biraz sorgulayanların, eleştirenlerin “Gizli hayırcı”, hayır cephesinde yer alanların vatan hainleriyle işbirlikçi diye suçlanmasının hiçbir insani, ahlaki temeli yoktu. Bunu yapanların, ahlaki anlamda derin bir eğitimden geçmesi gerekiyor.

Cesaretle söylemek gerekir ki, sonucu belirleyen başarılı bir iktidar değil, başarısız muhalefet oldu. Güvensiz, bilgisiz, yeteneksiz insanlardan oluşan muhalefet cephesi, onların eylem ve söylemleri, “Evet”i savunan iktidarın vitamini oldu. Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin, insan kalitesi yüksek bir muhalefet partisine ihtiyacı var. Kaht-ı rical, kendisini burada acilen gösteriyor.

“Kalkınma tamam, ama adalet nerede?” sorusunu az duyduğum söylenemez.  Adliyenin  durumu, tam bir facia. Onu geçtik. İşe almalarda, terfilerde, ihalelerde, iş bitirmelerde ya da vermelerde izlenen yol, vicdanları yaralıyor, hükümete olan güveni zedeliyor. Yapılan hatalar dillendirildiğinde de, herkes suçu birbirine atıyor. Bütün bunlar aklın kararını besledi. Sonuç, onun için buruk bir sevinç oldu.

Arındıktan sonra yola devam etmek gerekiyor. Üzüm üzüme baka baka kararır. Bembeyaz sütün rengini bozacak olan, bir damla mürekkeptir. Kirlenmiş insanlarla yolculuk, bizi önce iter sonra kirletir. Geçmişte yaşanan ciddi uyarılardan yeterince ders alınmadığına inanıyorum. Hala mağdur insanlar, kırık kalpler, inkisara uğramış ümitler var. İşin kötüsü, böyle bir gidişat, kişide inanç zafiyeti de oluşturuyor. Teba sahipleri, kendisine tabi olanların hem sevabından hem günahından sorumludur. Ailede baba, şehirde vali, ülkede başbakan veya cumhurbaşkanı diye sayabiliriz sorumlular silsilesini.

Mevlana’nın özlü sözüyle bitirelim yazımızı:  “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek -yapmak- lazım.”