Oğuzhan Cengiz’in yayına
hazırladığı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 192 sayfalık eser, Aralık 2020’de
okuyucuya sunuldu. İlk sayfalarda Alparslan Türkeş’in hayat hikâyesini veren Oğuzhan
Cengiz, ‘Giriş’ başlıklı bölümde,
Başbuğ Türkeş’in Türklük, millet ve Türk milliyetçiliği anlayışını özetledikten
sonra Türk milletinin Batı Hun Devleti’nin* hükümdârı Çi-Çi Yabgu’dan beri
milliyetçilik düşüncesine sâhip olduğunu ve bu düşüncenin 2100 yıllık süre içerisinde
gelişerek günümüze ulaştığını açıklıyor.
‘Önsöz’ başlıklı bölüm ve sonraki bölümler, Turancılık Dâvâsı*’nın
mazlum ve mağdurları arasında bulunan Alparslan Türkeş tarafından hazırlanan
kitaptan iktibastır. ‘Başlangıç’
başlıklı ve devamındaki birinci bölümde Türkeş, 1939 yılından 1944 yılına kadar
geçen süre içerisindeki Türkiye’nin durumunu özetliyor, tespitlerini
sunuyor. Sonra ‘Üç Mayıs’ın Sebebi’ni
açıklıyor, verdiği yazılı ifâdenin metnini dercediyor: ‘Var olduğu iddia edilen gizli cemiyet yoktur. Tabanca üzerine yemin
ederek de etmeyerek de hiçbir cemiyete girmiş değilim. Nihal Atsız bana bir
telkinde bulunmadı. Esâsen yaşım ve seviyem, telkinlere kapılmaya müsâade
etmez. Türklük konusu üzerindeki şahsî kanaatim şudur: Devletin bütün önemli
idâre kademelerinde iyi yetişmiş milliyetçi Türklerin bulunması gereklidir.
Türkiye sınırları dışındaki Türklerle de ilgilenmek lâzımdır. Ben sınırlarımız
dışındaki Türklerin yabancı boyunduruğundan kurtulmasını, hür, müstakil ve
müreffeh olmalarını isterim.’
Bu sözler, ‘Irkçılık Turancılık Dâvâsı’ açılması tâlimatını verenlerle dâvâyı
açanlar ve yürütenlerin düşüncelerinden farklıdır. Başbuğ Türkeş bu sözlerdeki
hakîkatleri, iftihârı olarak değil mecburiyeti olarak kabul eden, bu sözleri
sebebiyle zulümlere mâruz kalacağını bilen bir insandır. Yaptığı, müdâfaa değil
meydan okumaktır.
Zulümler, duruşmalarla birlikte
başlamıştır: Üsteğmen Türkeş’in ağır rahatsızlığında yaşanan olaylar neticesi
tatlıya bağlansa bile, tam da düşündüğü gibi gerçekleşmiştir. (s: 62-70)
Okuyucunun gözpınarlarına ısrarlı dâvetiyeler gönderen bu satırları okumak
gerek. Türkeş’e ve O’nunla birlikte, sanık olan 22 kişiye tabutluklarda
uygulanan aklın alamayacağı işkenceler, Neron’u, Dahhak’ı ve Asorbanipal’i bile
gerilerde bırakacak, Çin işkencelerini hiçe sayacak kadar ağırdır. Sağlığının
bozulmayacağından emin olanlar, 72. sayfayı ve devamını okuyabilirler. İfade
alınırken duruşma hâkiminin Ebû Cehil’i hatırlatan traji-komik lâf gevelemeleri
bile havayı yumuşatamıyor, aksine yürek yangınlarını artırıyor. Ve hemen
devamında, kan içmeye doymayan vahşi Lenin’in Müslüman Türklere yapılmasını
emrettiği işkencelerin daha konkunçları sahneleniyor. Savcının merd-i kıptîlerin yüzünü kızartacak
itirafları 82. sayfada. 16 yıl sonra benzeri bir mahkemede söylenen ‘Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor’
sözü daha seviyeli, daha nâziktir.
Eser, yargılanan asillerle yargılayan
rezillerin resmigeçidi gibi devam ediyor.
Ve Askerî Yargıtay’ın kararı:
bütün sanıklara beraat…
Eserin sonraki sayfalarında
yakın siyâsî geçmişle alâkadar olanların merakla okuyacakları fevkalâde önemli
ve bol miktarda bilgiler var.
………………………..
*Batı Hun Devleti: Milât Öncesinin son yüzyılında, Batı Türkistan olarak anılan Aral Gölü
çevresinde kuruldu. Çi-Çi Yabgu’nun târihe geçen sözleri: ‘Vatan, torunlarımıza verilmek üzere atalarımızın bize bıraktığı
mukaddes topraklardır. Haysiyetsiz bir hayat uğruna terk edilemez.’
*Irkçılık Turancılık
Dâvâsı: Hüseyin Nihal Atsız’ın, Millî Eğitim Bakanlığı’nda görevlendirilen
azılı Komünistlerin varlığını duyurmak maksadıyla; ‘Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve dâimâ Türkçü kalacağız. Bizim için Türklük
bir kan meselesi olduğu kadar ve en az o kadar da bir vicdan ve kültür
meselesidir.’ Diyen Başvekil Şükrü Saracoğlu’na yazdığı açık mektup
üzerine, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in kışkırtması ile Sabahattin Ali
tarafından açıldı. Dâvâyı açtıranlar, açanlar ve hâlis vatan evlâdı, vatansaver
Türk milliyetçilerine tabutluklarda işkence edenler, adâlet mekanizmamızın o dönemdeki
yüz karası, emir kulu hâkimler, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle
ırkçılık üzerine ilmî araştırmalar yapıldığını ve Turancılığın ne olduğunu
bilmiyorlardı. Açıkçası, dâvânın resmî adında kullanılan kavramlarda bile zerre
kadar suç unsuru yoktu.
Mazlum ve mağdurların (soyadı esasına göre alfabetik
sıralama ile) isimleri: Fehîman Altan, Nihâl Atsız, Nûrullah Barıman, Sait
Bilgiç, Hasan Ferid Cansever, Muzaffer Eriş, Cihat Savaş Fer, Orhan Şâik
Gökyay, Fâzıl Hisarcıklı, Mehmet Külâhlıoğlu, Hüseyin Nâmık Orkun, Cemal Oğuz
Öcal, Sâdi Özbek, Necdet Özgelen, Nejdet Sancar, M. Zeki Sofuoğlu, Cebbar
Şenel, Hikmet Tanyu, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velîdî Togan, İsmet Râsih Tümtürk,
Alparslan Türkeş, Rehâ Oğuz Türkkan.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi
Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer:
0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com
WEB: www.bilgeoguz.com
OĞUZHAN CENGİZ 19 Bilgeoğuz Yayınları’nın sâhibi olan Oğuzhan Eserleri:
|
CENNETİN
DOĞUSU
Nobel Ödüllü yazar John Steinbeck derinlikli olay örgüsü ve her biri tanıdık
özellikler barındıran büyüleyici karakterleriyle Cennetin Doğusunda, insanlık târihinin Âdem’den bu yana en eski ve
vazgeçilmez hikâyesine, yani iyilik ve kötülüğün bitmek bilmez çekişmesine ve
aralarındaki karmaşık ilişkiye modern bir yorum getiriyor.
Geçen yüzyıl başında Amerika’da ayakta
kalma mücâdelesi veren iki ailenin yollarını cennetvâri topraklarda, Salinas
Vadisi’nde kesiştiren Steinbeck, kötülüğün bir yazgı mı yoksa iyiliğe ulaşmak
için özgür irâdeye başvurularak aşılması gereken bir basamak mı olduğunu
mukaddes kitapların mitolojilerine göndermeler ve zengin metaforlarla,
kuşaklara yayarak irdeliyor.
Habil ile Kabil, çiftçi ve çoban, çılgınlık
ve bilgelik, erdemlilik ve ahlaksızlık, kardeşlik ve haset, insan ve insan, ‘Bugüne kadar yazdıklarım, bu kitap için bir
hazırlık niteliğindeydi’ diyen Steinbeck’in muhteşem hikâyesinde
çarpışıyor.
Çeviren: Roza Hakmen. 14 X 21 santim, 656 sayfa, 6. Baskı.
SEL YAYINLARI:
Piyerloti
Caddesi Nu:11/3 Çemberlitaş , Fâtih, İstanbul. Telefon: 0.212-516 96 85
Belgegeçer: 0.212-516 97 26 e mektup: posta@selyayincilik.com / www.selyayincilik.com
PAN-TURANİZM*
VE KAFKASYA MESELESİ
Mehmet Emin Resulzâde (1884-1955) çalışma
hayatına gazetecilikle başlamış, çok büyük mücâdelelerden sonra Azerbaycan
Devleti’nin Kurucu Cumhurbaşkanlığı’na yükselmiş çok değerli bir fikir
adamıdır. Türk dünyası ile alâkalı makaleleri, konferansları ve hâtıraları
kitap hâlinde Azerbaycan’da ve Türkiye’de yayımlanmıştır.
Çarlık Rusyası’nın devrilmesi çalışmalarına
katıldığı için Stalin’le yakın dost olmuştu. Stalin hedefine ulaştıktan sonra
Resulzâde’yi Komünizme hizmet etmeye ısrarla dâvet etmiştir. Kabul etmeyince
öldürüleceğini anlayan Resulzâde, bir yolunu bulup Rusya’yı terk etmiş,
Türkiye’ye gelmiş ve Ankara’da vefat etmiştir.
Resulzâde’nin ‘Kafkasya Meselesi’ başlıklı makalesi, iki Ermeni yazarın, müştereken
yayınladığı ‘Türkiye ve Pan Türkizm’
isimli kitabına cevap olarak kaleme alınmıştır. Söz konusu kitapta Nalbantyan,
1920’lerdeki Türkiye’nin entelektüel çevrelerinin Pan-Türkist olduğunu ve genç
Türkiye Cumhuriyeti’nin de aynı politikayı tâkip ettiğini iddia etmekteydi.
Resulzâde bu iddiaları inandırıcı delillere dayanarak çürütmektedir.
Resulzâde’ye göre mensubu bulunduğu
milletten çok Rus taraftarı olan Nalbantyan’ın, Rus ve Ermeni milliyetçilerini
bir araya getirmek ve Kafkas Konfederasyonu tezi etrafında sıkı bir işbirliği
oluşturma düşüncesine hizmet etiğini belirtiyordu. Resulzâde’nin ısrarla savunduğu tez şuydu: ‘Artık romantik bir Pan-Türkizm düşüncesi
mevcut değildir. Bunun yerine yalnız millî gayeleri olan Türkçülük düşüncesi
vardır. Mevcut hâliyle Türkçülük, Kafkasya için bir tehlike değildir.’
Resulzâde’nin düşünceleri şöylece
özetlenebilir: ‘Bizler, Rusya’nın esâreti
altında olan milletler, Rus siyâset düşüncesinin kendine özgü, zaman zaman da
cezbedici düşüncelerinden az çekmedik. Hiçbir sözde liberal özdeyiş, bizi şu
gerçeği görmekten alıkoyamaz. Rus emperyalistler, cetleri tarafından zorla ele
geçirdikleri yabancı topraklardan ferâgat etmek istemedikleri gibi, yeni yeni
topraklar elde etmek peşindedirler!’
Mustafa Kemal’in ve Müsavat Partisi’nin
Pan-Türkizm düşüncesinden korkmanıza gerek yok. Gerçekte zâten böyle bir şey de
yoktur. Aksine, Bay Mandelyamların ve Kerenskilerin Pan-Rusculuk idealinden
korunmak gerekir!
Kafkasya, Ukrayna, Türkistan milletlerinin
ve Rus emperyalizmi aleyhine mücâdele eden diğer mazlum milletlerin
koalisyonuna karşı olan efendilerin hiçbir temele dayanmayan ikazları bizleri
korkutmasın; ve saflarımıza şüphe ve nifak tohumları ekmek isteyen
düşmanlarımızın garazkâr demagojilerine itibar etmeksizin, dostça ve sağlam bir
şekilde, halklarımızın hürriyeti yolunda bir kere belirlenmiş yüksek hedefe
doğru ilerleyelim!
Rusya’nın boyunduruğundaki bütün milletler,
bilhassa da bizler, Kafkas halkları, gerçek tehlike arz eden ortak düşmana
karşı mücâdele bayrağı altında birleşmeliyiz.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal
Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr
*PAN-TURANİZM?!
Pan-Turanizm tâbirinin yerine Turanizm
denilmesi yeterlidir. Turancılık veya Turanizm, Türkler arasında kültür
birliğinin oluşturulması, hürriyetlerini elde edebilmeleri için yapılan fikrî
çalışmaların adıdır. Dünya üzerindeki bütün Türkleri kapsar. Fransızca asıllı ‘pan’ kelimesi, ‘bütün’ ve ‘birlik’
mânasında kullanılan ön ektir. Türkçede ön ek yoktur.
‘Turanizm’
veya ‘Turancılık’ kelimesi,
Pan-Slavizm düşüncesine karşılık olmak üzere kullanılmış ve benimsenmiştir.
Bütün Türklerin tek bir devlet çatısı veya tek bir bayrak altında toplanması
gibi bir düşüncenin ürünü değildir.
Ayrıca ‘Türk
halkları’ tâbiri de yanlıştır. Gerek Çarlık Rusya’sında gerekse Sovyetler
Birliği yönetiminde farklı milletler bulunduğu ve hepsine birden ‘Rus milleti’, ‘Sovyet milleti’ denilemeyeceği için ‘Rus halkı’ ve ‘Sovyet halkı’
gibi isimlendirmeler kullanılmıştır. Türkler, ‘halk’ değil, aynı dili konuşan, aynı kültüre mensup olan ve
müşterek târihi bulunan ‘millet’tir.
‘Kasaba
halkı’, Ankara veya İstanbul halkı denilebilirse de ‘Kıbrıs halkı’, ‘Türk halkı’
denilmesi kesinlikle yanlış bir isimlendirmedir. Bütün sözlüklerde, lügatlerde
halk ve millet kelimelerinin açıklamalarında, bu iki kelimenin farklı
kavramları ifâde ettiğini görmek mümkündür.
TÂRİHÎ TÜRK
LEHÇELERİYLE
KARŞILAŞTIRMALI ESKİ ANADOLU LEHÇESİ
Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı;
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği ve Türkçe Öğretmenliği bölümlerinin hem
lisans hem de lisansüstü programlarında okutulan Eski Anadolu Türkçesi dersinin
içeriğine göre hazırlanmış olan bu kitap, bir ders kitabı niteliği
taşımaktadır. Kitapta, Eski Anadolu Türkçesinin gramer özellikleri tarihî Türk
lehçeleriyle karşılaştırmalı olarak işlenmiştir. Kitap, bu özelliğiyle sâha ile
ilgili diğer çalışmalardan farklılık göstermektedir.
Bu kitap, genel anlamda üç bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde Eski Anadolu Türkçesinin târifi, dönemleri ve bu dönemlerin en
önemli müelliflerinin hayatı, sanatı, eserleri genel hatlarıyla verilmiştir.
Dil özelliklerinin işlendiği ikinci bölümde Eski Anadolu Türkçesinin imlâ, ses
bilgisi ve şekil bilgisi (ekler ve kelime türleri) özellikleri; tarihî Türk
lehçelerinin dil özellikleriyle karşılaştırılarak sâhanın belirgin özellikleri
tespit edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise Eski Anadolu Türkçesinin dil
özelliklerini en iyi yansıttığı düşünülen eserlerden örnek metinler
incelenmiştir. Bunların devamında öğrencilerin okuma ve inceleme becerilerini
geliştirmeye yönelik olarak tercüme yazıya aktarılmamış ve incelenmemiş
metinler de bulunmaktadır. Bu metinlerde geçen bütün kelimeler, işlev ve
anlamlarıyla birlikte bölümün sonunda bulunan ‘Bağlatılı Sözlük’te verilmiştir.
Osman
Yıldız
ve Ali Osman Yalkın tarafından
hazırlanan eser, 16 X 23,5 santim ölçülerinde ve 360 sayfadır. Temmuz 2021’de
yayınlandı.
AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA ANONİM ŞİRKETİ:
Tuna
Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98 Belgegeçer: 0.312-432
28 52 www.akcag.com.tr e-posta: akcag@akcag.com
KISA
KISA… KISA KISA…