2.8 C
Kocaeli
Cuma, Kasım 14, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 87

Asil, Aziz ve Yüce TÜRK Milletine……CUMHURİYET Bayramı (29 Ekim 1923) Mesajım!

Her türlü kapalı rejimin (faşizm, Komünizm, monarşi, feodal yönetim, dikta, cunta, tek adam, despotik yapılar, aşiret, şıhlık, şehlik, Oligarşik yapı, padişahlık vb.) er / geç çökmeye mahkum olduğu gerçeğinden hareketle; insan onuruna en uygun ve yakışan eksiksiz, katıksız olarak uygulama zorunluğu olan….hakkın, hukukun ve adaletin tam tecelli ettiği, hakimiyetin kayıtsız ve şartsız milletin olduğu ve milletin hür iradesiyle kendi-kendisini yöneteceklerini (hiç bir baskı altında kalmadan, hilesiz, entrikasız) sandıkta belirleme sistemi olarak taçlandırılan; adına ilmi manada demokrasi dediğimiz Cumhuriyet yönetim şeklinin tüm kurum ve kuralları ile uygulanması için, zamanın tüm olumsuz koşullarına rağmen elde edilen, topyekûn kurtuluş mücadelesinin kazanılması, zaferle sonuçlanması sonucunda; Rahmetli Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün Asil ve Yüce Türk Milletine en uygun gördüğü en faziletli rejim olan Cumhuriyet’ in kurulmasının tescillendiği gündür 29 EKİM 1923.

Anılan bu çerçevede; her dönemde olduğu gibi yaşadığımız şu zaman diliminde de, mevcut olan bölücü, yıkıcı, kışkırtıcı, Vatan ve Cumhuriyet düşmanları ile; en faziletli rejim şekli olan Cumhuriyet’ in nimetlerinden faydalanarak; belirli mevki- makam ve yönetimlere geldikleri halde; anılan bu demokratik sisteme nankörlük yaparak; bilerek veya bilmeyerek ihanet edenler, bazı küresel ve emperyal güçlerin taşeronluğunu yapan yerli işbirlikçi vatan hainleri sizlere sesleniyorum…..Sizlere…..!

Geçmişte atalarımız; aynı sizlerin yolunda sinsice yürüyenlerin, iz sürenlerin….defterlerini nasıl dürdüyse, nasıl yok ettiyse layık oldukları yerlere nasıl postaladılarsa…. işte o cesaret, inanç, iman, azim ve kararlılığa da bizlerin donanımlı olduğumuzu asla unutmayınız.

Sizlerin de akıbetinizin aynısı olacağını bilmenizi isterim.

Bu Asil, Yüce Türk Milleti sizin gibi hainlere pabuç bırakacak acizliğe hiç bir devirde düşmemiştir.

Dünya durdukça yaşayacak olan son Türk Devleti’ nin kolay kazanımlarla elde edilmediğinin farkında olunuz.

Yüce Türk Milletinin bir ferdi olarak, sizleri uyarmak ve vatandaşlık görevimi ifa etmek çerçevesinde diyorum ki…….Er – Geç….Layık olduğunuz cezaları misli ile ödeyecek ve yaşayacaksınız.

İşte bu kapsamda; her gecenin bir sabahı olduğunu asla unutmayınız, elbet bir gün keser dönecek sap dönecek gün gelecek hesap dönecek. İşte o zaman diliminde bu yaptığınız ihanetleri, hainlikleri kat- kat, ödeyeceksiniz.

Aynı geçmişte bir kısım ” aman biz tek başımıza devlet kuramayız, İngilizlerin himayesi gerek, diğer bir grup efendim ABD’ mandacılığında, ABD’ nin şemsiyesi altında bir oluşum gerçekleştirelim” bir kısım ise…..bitmiş, yok olmuş Osmanlının ingilizlerin kontrol ve güdümüne girerek; müstemleke idare özlemi duyan aciz, korkak, hain, kanı / sütü bozuk, satılık geçmişte olduğu gibi; günümüzde de varlıklarına sıkça rastladığımız ve yüce kitabımız KURAN ile asla örtüşmeyen, bağdaşmayan emevi ile ingiliz müslümanlığı gömleğini üzerlerine geçirmiş yobazların hayal ve emellerinin boşa çıkarıldığı gündür 29 EKİM 1923.

Maalesef her kategori insanımız içerisinde yer alabilen, yer bulabilen dış ve iç düşmanlarımız ile onlara maşalık, piyonluk ve taşeronluk yapanların bunu hiç bir zaman unutmamaları dileğimi kalın çizgilerle hatırlatırken; gerçek demokrasiyi özümsemiş, kabullenmiş en faziletli rejim olan Cumhuriyeti benimsemiş her kesin, her kesimin CUMHURİYET BAYRAMLARINI en samimi duygularımla ve milli hislerimle kutluyorum.

Asker + Sivil dâhil; Tilki postuna bürünüp evliya kılığında dolaşmayanlara, devletin iktisadi ve ekonomik imkânlarını yandaşlara, yakınlara v.b’ lere peş – keş çekmeyenlere, çektirmeyenlere vampir gibi, sülük gibi emdirmeyenlere, çalmayanlara, çaldırmayanlara, takiyye yapmayanlara, demokratlığı, milliyetçiliği, fakir- fukara edebiyatı yaparak sosyal demokratlığı istismar etmeyenlere,

Kirli emellerini kamuflaj için rahmetli ATATÜRKÜ şemsiye olarak kullanmayanlara, bölücü, yıkıcı, kışkırtıcı, mandacı, menfaatçi, hain ve korkak olmayanlara….küresel, emperyal güçlerin ve sermayelerin kontrol ile güdümüne girmeyenlere…. En içten Selam ve Saygılarımı

Sunuyorum.

Sonuç olarak; Öncelikle disiplinli, çağın en modern ve teknolojik donanımına sahip; vurucu gücü çok yüksek, dosta güven, düşmana korku salan, caydırıcılığı dünya klasmanında en üst seviyede kabul gören bir MİLLİ ORDUMUZ varlığında…iktisadi, ekonomik, sosyal ve siyasal sahalarda dünyada en üst sıralarda yer alabilen, yer bulabilen, her saha ve alanımızda gerçek HUKUK DEVLETİNE sahip bir ülke olmamız özlem, dilek ve temennilerimle.

Hasan Yılman

Devletin Bir Bildiği Yoktur!

Başlığı okur okumaz “devlet bilmiyor da sen mi biliyorsun? Ukala!”  gibilerinden tepkiler göstermeyin. Aşağıdaki satırları okuduğunuzda kast ettiğim şeyin ne olduğunu anlayacaksınız.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Herkes ittifak halindeyse değil elimizi, gövdemizi taşın altına koymaya hazırız. Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Milletimizin ayak bağların kalıcı olarak çözmenin kim bilir belki de ilk adımını atmış olacağım.” sözleri gündeme bomba gibi düştü. Bütün ülke, geçtiğimiz Salı gününden bu yana “Öcalan serbest mi kalacak?” sorusunu soruyor. Ülkenin önemli bir kısmı bu sözlere tepkili, Diğer bir kısımda “hem Devlet’in (Bahçeli) hem de devletin bir bildiği vardır” yorumu yapıyor.

Bizim yazımız, tam da bu tür durumlarda sık sık ifade edilen ve esasında koşulsuz bir teslimiyet içeren “devletin bir bildiği vardır” bakış açısına bir eleştiri getirmeyi amaçlıyor. Gerçekten devlet kurumu her icraatını beli bir hikmete binaen mi gerçekleştirir? Devlet her türlü kusurdan noksan münezzeh midir? Devlet hiç mi hata yapmaz?

Öncelikle devlet dediğimiz canlı bir varlık değildir, ilahi ve/veya kutsi bir tarafı yoktur, gaipten haberler almaz, doğrudan arş-ı ala ile irtibat kurmaz. Devlet dediğimiz şey, bir grup insanın toplam güç ve menfaatinden oluşan bir kurumdur. Devleti diğer kurumlardan mesela şirketlerden, devasa holdinglerden, derneklerden, partilerden, örgütlerden farklı kılan şey devletin tüm bu sayılan kurumsal yapılar içerisinde en güçlü ve en zengin kurum olmasıdır. Kural koyup kuralları kaldırabilmesidir. Kurumları insan topluluğu olarak ele alabilirsek devleti özetle “ülkedeki diğer bütün insan topluluklarına gücü yeten insan topluluğu” olarak adlandırabiliriz. Nasıl ki bir şirket o şirketin bütün çalışanlarına değil, şirkete sermaye koyup ortak olan üç-beş veya bir grup insana aittir; devlet de aynı şekilde ülkede yaşayan bütün vatandaşlara değil bir grup insana aittir. Bir devletin büyüklüğü ne kadar çok insanı, vatandaşı kendisine ortak ettiğiyle doğru orantılıdır.

Bir şirket herhangi bir konuda karar alırken sadece ve sadece ortaklarının yani sahiplerinin menfaatini düşünerek karar alır. Aynı nedenlerden dolayı, Türkiye Cumhuriyeti devleti de dâhil olmak üzere yeryüzündeki devletlerin tamamı bir konuda karar alırken vatandaşlarının toplam faydasını değil, kendisini yönetenlerin menfaatlerini esas alarak karar alır. Bu iddiamın doğruluğunu dünyadaki yoksulluk, yolsuzluk ile fikir ve düşünce hürriyeti konularındaki baskıcılık ispatlamaktadır.

O nedenle, devletlerin aldığı ve/veya almayı tasarladığı kararlar üzerinde kafa yorarken devletlerin vatandaşlarının kümülatif menfaatini umursamadığı ve yalnızca kendilerini yönetenlerin menfaatlerini esas aldığı gerçeğini göz önüne almakta fayda vardır.

Burada kast ettiğimiz menfaatleri yalnızca para ve mal-mülk olarak değerlendirmeyin. Siyasi menfaatler, iktidar olma menfaati, iktidarda kalma menfaati, söz sahibi olma menfaati gibi menfaatleri de buna dâhil etmek lazım.

O nedenle değerli dostlarım. Devletin aldığı ve/veya almayı tasarladığı her kararı “devletin bir bildiği vardır” şeklinde teslimiyetçi bir anlayışla değerlendirmeyin. Devletin bildiği tek şey kendi karar vericilerinin menfaatleridir. Ve o karar vericiler kendi menfaatleriyle vatandaş olarak sizin menfaatlerinizin ters düştüğü her durumda sadece ve sadece kendi menfaatlerini tercih ederler.

Bahçeli’nin Öcalan çıkışı ile bir gün sonra TUSAŞ’a yapılan terör saldırısını bu zaviyeden değerlendirmenizde fayda var.

Vesselam…

“Sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Beethoven’ın beste yaptığı gibi süpürün; Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün; Michalengelo’nun resim yaptığı gibi süpürün. Öyle bir süpürün ki, yürüyen ve uçan her şey ve herkes dursun ve ‘Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin. ”  (Martin Luther King)

Çok Şey Deği̇şecek İnşallah Türki̇ye Deği̇şmez 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Öcalan “Meclis’e gelsin, DEM grubunda silah bırakıldığını ilan etsin, biz de hapisten çıkmasını sağlayacak kanunu çıkaralım” anlamındaki sözleri şaşkınlık, hayal kırıklığı veya öfke yarattı. DEM ve PKK’ya sempati ile bakan kesimi ise mutlu etti.  

Bu defa sürecin paydaşı olacağı anlaşılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Ben de el yükseltiyorum, Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum” dedi Kastı ne olursa olsun dehşet bir cümle bu. Türk vatandaşları Anayasa önünde eşit ve zaten herkes bu devletin eşit sahibi değil midir? 

Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak da mutlulukla el yükseltti: “Belki 29 Ekim Cumhuriyet’in ilan edilişinin yıldönümü vesilesiyle sayın Öcalan’ın sesini duyabiliriz.” 

Devletimizin kurulduğu mekanda veya Cumhuriyetimizin 101. Yıldönümünde tasavvur ettikleri ve söylemeye cüret ettikleri şeylere bakar mısınız?  

**** 

Ömrünün tamamında veya bir bölümünde MHP ve ülkücü hareket içinde yer almış Türk Milliyetçileri, “geçmişte Devlet Bahçeli’ye verdikleri oyları haram ettiklerini ve bu destekleri için Allah’tan af dilediklerini” paylaşıyorlar sosyal medyada. 

MHP’liler eskiden “Devletin başına devlet gelecek” sloganını kullanırdı. Ancak yıllar geçtikçe görüldü ki Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin iktidar olmak gibi bir hedefi yoktu. Yani MHP normal bir siyasi parti değildi ve siyasi dengeleri değiştirmek için kullanılan bir operasyon aygıtı idi. Bundan MHP’liler rahatsız olmuyordu.  

Çünkü zannediyorlardı ki “devletin bekasını ilgilendiren bir konu olduğunda, MHP ve Bahçeli ülkenin uçuruma sürüklenmesini önleyecek bir rol oynuyor.” 

Ama gerçekler bu önyargıyı doğrulamıyordu. Ülkeye 10-13 milyon sığınmacı ve kaçak doldurulurken MHP’nin (DB’nin) bir itirazı bile olmadı. Devlet makamları liyakatin yerine parti, tarikat, cemaat veya mafya tavsiyesiyle gelenler tarafından doldurulurken gıkı çıkmadı. Eğitim sistemi milli olmaktan çıkartılırken, sağlık sistemi paragözlerin sömürü, soygun ve bebek cinayetlerine zemin hazırlayan bir yapılanmaya dönüşürken rahatsız olmadı. 

AKP’nin tamamen ümidini kestiği bir zamanda denge ve denetim mekanizmaları olmayanCumhurbaşkanlığı Sistemi” denilen ucube sistemi getirtti. Sistemin başındaki “tek adamın” bütün yönetim kusurlarını görmezden geldi.  

Ekonomiyi batıran “faiz sebep enflasyon sonuçtur” gibi bir ideolojik körlüğü destekledi. Adalet mekanizmasının siyasallaşmasını, Montrö’yü savunan amirallerin hapse tıkılmasını, ülkemizden göç eden parlak beyinlere “giderlerse gitsinler” denilmesini dert edinmedi. 

Bütün bunlar “beka sorunu” değilmiş gibi davrandı. 

Yeter ki Erdoğan Cumhurbaşkanı, kendisi de “iktidarın sorumsuz küçük ortağı” olarak kalsın istedi. 

Son 8 senede ortaya çıkan ve devletin “beka sorunu” içinde olduğu her konuda, yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların artışında Devlet Bahçeli de sorumludur. 

Şimdi de Erdoğan’ın ömür boyu Cumhurbaşkanı kalmasını sağlayacak bir Anayasa yapmak için bütün gücünü kullanıyor. 

*********************************** 

Barış Dili Kullanın Ama Önce PKK’ya Değil 

Devlet Bahçeli ve ekibi, son 8 senede, rolünü oynarken, toplumu bölen, rakiplerini düşman gösteren sert ve kaba bir üslup kullandı. Resmi işbirliği yapmadıkları halde, CHP ve İYİ Partilileri “DEM’lenmekle”, PKK’ya destek olmakla suçladı. 

İşine gelmeyen AYM kararlarının uygulanmasına karşı çıktı. “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” bile dedi.  

Kısa bir süre önce bile “Kapatılsın” dediği DEM Parti’yi ve Hazine yardımı almasını eleştirdi: “Cumhuriyet’i kuran TBMM’de bulunması, hazine yardımı ve maaş almaları rezalettir, melanettir, cinayettir, zillettir.” “Bölücülere ve dolaylı şekilde teröristlere aktarılan hazine kaynağımızın derhal kesilmesi, devlete ve millete ihanet eden kenelerin ayıklanması bir mecburiyet ve mükellefiyettir” dedi. 

Bu sözlerin gereği yapıldı mı? Hayır. Sadece “milletin gazını aldı.”  

Ama sonunda gitti Meclis’te DEM Parti milletvekillerinin elini sıktı?  

DEM’lilerle tokalaşırken (kendi deyimiyle demlenirken) “dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” dedi. Ama Sinan Ateş’in ailesi ile helalleşmek aklına gelmedi.  

*********************************** 

22 Eki̇m Mi̇lat mı Olacak 

Devlet Bahçeli “Öcalan Meclis’e gelsin konuşsun, ‘PKK’ya silah bırakın’ desin, biz de O’nu hapisten çıkaralım” mealindeki sözünü 22 Ekim 2024’te söyledi. 

MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız “Türk siyasetinde 22 Ekim bir milattır. Bugünden sonra siyasi değerlendirmeler ‘22 Ekim’den önce, 22 Ekim’den sonra’ diye yapılacaktır” diye değerlendirdi. Yani bu çıkıştan sonra çok önemli ve tarihi gelişmeler olacağını iddia etti. 

Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra, 28 Mayıs 2023’te şu sözü söylemişti: “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, inşallah Türkiye değişmez.”  

Ben bu sözü “Türkiye’nin dışında çok önemli gelişmeler olacak bu Türkiye’yi de etkileyecek” şeklinde anlamıştım. Ama Feti Yıldız’ın açıklaması tarihi değişimin Türk siyasetinde olacağını işaret ediyor. 

**** 

Türkiye’de tarihi bir değişim olacaksa bunun ilk adımı “yeni Anayasa” yapmak olacaktır. 

Teröristbaşı Öcalan’la ve DEM Parti ile yürütülen yeni süreçte, Öcalan’ın şartlarından acaba hangileri kabul edildi? 

Mesela Türkiye bir federasyona mı dönüşecek? Bu federasyon PKK’nın yönettiği bir federe devlet ile kalan bölgelerde kurulacak federe devlet/ devletlerden mi oluşacak?  

Bunun haricinde mesela Türkçe’den başka diller de resmi dil, eğitim dili olacak mı? 

Merkezi Federal Devletin “Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakanı Türk, Genelkurmay Başkanı Arap olacak” gibi kurallar mı gelecek? Vergileri kim toplayacak?  

Bu projenin devamını “çözüm sürecinde” çok yazmıştım. Madem “çözüm” ısıtılmakta, yine sorayım:  

Türkiye’de kurulacak olan ve PKK’nın yönettiği federe devlet bir süre sonra Suriye’de kurulmakta olan PYD devleti, Irak’taki Barzani Kürdistan’ı ile birleşecek mi? Bu birleşme önce Türkiye devleti şemsiyesinde yapılıp, “birleşik Kürdistan” güçlendikten sonra bir plebisitle bağımsız bir devlete mi dönüşecek? Türkiye büyür gibi yapılıp, küçülecek mi? 

22 Ekim’i MİLAT yapabilecek başka şeyler de aklıma geliyor. Ama artık içim kaldırmıyor. Eğer buna benzer değişimler hayal ediyorlarsa bu hayallerinden vaz geçsinler. 

Bu vatan sahipsiz değil. Bu vatan parayla satın alınmadı.  

Ancak alındığı bedeli ödemeye hazırlarsa bu işlere kalkışsınlar.  

NOT: TUSAŞ tesislerinde gerçekleşen terör saldırısında hayatını kaybeden şehitlerimize rahmet, yaralılara şifalar diliyorum.  

Modernlik Huzur Vermiyor

Adam, sosyal medya hesabındaki paylaşımında şunları yazmış: “Hayat sıkıntısından üç şeyle uzaklaşabilirsiniz: Müzik, kitap ve kediler. Aslında kediler güllere benzer, seviyorsanız tırnakları canınızı acıtmaz.” Yetmemiş, bir de fotoğraf eklemiş bu mesajına. Fotoğrafta, söz konusu kişiyi kedilerle oynaşırken görüyorsunuz. Etraf yeşillik, geniş bir bahçe ve oldukça pahalı ahşap bahçe mobilyaları…

Bu adam, “Yenidoğan Çetesi” yöneticisi. Bu çete, devleti dolandırıyor, hastaları kandırıyor. Elde ettiği paranın miktarı, henüz bilinmiyor.

İkinci bir fotoğraf çıkıyor karşıma. İnancına kastedenlerle mücadele ederken şehit oluyor. Tam bir halk kahramanı. 22 yıl hapiste kalmış. Yatarken değil, savaşırken ölmek istediğini söylüyor. Son saniyelerinde bile Siyonist katillere karşı elinde sopayla karşı koyuyor, onurluca ölüyor.

Dünya medyası bu adama terörist diyor. Adı, Yahya Sinvar.

Çete reisine ismiyle beraber “Bey” diyorlar, sıfatı, “beyefendi” oluyor. Lüks arabalara biniyor, zenginlerden ve bürokratlardan oluşan bir dünyada yaşıyor. O, bir Batılı ve entelektüel. Laik, çağdaş, özgürlükçü, demokrat… Politikacılarla içli dışlı. Çeteyi soruşturan savcıyı tehdit edebilecek kadar cüretkâr.

Çetenin bir de doktor üyesi var. İşi daha çok o yürütüyor. Yasa dışı örgüt üyeliğinden 12 yıl hapis cezası almış, kısa bir süre cezaevinde kalmış, affolunmuş. O da oldukça cüretkâr. 112 Acil’den üçkağıtçılıkla aşırdıkları bebekleri anlaştıkları hastanelere sevk ettiriyor, bebeklerin uzun süre yoğun bakımda kalmalarını takip ediyor. Çeteye, hasta ebeveynlerinden, işbirlikçi özel hastanelerden ve devletten büyük paralar aktarıyor. Bölücü, acımasız doktor medyayı kullanmayı da ihmal etmiyor. Televizyonlarda çocuk ve anne sağlığı programlarında konuk oluyor, uzman olarak görüş bildiriyor.

Çete üyelerinden biri, baltayı taşa vurmasaydı bu doktor da bilinen 10 bebek ölümüne ilaveten yeni bebekleri öldürmeye, yeni canlar yakmaya devam edecekti.

Bebekleri öldüren, bunlar üzerinden vurgun yapan çetenin liderleri ve işbirlikçileri içimizden birileri, bu toprağın insanları. Onlar, beyefendi, toplumda saygın kişiler, para kazanmayı biliyorlar.

Terörist Sinvar, Filistin topraklarında yetişmiş. Bebekleri öldürmemiş ama bebeklerin yaşaması için kendisi ölmüş. Batı ve batılı değerleri hayat tarzı yapanlar ona “terörist” diyor.

Değerler tersyüz, ayaklar baş başlar ayak olmuş, bu hercümerç içinde bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diye yakınmanın anlamı yok. Ahlaksızlığın yüceltildiği, hırsızların baş tacı edildiği, yüksek insani değerler uğruna kendini feda edenlere enayi veya terörist gözüyle bakıldığı bir dünyada, yaşanan bu tuhaflıklara şaşmamak gerekir.

Siyah, baskın renktir. Bir damla siyah, bütün beyazı etkiler, ona hükmeder; ama beyaz her zaman vardır ve olacaktır. Sosyoloji bilimi, ak-kara çatışması üzerine kurulmuştur. Tarih, iyi-kötü kavgasının hikayesi değil midir? Sadece ülkemizde değil, bütün dünyada değerler, çatışma halindedir. Bu çatışmada sesi fazla çıkan kötüler galiptir, ancak kazanan iyilerdir.

Dünyada hepimiz sürgünüz, sürüngeniz. Bazıları için ölüm, son durak. Dünya sürgününde, hangi çoğunluğun, hangi tarafta olduğu hiç önemli değildir. Çoğunluklar bizi yanıltmasın. Kur’an’a göre çoğunluk ölçü değildir. “Çoğunluk, fasıktır, kafirdir, nankördür, müşriktir, inkarcıdır, gafildir, akletmez, kafası çalışmaz, yalancıdır, haktan hoşlanmaz…”

İyilerin, kötüler karşısında baskın olamamak gibi bir zafiyeti var; sesi çok çıkanlara, sayıca çok olanlara karşı bir kompleksi var. Öykünmek, eğitim çağındaki çocuklar için gereklidir, fakat yetişkinler için bir kimliksizliktir, zayıflıktır. Anadolu insanı, Doğu toplumları artık bu kompleksi aşmalı, kendilerini Batı’nın kavramları ile tanımlamamalı, bugünkü dünyamızın kargaşa sebebi olan Batıcı değerleri reddetmelidir.

Batı’nın ölçüleriyle formatlanan, adına “modernlik” denen bu hayat tarzına ne kadar dalarsak huzurumuz o kadar azalıyor. Batı’nın bize diktiği elbise bu bedene uymuyor. Bugün yaşadığımız İslam’ın da bizi yeterince dinamik yapamadığını, bize huzur veremediğini görüyor, yaşıyoruz. “Huzur, İslam’da” diyen rol modellerin huzursuzluğa yol açmalarının hayal kırıklığını yaşıyoruz. Tarihteki güzel örnekler avuntumuz oluyor, onların meselleriyle gönlümüzü okşuyoruz, hayıflanıyoruz.

Ortada bir yanlışlık var. Batı; yalancı, ikiyüzlü. Doğu; uyuşuk, değer üretemiyor. İslam, din olarak özünden uzaklaştırılmış, kirletilmiş; medeniyet olarak enerjisini tüketmiş. Bu böyle gitmez. İnsanlık, yeni şeyler söylemeli. Yeni keşiflere gerek yok. Mehmet Akif reçeteyi yazmış: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı / Kuru da’va ile olmaz bu, fakat ilm ister / Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster.”

Doğru bilgi, gayret, inanç; hem silah hem kalkan…

Cihannümâ ve Kâtib Çelebi

Cihannümâ, ‘dünyayı gösteren ayna’ / ‘dünya haritası’ demektir.

Kâtib Çelebi’nin coğrafyaya dâir meşhur eseridir. Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olma özelliği taşıyan Cihannümâ, değişik ilim sahâlarına ilgi duymuş olan Kâtib Çelebi’nin en önemli eserleri arasında yer alır. Girit seferi dolayısıyla haritalara ve coğrafya kitaplarına merak saran Kâtib Çelebi eserinin giriş kısmında, coğrafyanın insana oturduğu yerde dünyâyı gezen seyyahlar gibi âlemi dolaşıp görme imkânı verdiğini, bu eserlerin okunmasıyla ömürleri boyunca seyahat edenlerden daha çok bilgi sâhibi olunacağını söyleyerek coğrafyanın faydalarını belirtir. Daha sonra Cihannümâ’yı yazma sebebini Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış coğrafya kitaplarının yetersiz olması, buna karşılık Batı’da bu ilme büyük önem verilmesi şeklinde açıklar. Bu gaye ile coğrafya alanında çeşitli kitaplardan faydalanarak İslâm coğrafyacılarının eksiklerini telâfi etmeyi ve coğrafya ilminin kendi zamanındaki durumunu ortaya koymayı düşünür. Kâtib Çelebi ayrıca Cihannümâ’nın iki bölümden meydana gelen bir eser olduğunu, birinci bölümün sâdece denizler, nehirler ve adalardan, ikinci bölümün karalardan, alfabe sırasıyla şehirlerden, 13. yüzyıldan sonra keşfedilen ülkelerden bahsettiğini de ifâde eder.

Bugüne ulaşan çeşitli nüshalarından anlaşıldığına göre Cihannümâ, kaynak niteliğindeki malzemesi ve plânları itibâriyle değişik târihlerde iki defa kaleme alınmış, ancak her ikisi de tamamlanmadan bırakılmıştır. Büyük ölçüde bir kozmografya kitabı şeklinde Ortaçağ’ın klâsik Arap eserleri model alınarak planlanan ve 1648’de hazırlanmaya başlanan ilk telif, bir kısım Avrupa ülkeleri hakkında kaynak bulunamadığı gerekçesiyle bitirilememiştir. Eserin bu ilk telifinde eski filozofların 4 ana madde mânâsındaki  ‘anâsır-ı erbaa / hava, ateş, su ve toprak’ tertibi esas alınmış ve bu bölümlerde bütün coğrafya bilgilerinin ortaya konulması planlanmıştı. Ancak müellif sâdece sulardan bahseden üçüncü bölümü tam olarak yazabilmiş, burada Ortaçağ coğrafyacılarınca da bilinen deniz, nehir ve gölleri anlatmıştır. Dördüncü bölüm yeryüzüne ayrılmıştır. Ülkelerin ve şehirlerin ele alınacağı belirtilen bu bölümde sâdece girişte dünyanın ölçüsü, Batlamyus’un yedi iklimi ile Ortaçağ coğrafyacılarının yirmi altı iklimi / ekâlîm-i örfiyye ve memleket tasvirlerinin bir kısmı yer almaktadır. Bunların arasında Müslüman İspanya (Endülüs), Kuzey Afrika (Mağrib) ve Osmanlı ülkesi (İklîm-i Rûm) bulunmaktadır. İklîm-i Rûm bahsinde önce İstanbul, Edirne ve Bursa gibi üç Osmanlı başşehrinin bilgileri verilmiş, ardından Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki toprakları olan Rumeli, Bosna ve Macaristan konu edilmiştir. Müellifin hemen hemen kendinden önceki coğrafyacıları tâkip ederek toplamış olduğu malzemeyi içine alan bu bölüm eserin en önemli kısmıdır ve yaklaşık beşte dörtlük bir bölümünü meydana getirmektedir. Bu ilk telife ait yazmaların hepsinde son bahsedilen şehir Macaristan’daki Hatvan’dır. Yazmaların bir kısmında, Atlas Minör müellifi G. Mercator’un projeksiyonunda yapılmış bir dünya haritasından başka denizleri, nehirlerin yataklarını ve sancakları gösteren 100 kadar küçük ayrıntılı harita da bulunmaktadır. Bunlar daha öncekiler gibi yuvarlak çizilmiş olup çok itinalı yapılanları vardır. Müellif özellikle burada faydalandığı Batı kaynaklarından da bazı bilgiler aktarmaya çalışmıştır.

İlk telif teşebbüsünü, Endülüs, Mağrib ve Rum’dan sonraki dördüncü iklimde konu edeceği Atlas Okyanusu adalarından İngiltere, Hibrenya ve İzlanda’yı kaynak ve bilgi yetersizliğinden dolayı yazamaması sebebiyle tamamlayamayan ve bu arada gördüğü A. Ortelius’un coğrafya kitabının tercümesini bekleyerek çalışmalarına ara veren Kâtib Çelebi, daha sonra Karaçelebizâde Mahmud Efendi’nin terekesinden Ortelius’un eseri yerine G. Mercator J. Hondius’un Atlas Minor’unu elde edip bunu yeni tanıştığı Fransız dönmesi Şeyh Mehmed İhlâsî’ye  1654 yılında tercüme ettirmeye başladı. Bu eserin tercümesi Alman memleketlerinden Bavyera’nın tasvirine gelince, Kâtib Çelebi çevirinin üçte ikilik kısmından bir an önce faydalanmak için 1654 Aralığı sonlarında Cihannümâ ‘yı yeni baştan yazmaya girişti. İkinci telifte müellif Atlas Minor’dan başka Doğu ve Batı kaynaklarından da onları değerlendirmek suretiyle büyük ölçüde faydalandı. Burada ismi verilen Batı kaynaklı eserlerin sayısı 10’u, Doğu kaynaklı eserlerin sayısı ise 150’yi bulur. Aralarında Kitâb-ı Bahriyye, Târih-i Hind-i Garbı, Acâibü’l-Letâyif ve Kitâbü’l-Muhît gibi eserlerin de bulunduğu Doğu menşeli kaynakların fazlalığı dolayısıyla Cihannümâ’nın bu telifi, 17. yüzyıl ortalarına kadar İslâm coğrafya eserlerinin bibliyografyasını da vermektedir.

Cihannümâ’nın ikinci telifi ilkinden esaslı şekilde ayrı olduğu gibi doğrudan doğruya başka eserlere de bağlı değildir. Fizikî coğrafyaya ait oldukça ayrıntılı bir girişten ve Kristof Kolomb ile Macellan’ın ünlü keşif seyahatlerinin söz konusu edildiği genel bir bölümden sonra Kâtib Çelebi Batı kaynaklarını kullanarak eserine doğuda Japonya ve Asya’nın tasvirî coğrafyası ile başlamaktadır. Batı’ya ve İslâm dünyasına doğru ilerledikçe kitâbî kaynaklar dışında kendisi tarafından çeşitli yollarla toplanmış bilgiler ağırlık kazanmakta, doğu ve batı kaynakları ikinci plana düşmektedir. Müellif ele aldığı ülkelerin durumunu, idârî bölümlerini, saltanat şekillerini, siyâsî yapılarını, halkın ahlâk ve âdetlerini, binalarını, su, hava, nehirler, dağlar ve bitkilerini, yetiştirilen ürünleri ayrıntılı şekilde anlatmıştır. İkinci telifte Cihannümâ’yı diğer Osmanlı coğrafya eserlerinden ayıran başlıca özellik, kıta tasnifine göre coğrafî bilgilerin düzenlendiği fasıllara yer verilmesidir. Burada dünyanın beş kıtası Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Macellanika / Avustralya ve Kutuplar olarak altıya bölünerek, gerek batı kaynakları gerekse İslâm coğrafyacılarının tasniflerinden farklı şekilde Japon adalarından başlanması esere sistematik bakımdan ayrı bir nitelik kazandırmıştır. Ancak Kâtib Çelebi’nin erken ölümü sebebiyle Cihannümâ’nın bu ikinci şekli de tamamlanamamıştır. Müellif eserin ikinci telifini Osmanlı Devleti sâhasına kadar getirmiş ve ele aldığı son yer Van olmuştur.

Cihannümâ, İbrahim Müteferrika’nın bastığı eserlerin on birincisi olarak 3 Temmuz 1732 târihinde Müteferrika Matbaası’nda basılmıştır. Tam olmamakla birlikte çeşitli Batı dillerine çevrilmiş, ayrıca muhtasarları ve ilâveleri de yapılmıştır.

İbrahim Müteferrika, eseri ilki Asya’yı, ikincisi Avrupa’yı ve dünyanın geri kalan kısımlarını ihtiva etmek üzere iki cilt hâlinde neşretmeyi planladığı halde sâdece Asya’yı anlatan bölümü yayımlaya-bilmiştir. Müteferrika’nın esere ilâve ettiği kırk levha ve haritadan Azerbaycan ve Anadolu’ya ait olanlar Ebû Bekir ed-Dımaşkî’ye âittir. Diğerleri ise Avrupa haritalarına göre hazırlanmıştır. Bundan dolayı matbu Cihannümâ, Kâtib Çelebi’nin yazdığı orijinal nüsha esas olmak üzere İbrahim Müteferrika tarafından yapılan ilâveli bir neşirdir.

Coğrafya alanında doğu anlayışının batı anlayışına geçişte önemli bir yere sâhip olan Cihannümâ’nın gerek yazma ve matbu nüshası, gerekse Batı dillerine tercümeleri birçok Batılı seyyaha, özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında coğrafi bölgelerin tespit ve tanınmasında önemli derecede yardımcı olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde aydın kütlenin görüş açısını büyük ölçüde genişletmiş ve bu sâhada başka eserlerin yazılmasına yol açmıştır.

Kâtib Çelebi

Osmanlı döneminde, müspet düşünceyi temsil eden âlimlerden Kâtib Çelebi 15 Şubat 1609 târihinde İstanbul’da dünyâya geldi.  06 Ekim 1657’de Bursa’da vefat etti.

Himmet sâhibi, iyi huylu, az konuşan, hâkim meşrepli bir zattı. Rindle rind, zâhidle zâhid, küçükle küçük, büyükle büyük olabilen bir şahsiyet olduğu belirtilir. Kâinattaki hakîkatleri anlamak için astronomi ilminin bilinmesi gerektiğini belirtir, anatomi bilmeyenin Cenab-ı Allah’ı tanımakta zorlanacağını söylerdi.  Kâtib Çelebi, ilgilendiği değişik ilimler hakkındaki düşünceleri yanında, toplumun düzeni ve devamı için ilmi vâsıta kabul etmekte, âlimleri ise toplumun kalbi sayarak bilgiye dâir hiçbir şeyin küçük görülmemesi gerektiğini belirtmektedir.  Dinle hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak ilim yoluyla olabileceğini ifâde eder.

Günümüze 25 adet eseri intikal etmiştir.

Osmanlı Devleti, asırlar boyu üç kıtaya hükmetmiş şanlı bir devlettir. Bünyesinde bir yandan cihangir bir nesil yetiştirirken bir yandan da ömrünü ilme adayacak şuurda âlimler yetiştirmiştir. Bu özelliğiyledir ki ‘Devlet kılıçla kalem üzerinde durmaktadır.’darb-ı meseline güzel bir misal olmuştur.

Ömrünü ilme vakfederek, gelecek nesillere çok değerli eserler bırakan, vatan sathını ilim nuruyla aydınlatan talebeler yetiştiren âlimlerimizden birisi de Kâtib Çelebi’dir. Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife olarak da anılır.  Babası Abdullah Efendi Enderun’a dâhildi. Kâmil bir mü’min olan Abdullah Efendi oğlunun da İslâm’ı mükemmel bir şekilde öğrenip vatanına, milletine hizmet etmesini istiyordu. Kâtib Çelebi beş yaşına geldiği zaman babası Kırımlı imam İsa Halife’yi oğluna hoca tutmuştur. İsa Halife nezâretinde Kur’ân-ı Kerim, Arapça ve diğer temel dinî ilimleri okudu. Henüz yedi yaşlarındayken Kur’ân-ı Kerim’in yarısını ezberlemişti. 14 yaşına geldiğinde Arapça ve Farsçayı mükemmel bilmekteydi. Ayrıca hat san’atında da hayli mahâret kazanmıştı.

Oğlundaki ilim aşkını fark eden babası kendi aylığından 14 dirhem harçlık bağlayarak Kâtip Çelebi’yi yanına almıştı. Bu suretle Kâtib Çelebi divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi Kalemine 1623 yılında talebe olmuştu. Bu vazifede iken hesap kaidelerini ve siyâkat (sözdeki uygunluk) yazısını da mükemmel surette öğrenmişti.

Babasının yanında devlet hizmetine başlayan Kâtib Çelebi yirmi seneden fazla bu hizmetini devam ettirmiştir. Orduda mukabele defteri tutan Kâtib Çelebi bu vesileyle birçok sefere iştirak etmiştir. 1623’te babasıyla birlikte Tercan seferine gitmiş, ordunun Abaza isyanını bastırma hareketini yakından tâkip etmiş ve 1626 yılında da Bağdat seferine katılmıştır.

Kâtib Çelebi’nin babası 1626’da vefat etti. İstanbul’da bulunduğu esnâda devamlı ilim tahsil eden Kâtib Çelebi devrin meşhur âlimlerinden,   bu arada, Kadızade Efendi’den  de  ders aldı. Ayrıca İstanbul’da tanınmış diğer âlimlerden de istifade etmiştir.

Kâtib Çelebinin orduyla birlikte çıktığı diğer seferlerden başlıcaları şunlardır: 1629/1630’da Hüsrev Paşa ile Bağdad Seferi’ne, Sultan Dördüncü Murad  Han ile birlikte Revan Seferi’ne iştirak etmiştir.

On sene orduda hizmet görüp gazâlara iştirak eden Kâtib Çelebi hacca da gittikten sonra İstanbul’a dönerek kendisini ilme vermiştir.

Kâtib Çelebi kendisine bir yakınından miras kalan 300 akça ile kitap alarak geceli gündüzlü değerli eserleri incelemeye koyulmuştur. Tam on sene boyunca kıymetli eserlerle baş başa yaşadı. Öyle ki bazı günler güneş battıktan doğuncaya kadar başını kitaplardan kaldırmamakta, güneş hayli yükseldikten sonradır ki sabah olduğunu fark etmektedir. Dînî ilimlerin yanı sıra matematik ve astronomi de tahsil etmiş olan Kâtib Çelebi Fransızca ve Latince de öğrenmişti. En fazla târih ve coğrafya ilimlerine merak sarmıştır.

Kâtib Çelebi meşgalelerinin gayesini şöyle anlatmaktadır: ‘İnsan için en yüksek mertebe ve en büyük saadet, Allah’ı tanımaktır; bilhassa nereden gelip nereye gittiğimizi bilmektir.’

Kâtib Çelebi’ye göre ilim Allah’ı tanımanın bir vasıtasıdır. Ve bu ölçüler içerisindeki ilim, cemiyetin ayakta durmasına ve devamına bir vasıtadır. İnsanda kâlb ne ise, cemiyette de âlimler aynı ehemmiyete hâizdir.                                                                 

Devrinde münâkaşa konusu olmuş meselelere parmak basan ve çok isâbetli çözüme kavuşturan Kâtib Çelebi, bildiğini çekinmeden söylemiştir. Çünkü gelecek peşinde, makam peşinde değildir. Bu ihlâsı yüzündendir ki söyledikleri devlet idârecileri ve  halk üzerinde çok tesirli olmuştur.

Kâtib Çelebi, Mîzanü’l-Hakk’da devlet idâresinin en mesuliyetli makamında oturan padişaha şu nasihatlerde bulunmaktadır:

“Önce, halkın pâdişah (Allah onu güçlendirsin ve devletini kıyamet gününe dek devam ettirsin.) Hazretlerine yaraşan nasihat budur ki, farzları ve vâcipleri yerine getirip İslâm akidelerini bilecek kadar ilimle din mevzuunda iktifa edip kendilerinin ilm-i hâli olan hazine ve asker ve halk işlerinin inceliklerini bilmeye çalışsınlar. Büyük ecdatları gibi târih okuyup geçen devletlerin hallerinden hisse alsınlar. Ve halkın örfünü öğrenip her asrın icabı ne ise yumuşaklık ve sertlikle yüce devletin eski kanununu yürütsünler. Öteki devlet adamları ve saltanatın ileri gelenleri de bu yolda velinimetlerine yardımda bulunsunlar ve ellerinden geldiği kadar onun iyiliğini istemeye himmet etsinler. Müslümanların birbirine zıt davranmalarına râzı olmayıp aralarında olan kavgayı yumuşaklıkla önlesinler ve Allah’ın emirlerini yerine getirmekte, harp ve cihad işinde gevşeklik göstermesinler.’

Katip Çelebi; ‘Mizanü’l-Hakk’ isimli eserinde, Osmanlı Cihan Devleti’nde pek de mevcut olmamış gerçek bir felsefi düşünce ortamı ve geleneği bir yana, İslâmî ilimler çerçevesindeki sınırlı bir felsefî düşünce geleneğinin bile devletin medreselerinde artık tahammül edilemez duruma düştüğünü çok iyi anlatır.

Bursa’da vefat eden Kâtib Çelebi’nin cenazesi İstanbul’da getirilerek defnedilmiştir. Unkapanı Köprüsü’ne inen bulvarın ortalarında, sağ kolda ve biraz alçakta, Manifaturacılar Çarşısı alanında, üç büyük Osmanlı evladı; ilk İstanbul belediye başkanı, âlim ve şâir, Nasreddin Hoca’nın torunlarından Hızır Bey Çelebi (1407-1458), tanınmış şâir Necâti Bey (1444-1509) ve büyük âlim Kâtib Çelebi, ufak ve müevazı bir hazirede yan yanadır.

Himmet sâhibi olşuşuyla, güzel ahlâkıyla, talebe yetiştirmede gösterdiği gayretle, bıraktığı değerli eserlerle gelecek nesillere güzel örnek olan Kâtib Çelebi’nin kıymetli eserlerinden; Keşfü’z-zünun, Cihan-nüma, Tuhfatü’l-Kibar fi Efsâri’l Bihâr, Mizânü’l Hakk fi ihtiyaril Ahakk, ya tamamen veya kısmen batı dillerine tercüme edilmiştir.

Kâtib Çelebi’nin eserlerinden bir kısmı şunlardır: Kâinatın yaratılışından 1641 yılına kadar genel târih bilgilerini içeren: Târih-i Kebir  (1641),  Bu eserin, yazarın kendi el yazısıyla hazırlanmış orijinal nüshası Beyazıd Devlet Kütüphânesi’ndedir. 1592’den 1655 yılına kadar  yaşanan olayların detaylı olarak anlatıldığı: Fezleke (1659), Girit Seferleri’ni anlatan:  Tuhfetü’l-kibâr  (1729)  Bu eseri, Orhan Şâik Gökyay tarafından sâdeleştirilip notlar eklenerek 1973 yılında yeniden basılmıştır.)

BOYUT YAYINCILIK

Tekstil Kent Koza Plaza, A Blok Kat. 26. Esenler, İstanbul. Telefon: 0.212-413 33 33   

e-posta: info@boyut.com.tr  // www.boyut.com.tr 

Gagavuz Türkleri, Gagavuzya’da Türk Askerini Görmek İstiyor

 Bu hafta sonu değerli ağabeyim Yücel Alpay Demir’le birlikte Gagavuz Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Komrat’ta Gagavuz Türklerinin temsilcileri ile bir araya geldik.

Türk halkının mühim bir kısmı Gagavuz Türkleri kimdir, Gagavuzya nerededir ve Gagavuzya’nın önemi nedir gibi soruların cevabını bilmiyor. O nedenle Gagavuzya seyahatimize dair bilgi aktarmadan önce Gagavuzya ve Gagavuz Türkleri hakkında genel bilgi verelim.

Gagavuzlar Kimdir?

Moldova sınırları içindeki Gagavuzya, yaklaşık 150 bin nüfusa sahip bir özerk cumhuriyet. Moldova’nın diğer kentleri ve Rusya’da yaşayanlarla birlikte toplam Gagavuz nüfusunun 250 binden fazla olduğu tahmin ediliyor. Türkiye Türkçesine yakın bir dil konuşan Gagavuzlar, Rusya’nın yanı sıra Türkiye ile de yakın ilişkilere sahip.

Kökeni Oğuz Türkleri’ne dayandığı düşünülen Gagavuzlar, Ortodoks Hıristiyan inancına sahip. Gagavuz sözcüğünün “Gök-Oğuz”dan türediği düşünülüyor. Evghenia Gutul’un başkanı olduğu özerk yönetimin başkenti Komrat.

Bizans kaynaklarına göre 11. yüzyılda Balkanlar’a yerleştikleri belirtilen Gagavuzların büyük bölümü, 1812 yılında yaşadıkları Beserabya’nın Ruslar tarafından ilhak edilmesi üzerine Bucak’a yerleşti.

Gagavuzlar, 1856-1878 yılları arasında Moldova-Rumen idaresinde kaldı. Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı’nın başında Gagavuz memleketini Moldova ve Ukrayna cumhuriyetleri arasında bölüştürdü.

Sovyetler dağılınca Moldova bağımsızlığını ilan etti. Bunun üzerine ülkedeki milliyetçiliğin yükselişe geçmesiyle birlikte Gagavuzlar da özerklik taleplerini daha yüksek sesle dile getirmeye başladılar.

1994’teki referandumun ardından kabul edilen yasayla Moldova içindeki 4 enklav, özerk Gagavuz bölgesi olarak ilan edildi. Bu yasaya göre, Moldovalılar Romanya ile birleşirse Gagavuzlar bağımsızlığını ilan edebilecek. Ama işte bütün problem tam da burada ortaya çıkmakta gerek Moldova yönetimi gerekse Avrupa Birliği (ve Amerika Birleşik Devletleri) Gagavuzya’nın bu self determinasyon (kendi kaderini tayin) hakkını hiçe saymakta ve Gagavuzya’yı da Moldova’nın alelade bir şehri gibi ve Moldova’nın bir parçası olarak AB’ye ilhak etmeye çalışmaktadır.

Nitekim daha geçen hafta Avrupa Birliği (AB) Konseyi, “Rusya’nın Moldova’yı istikrarsızlaştırmak için yaptığı doğrudan girişimlere katkı sağlamak için ayrılıkçılık yaptıkları” gerekçesiyle Ortodoks Hıristiyan Türklerin yaşadığı Gagavuzya Özerk Bölgesi liderlerine yaptırım kararı aldı. AB Konseyi, 38 yaşındaki Gagavuzya Başkanı Evghenia Gutul’u, “Moldova’da ayrılıkçılığı teşvik etmek, bu şekilde anayasal düzeni yıkmaya çalışmak ve bağımsızlığı tehdit etmekle” suçluyor.

Gagavuzya Seyahatimiz

İstanbul Havalimanından başlayan Gagavuzya yolculuğumuzda ilk durak 1,5 saatlik bir uçak seyahatinin ardından Moldova’nın başkenti Kişinev oldu. Türkiye Moldova arasındaki anlaşma gereğince Türk vatandaşları pasaportsuz olarak yeni kimlikleri ile birlikte Moldova’ya seyahat etme hakkına sahip olmalarına rağmen, son zamanlarda pek çok Türk vatandaşı ülkeye kabul edilmiyor ve kapıdan geri gönderiliyor. Havalimanı pasaport kontrol noktasında geri dönüş biletinden nerede konaklanacağına kadar detaylı soru soruyorlar. Pasaport kontrolde bize de sorun çıkarmaya çalıştılar ancak bir dostumuzun daha önceden sınır kapılarına gönderdiği resmi yazı sayesinde ülkeye sorunsuzca giriş yapabildik.

Kişinev’deki bir günlük konaklamanın ardından istikametimiz Gagavuzya’nın başkenti Komrat oldu. Komrat, uçsuz bucaksız bir düzlüğün ortasına kurulmuş bir şehir. Şehre yaklaşırken sizi yine uçsuz bucaksız üzüm bağları karşılıyor. Şehre girdiğinizde Türk konsolosluğuyla karşılaşıyorsunuz. Konrat’ta konsolosluğu olan tek ülke Türkiye. Türkiye ‘ye dair diğer resmi kurum ise TİKA’ya bağlı olarak kurulan Yunus Emre Enstitüsü yerleşkesi. Şehirdeki diğer önemli kurum ise Komrat Devlet Üniversitesi. Üniversite’nin girişinde Gagavuzya için önemli simaların heykelleri var. Bu heykeller arasında eski Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev’in de heykelleri var. Demirel’in Gagavuzlar için ne kadar önemli bir isim olduğunu aşağıda anlatacağız.

Gagavuzya’daki temaslarımıza geçmeden önce Gagavuz Türkleri ile aramızdaki yakınlığa ilişkin müşahhas bir iki örnek vermekte fayda görüyorum. Öncelikle Gagavuz Türkleri son derce duru bir Türkçe konuşuyorlar ve kendileriyle çok rahat bir şekilde anlaşabiliyoruz. Bir diğer husus yemeklerle alakalı. Moldova’nın gerçekten çok kötü bir mutfağı var, Türkiye’den giden Türklerin işlettiği restoranlar da dahil olmak üzere ciddi bir lezzet problemi var. Gagavuzya’da restoranda yediğimiz yemekler ise gerçekten damak tadımıza son derece uygundu. Hatta Kişinev’de Gagavuzlar tarafından işletilen ve Kişinev’in en elit restoranlarından biri olan Gök-Oğuz Restoran’da yediğimiz yemekler de tam bize göreydi. Gagavuz Türkleriyle soydaşlığımızı, kardeşliğimizi bu “damak tadı” uyumu bile tek başına ortaya koyuyor. Son husus ise daha ilginç; Gagavuz Türkleri Hıristiyan olmalarına rağmen yaratıcıya tıpkı Müslüman Türkler gibi “Allah” diyorlar. “Allah korusun”, “Allah izin verirse” gibi deyişler Gagavuz Türklerinin günlük yaşamlarının parçası haline gelmiş. Hatta Gagavuz Türklerinin yaratıcıya “Allah” demeleri diğer Hıristiyan topluluklar tarafından eleştiriliyor.

Gagavuz Türkleriyle Görüşmelerimiz

Komrat’ta bizi ağırlayan Gagavuz Türkleri, kendilerini Gagavuzya’nın bağımsızlığına adamış fedakar ağabeylerimizdi. İsimleri şimdilik bende saklı kalacak olan bu ağabeylerimizden Gagavuzya’nın mevcut ihtiyaçları ve Türkiye’den beklentileri konusunda çok istifade ettik.

Bundan yaklaşık 30 yıl önce Gagavuzya ve Moldova arasında ipler gerilince dönemin Türk Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in ön ayak olması sonucu Türkiye’nin müdahalesiyle Gagavuzya ve Moldova arasında bir antlaşma imzalanıyor. Bu antlaşmaya göre Moldova yönetimi Gagavuzya’nın iç işlerinde bağımsız olduğunu ve Moldova askerlerinin Gagavuzya topraklarına hiçbir şekilde girmeyeceğini kabul ediyor. Türkiye’de “garantör ülke” sıfatıyla bu antlaşmaya imza atıyor. Süleyman Demirel’in Gagavuzya için önemi burada başlıyor.

DSP-MHP-ANAP Hükümeti döneminde Gagavuz Türklerinin temsilcileri dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ile görüşüyorlar. Devlet Bahçeli, Gagavuzya meselesine ciddi önem veriyor ve kendilerine yardımcı oluyor.  Devlet Bahçeli, Gagavuzya temsilcilerini “ilgili kamu görevlilerine” yönlendiriyor. “İlgili kamu görevlileriyle” yapılan görüşmelerde Komrat’a bir havalimanı yapılması ve bu havalimanı vasıtasıyla Türkiye’den Komrat’a her türlü yardımın doğrudan yapılması kararlaştırılıyor. Yine Gagavuz Türklerinin güvenliklerinin sağlanması açısından gerekli eğitimlerin verilmesi planlanıyor. Ancak 2002 yılında Türkiye’deki iktidar değişikliğinden sonra bu proje akim kalıyor.

Gagavuz Türkleri, Moldova yönetimine karşı siyasi mücadelelerini verebilmek için Bucak Partisi’ni kurmuşlar. Partinin ismindeki “Bucak” ifadesi çok önemli. “Bucak” ifadesi, Gagavuzların anayurdunu ifade etmektedir.

Görüştüğümüz temsilciler sadece Gagavuzya’nın bağımsızlığını kaybetmesinden değil Gagavuz Türklerinin kitlesel olarak dillerini ve kimliklerini kaybetmelerinden korkuyorlar. Mücadelelerini bunun için veriyorlar.

Gagavuz Türklerinin Türkiye’den üç (3) önemli beklentisi var;

Birincisi; yukarıda bahsettiğimiz anlaşma gereğince Moldova askerleri Gagavuzya topraklarına giremez ve Türkiye bu anlaşmanın garantör ülkesidir. Türkiye’nin bu anlaşmadan kaynaklanan “garantör ülke” vasfıyla bu konuda aktif rol oynamasını istiyorlar.

İkincisi; Gagavuzya’da sembolik de olsa Türk askerinin konuşlanmasını istiyorlar. “Burada meydanda üniformasıyla sadece 1 tane Türk askeri olsun, biz onun canını da koruruz, her ihtiyacını da karşılarız. Ama yeter ki bu topraklarda Türk askerinin olduğu görülsün”. Bu beklentilerinde de son derece haklılar çünkü Moldova askerlerinin son zamanlarda bazı Gagavuz köylerine baskınlar yaptıklarını ifade ettiler. “Burada Türk askeri olursa Moldova buna cesaret edemez” diyorlar.

Üçüncüsü; Türkiye’nin Gagavuzya’ya ekonomik yatırımlarını artırmasını, bölgede sanayi tesisleri açmasını talep ediyorlar.

Dördüncü ve son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşüp taleplerini kendisine doğrudan iletmek istiyorlar.

Gagavuz Türklerinin, MHP’ye ve Devlet Bahçeli’ye bakışları son derece müspet. Taleplerinin Devlet Bahçeli’ye ulaşması halinde, Bahçeli’nin bu konuda olumlu girişimlerde bulunacağını düşünüyorlar. Yine kendileriyle ilgili problemleri çözebilecek tek kişinin Devlet Bahçeli olacağına inanıyorlar.

Bugün bize ve bütün milletimize düşen görev, Gagavuz soydaşlarımızı Avrupa’nın göbeğinde kendi kaderlerine terk etmemek ve vakit geç olmadan kardeşlerimize yardım etmektir.

“Sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Beethoven’ın beste yaptığı gibi süpürün; Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün; Michalengelo’nun resim yaptığı gibi süpürün. Öyle bir süpürün ki, yürüyen ve uçan her şey ve herkes dursun ve ‘Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin. ”  (Martin Luther King)

Çözüm Sürecinden de Ötesi

“Bir Şeyler Pişiyor” başlıklı yazımda “PKK ile yeniden müzakere” veya “yeni bir Çözüm Süreci mi geliyor?” sorularına karşı düşüncemi açıklamıştım: “Bana göre mutfakta pişen şey yeni bir çözüm sürecinden de ötesi” demiştim.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM milletvekillerinin elini sıkması, bu eyleminin sebebini “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” diye açıklaması bir işaret fişeği idi.Bahçeli’nin açıklamasının CB Erdoğan’ın “tek yapmamız gereken iç cephemizi sağlam tutmaktır” sözünden hemen sonrayapılması ortak bir planın uygulamaya konulduğunu gösteriyor.

Cumhur İttifakının en küçük ortağı Hüdapar’ın Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun “Anayasa’nın 4. Maddesi kaldırılmalı” ve TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un “Anayasa’nın 3. Maddesinin değişmesi gerekir” beyanı tesadüf değildi. Yoklanan nabızlardan sonra “anayasanın ilk dört maddesi değişmeyecek” mesajlarıyla kamuoyu tepkisinin büyümesi önlendi. Ama bu niyetlerini birilerine ulaştırmış oldular.

Bu arada “AKP ile ilişkileri normalleştirme politikası” uygulayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel de önce hapisteki Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edeceğini ve sonrasında Diyarbakır’dan Van’a altı ilde program düzenlediğini açıkladı. Bunlar projenin unsurlarının sadece Cumhur İttifakı, DEM, Öcalan, PKK’dan ibaret olmadığının işareti.

Özgür Özel’in daha Diyarbakır’a gitmeden “Kürtler ‘ben eşit hissetmiyorum’ diyorsa onlar hissedene kadar hep birlikte mücadele edeceğiz” mesajı vermesi de bu defa projenin paydaşlarından birinin CHP olacağını gösteriyor.

CHP’nin ulusalcı/ milliyetçi kesimi de iyi bilir ki, Türkiye’de bütün vatandaşlar anayasal haklar yönünden eşittir. Uygulamadaki sorunlar her kesim için çeşitli boyutlarda vardır. Bunlar iktidarın siyasi tercihlerinin veya uygulamacıların hatalarının sonucudur. Ama görünen o ki Özgür Özel yeni süreçte iktidara destek verecek.

***********************************

Erdoğan’ın Hedefi ve ABD- İsrail Projeleri

“Yeni bir çözüm sürecinden ötesinin” planlanmakta olduğuna dair analizimin gerekçelerini, ABD/ İsrail planlarını ve geleceğe dair tahminlerimi sizlere sunmak istiyorum.

  1. “Yeni Anayasa” bu sürecin kilidi. CB Erdoğan’ın kendisini en zayıf hissettiği dönemdeyiz. Erdoğan, süresinde yapılacak seçimde Cumhurbaşkanı adayı olamayacak. Erken seçim olması halinde aday olabileceği için birazcık erkene alınmış bir seçimle bu engeli aşabilir. Özgür Özel’in bu konuda kolay ikna edilebileceği açık. Ancak ekonomi o kadar berbat, adaletsizlik korkunç, niteliksiz ve liyakatsiz siyasetçi ve bürokratlar işleri o kadar kötü yönetiyor ki Erdoğan’ın yüzde 50’nin üstünde oy alabilmesi mümkün görülmüyor. Bu bakımdan Erdoğan’ın daha az oy oranı ile seçilebileceği ve gücünü koruyabileceği bir anayasa istiyorlar. Bu yüzden “yeni Anayasa” talebinde ısrarlı olacaklar.
  2. Yeni anayasaya DEM partililerin oy verebilmesi için ilk çözüm sürecinde dile getirilen PKK taleplerinden bir kısmını “yeni Anayasaya” sokabilirler.
  3. Yeniden tasarımlanan Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi ve Büyük İsrail Projelerinin yeni bir aşamasına geçilecek. ABD seçimlerinden sonra ABD askerinin Suriye’den çekilmesi planlanıyor. Çekilme olmadan önce (Irak’ta Barzani Kürdistan’ının devletleşme sürecine benzer şekilde) Suriye’de halen ABD himayesinde yapılanan PKK/PYD devleti kurulacak. Devletleşen PYD’nin, gelişme sürecinde, Türkiye tarafından düşman kabul edilmemesi önemli. Türkiye nasıl ki önceden kurulmasını istemediği Barzani Kürdistan’ı ile sonradan sıkı ilişkiler geliştirdi ise PKK/PYD devleti ile de çatışmayan, onu geliştiren bir rol oynasın isteniyor.
  4. PYD/PKK devletinin Türkiye tarafından tanınması ve desteklenmesi için kamuoyunun ikna edilmesi lazım. Bunun için “Türkiye’deki PKK’nın tasfiyesi”, “iç cepheyi güçlendirmek”, “analar ağlamasın” sloganlarıyla beyinler yıkanacak. “PKK’nın tasfiye süreci” içinde, Türkiye Suriye’deki operasyonları durduracaktır. Suriye içindeki PKK/PYD devleti meşrulaşacaktır.

Bunun için CHP’nin projeye paydaş yapılması işleri kolaylaştıracak. Gelecek ve Deva Partileri de bu projeye ideolojileri gereği destek olurlar. Geride muhalif olarak sadece İYİ Parti ve Zafer Partisi kalacak. “Bu cesametteki muhalefetin önleyici etkisi olamaz” diye hesaplanıyordur sanıyorum.

  • BOP ve Büyük İsrail Projesinin ana amacı İsrail’in güvenliğini artırmak ve enerji kaynaklarını kontrol etmektir. Bu ana projelerin bir bölümü olan Büyük Kürdistan Projesinin ilk iki aşaması olan Irak ve Suriye’den sonra Türkiye ve İran içinde birer Kürt Devleti kurmaktır. Bunlar sağlanabilirse İsrailli fanatiklerin hayali olan Nil’den Fırat’a kadar olan bölgede İsrail doğrudan veya garnizon Kürt devletçikleri aracılığıyla hakimiyet sağlamış olacaktır.
  • Türkiye ve İran cephe savaşlarıyla işgal edilmeleri imkansıza yakın ülkelerdir. Parçalanmanın iç dinamiklerle olmasına çalışacaklar. Türkiye’nin en zayıf tarafı içimize aldığımız 10-13 milyon arası sığınmacı ve kaçaklardır. Bunlar içindeki terörist unsurları kullanarak iç savaş çıkarmak veya biraz zamana bırakarak demografik yapıyı değiştirerek “Türkleri azınlığa düşürmek” planı devreye girebilir.
  • Almanya Başbakanı ile görüşen CB Erdoğan’ın “Suriye’den ve Lübnan’dan gelecek sığınmacılara kapımız açıktır” demesi ve “AB’den suç işlemiş Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye kabulü anlaşması” yapması O’nun “millet” anlayışına uygundur. “Millet-i İbrahim’den” olduğuna inandığı kitleleri Türkiye’ye alması, “Türkiye’de Türkleri azınlığa düşürmek” planı ile örtüşüyor.
  • Yeni Anayasa’da” ilk dört madde değişmeyebilir ancak 66. Madde gibi öyle maddeler değiştirilir ki ilk dört maddeyi işlevsiz bırakabilirler. Erdoğan’ın, “MİLLETİN ÇEŞİTLİLİĞİNİ YANSITAN BIR ANAYASA HEDEFLİYORUZ” sözü ile kastettiği devleti kurması, ABD ve İsrail gibi, Ortadoğu’daki oyun kurucuların planlarını kolaylaştırır. ABD, O’na “BOP Eşbaşkanı” unvanını verirken inançlarını, karakterini ve tutumlarını çok iyi analiz etmiştir. Bu bakımdan ABD/ İsrail devletleri Erdoğan’ın Türkiye Cumhurbaşkanı olmasından mutludur sanıyorum. Çünkü O’nun ideolojik yapısını ve iktidar hırsını kullanarak projelerini yürütmeyi tercih ediyorlar.

Muayenehaneden hastaneye – Özel Çağın Göz Hastanesi

Şehrimizin sağlık hizmetlerinin bilinmesi amaçlı yazılan bu makalemde de bir sağlık kuruluşumuza gelip muayenehane de açarak hekimlik yapan bir meslektaşımızın özel hastaneye uzanan hikâyesini okuyacaksınız.

Dr. Kürşat Çağın, 1988’de Gölcük Deniz Hastanesi’ne tabip asteğmen olarak gelmiş olan bir göz uzmanıdır. 1960 Edremit doğumludur. Babası subay olup; annesi 93 harbinde kafkaslardan Siirt’e göçle gelmiş bir ailedendir. Ankara Tıp Fakültesi’nden hekim ve Ankara Numune Hastanesi’nden göz uzmanlığını almıştır. Askerlik gereği geldiği Gölcük’te Begüm İzgün ile

tanışıp evlenmiş ve tam Kocaeli’li olmuştur. Bu arada Gölcük’te muayenehanesini de açmıştır. Askerlik sonrası 1990’da açılan Gölcük Necati Çelik Hastanesi’ne atanmış, hastanenin ilk göz uzmanı olmuştur. Hastanenin imkansızlıklarına rağmen çalışkanlığı, katarakt ameliyatları ve kornea nakil ameliyatlarındaki başarıları onun tanınmasını artırmış;güvenilip aranılan bir göz hekimi olmasını sağlamıştır. Bu arada, satın aldığı portatif mikroskop ile muayenehanesinde ve hastanede yaptığı ameliyatlardan güzel sonuçlar alması tanınmışlığını daha da arttırmıştır.

1991de yüksek miyopilerde yapılan kornea çizme tedavisini de şehrimizde ilk yapan hekimdir. 1994’de getirdiği excimer laser tekniğini İstanbul ve Bursa’dan sonra şehrimizde uygulayandır. Bu yenilikci teknik ile yaptığı 1000 den fazla vakasını Ukrayna Odesa’daki göz kongresinde sunmuş ve bu çalışması en iyi tebliğ ödülünü almıştır. 1996’da fako teknolojisini şehrimize getirmiştir. Bugün hastanesinde bunun robotik versiyonları uygulanmaktadır.

Gölcükteki bu çalışmaları devam eder iken İzmit merkezde de göz lazer merkezi’nin kurucu ortağıdır. E5 üzerinde, Kuryapı iş merkezindeki bu göz lazer merkezinin diğer ortakları Dr.

Neslihan Özgen, Dr. Neşe Şenol, Dr. Akın Yılmaz, Dr. Asaf Savaş ve Dr. Caner Karadenizli’dir. Bu hekimlerimiz o yıllarda Kocaeli Devlet ve Sigorta Hastanesinin göz hekimleridir. Bu merkez 1999 depreminden sonra tasfiye olmuştur.

Dr. Kürşat Çağın, 1998 yılında Gölcük Devlet Hastanesinden istifa etmiş ve tam zamanlı muayenehanesinde çalışmaya devam etmiştir. Bu arada muayenehanesini daha geniş imkaânlı ve büyük bir mekana taşıyarak göz kliniği haline getirmiştir.1999 depreminde burasının kullanılamaz hale gelmesi üzerine göz kliniğini İzmit merkezde, Fethiye Caddesi Ekmel iş hanında açarak hastalarını burada kabul etmeye devam etmiştir.2004 yılında ise yine İzmit merkezde Naci Girginsoy sokak no 5’de Göz Cerrahi Merkezini kurmuştur. Böylece Dr.Bekir Koç, Dr.Fehmi Aydoğan ve Dr.Burak Yener ile birlikte ekip çalışması şeklinde daha fazla

insana sağlık hizmeti veren bir çalışma düzenine geçmiştir.

Çağın Göz Hastanesine geçiş: Cerrahi Göz merkezinin iş yapma gücünü zorlayan bir hasta akışı göz hastanesi ihtiyacını düşündürmüş ve bunun için Yahya Kaptan E5 kavşağındaki arsayı satın almıştır. Bu arsaya mimarisi dâhil her imknı ile bu maksada uygun olan modern bir göz hastanesi yaptırarak 2011 yılında hizmete sokmuştur. Bu hastane 4000 mkare kapalı alanı,26 yatak kapasitesi, her türlü gelişmiş teknik imkânlara sahiptir. 8 göz uzmanı,1 anestezi uzmanı, 3 pratisyen hekimi ve deneyimli personeli ile 7 gün 24 saat hizmet vermektedir. Ülkemizin her yerinden ve yurt dışından gelen insanlara hizmet veren bu hastanemiz şehrimizin marka değerlerindendir.

Dr. Kürşat Çağın hekimliği yanında sosyal ve kültürel konulara da önem veren birisidir.1989 da başladığı göz         uzmanlığının     35. yılında olup bunun anısına sınırlı sayıda hatıra pulu bastırmıştır. Hastanesinin enerji ihtiyacını Uşak’ta kurduğu güneş enerji santrali ile karşılayan iyi bir çevrecidir. Bu yıl 13. yapıldığı ve göz alabildiğine mavi, yeşil,sarı …gibi renkler ile duyurulan fotoğraf yarışmaları         Türk Fotoğraf                Federasyonundan ödül almıştır.23 nisan tarihinde yapılan çocuk fotoğrafları sergisi, 14 mart tıp bayramı vesilesiyle yapılan hekim ressamlar sergisini gelenekselleştirme düşüncesindedir. Başarılı ve uygun bulunan tıp öğrencilerine karşılıksız burs vermesi diğer bir hizmetidir. Her 6 ayda bir yayınlanan ve bu sene

35. sayısının basıldığı Gözden dergisi de takdire değer özelliktedir. “Her Kitap Bir Dünya” sloganı ile ihtiyacı olan okullara verilmek üzere hastane girişindeki kitap bağış kutusu çok anlamlıdır. “Göz Göze Ritimler” konserleri diğer bir çalışmasıdır.

Bu ve bunun gibi kurum ve insanlarımızın daha çok olması; yönetimlerimizin ise bunlara daha çok destek vermesi dilek ve temennilerimle.

Not: İstanbul’daki bebek yoğun bakımlarında olanlar kabul edilemez, feci olayların yanında önemli sağlık hizmeti veren pek çok kurumumuz ve güzel hekimlerimizin olduğunu unutmamalıyız Bu çürük elmalara bakıp hekimliğe ve sağlık kurumlarımıza kötü gözle bakmamalıyız.

Yolsuzluk endeksine bir bakış

Toplum hukukla ayakta durur. Hukuk, kanunlarla konuşur. Kanunlar bir bakıma algoritmalardır: Ne yaparsan ne sonuçla karşılaşırsın. Aynı suç aynı cezayı, aynı başarı aynı ödülü getirir. İşlerin böyle yürüdüğü devletlere hukuk devleti diyoruz. Bir bakıma ahlakın hâkim olduğu devlet de diyebiliriz. Çünkü işler böyle yürümüyorsa ahlak ortadan kalkmaktadır.

Bu normal olandır. Böyle değilse nasıldır? Şöyledir: Suç mu işlendi. Önce suça değil, “kim” işledi diye bakılır. Onlardansa ceza falan almaz, veya kanunun gerektirdiğinin pek altında bir cezayla kurtulur. Başarı mı var? Nasıl başarı diye bakılmaz. “Kim” diye bakılır. Onlardansa hak ettiğinden fazla ödüllenir, değilse havasını alır. Başarı somuttur, sınav sonucudur, puandır diyeceksiniz. Kolayı var, mülakat yaparız. 

Sonra rüşvet başlar

İşler daha da kötüye gider. İş “bizden”, “bizden değil”in dışına çıkar. Rüşvet başlar. Başlangıçta olmayacak işler rüşvetle oldurulur. Bir seçim, bir tercih varsa, rüşvet veren tercih edilir, seçilir. Hastalık artınca olağan resmî hizmetler de ancak rüşvet karşılığında verilmeye başlar. Öyle ülkeler biliyorum: Pasaport mu istedin, şu kadar dolar. Tapu muamelesi mi yapacaksın, şu kadar dolar. Harçlardan, vergilerden bahsetmiyorum. Memurlara verilen rüşvetten bahsediyorum. Bazı ülkelerde bunların tarifesi bile var. Bir yakınımdan bir muamele için bin dolar istediğinde biri çıkıp, “Olur mu öyle şey, o iş beş yüz dolara yapılır!” demiş ve yaptırmıştı da. 

Bu toplumda hak, hakkaniyet duygusunun bitişidir. Ahlakın çöküşüdür. Kaç defa tekrarladım bilmiyorum. Mehmet Akif’ten tekrar alıntılayayım: 

Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!
Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir:
Rûh-i izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.
Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli :
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli,
Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsrânımız…
Çünkü hem dünyâ gider, hem din, eğer yapmazsanız.

Bu mısralarda bir kehanet var mı? Safahat’ın ilk baskısı 1911, Safahat’taki şiirlerin Sırat-ı Müstakim dergisindeki ilk yayımı 1908- 1910 arasında… Balkan felaketi, Birinci Dünya Harbi, Mondros ve Sevr felaketleri… Hem dünya gitmiş, hem din.

Türkiye yüzyılı’nda ne haldeyiz?

Bu Osmanlı zamanındaki hâlimiz. Hani bazılarının “ah ne iyiydik, ne güzeldik” dediği yıllar. Şimdi nasılız? 

Şimdi maşallah Türkiye Yüzyılı’ndayız. Herkes bizi kıskanıyor da bir bakalım yolsuzluğu, ahlakın izmihlalini ölçen metreler ne söylüyor. Böyle periyodik ölçmeler yapan bir kuruluş var. Uluslararası Şeffaflık Örgütü. Örgüt 1995’ten ülke vatandaşlarıyla anket yaparak yolsuzluk algısını ölçüyor. Nasıl ölçüyor? Mesela sorulardan biri, son yılda kamu hizmeti almak için rüşvet verdiniz mi? Ölçüm sonuçlarını ve ülke sıralamasını Vikipedya’da bulabilirsiniz. Bağlantılar şöyle: https://bit.ly/Yolsuzluk-Türkçe ve https://bit.ly/Yolsuzluk-İngilizce. İngilizce bağlantıda 1995’ten bu yana bütün ölçümlerin dökümü var. Mesela 2023’te en dürüst beş ülke, Danimarka, Finlandiya, Yeni Zelanda, Norveç ve Singapur. En yolsuz beş de, Yemen, Venezuella, Güney Sudan, Suriye ve Somali. İlk beşte Müslüman ülke yok ama son beşin dördü Müslüman. 

Angola’dan hallice

Türkiye nerede? Aşağıdaki grafikte, Türkiye’nin 2002, 2011, 2019 ve 2023 yıllarında sıralamadaki yerini görüyorsunuz. Değişen yıllarda toplam ülke sayısı arttığı için mutlak sıranın kesin bir anlamı yoktu. Mesela 2002’de 102 ülkede, 2023’te 180 ülkede anket yapılmış. Bunun için bulunduğumuz yeri yüzde olarak hesapladım. Rakamları şöyle de anlamlandırabilirsiniz: Eğer indeks 100 ülkede ölçülseydi Türkiye kaçıncı olurdu? Böyle hesaplandığında, en temiz ülke bu çizimde 1, en yolsuz ülke de 100 alır. 

Birçok parametredeki gibi, IMF ve Kemal Derviş yapısal reformlarını izleyen yıllarda hızlı bir düzelme, daha sonra da eskiyi aratan bir kötüleşme gözleniyor. Bu hâle gelebilmek için çok uğraşmışız. Mesela ihale kanununda 200 civarındakanununda 200 civarında değişiklik yapmışız! 2023’teki sıralamada bizden görece yerimizi de belirteyim. Bizden bir çıt daha dürüst Sri Lanka, bir çıt daha yolsuz Angola var. 

Son bir not: Transparency International bir not eklemiş. Temizlikte başı çeken o ülkeler, kendi sınırları içinde temiz. Yoksa onların şirketleri, yolsuzluğun yaygın olduğu ülkelerde pervasızca rüşvet veriyor, “yolsuzluk ihraç ediyor”. 

Yazar

İskender Öksüz

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.İsim *

Yorum yaparak Gizlilik Sözleşmesini kabul etmiş sayılırsınız.

Benzer Yazılar

Yolsuzluk kültürü okulda kopya ile başlıyor
Siyaset ve yolsuzluk kültürü
İki el bir baş içindir

Sosyal Medyada MDM

BeğenTakip EtAbone OlTakip Et

https://googleads.g.doubleclick.net/pagead/ads?gdpr=0&client=ca-pub-5001067953311265&output=html&h=280&adk=3386151349&adf=2852917691&pi=t.aa~a.3711317821~rp.4&w=350&abgtt=9&fwrn=4&fwrnh=100&lmt=1729376100&rafmt=1&to=qs&pwprc=5335801119&format=350×280&url=https%3A%2F%2Fmillidusunce.com%2Fyolsuzluk-endeksine-bir-bakis%2F&fwr=0&pra=3&rpe=1&resp_fmts=3&wgl=1&fa=40&uach=WyJXaW5kb3dzIiwiMTUuMC4wIiwieDg2IiwiIiwiMTMwLjAuMjg0OS40NiIsbnVsbCwwLG51bGwsIjY0IixbWyJDaHJvbWl1bSIsIjEzMC4wLjY3MjMuNTkiXSxbIk1pY3Jvc29mdCBFZGdlIiwiMTMwLjAuMjg0OS40NiJdLFsiTm90P0FfQnJhbmQiLCI5OS4wLjAuMCJdXSwwXQ..&dt=1729413777043&bpp=4&bdt=2445&idt=-M&shv=r20241014&mjsv=m202410150101&ptt=9&saldr=aa&abxe=1&cookie=ID%3D952e428885579424%3AT%3D1715268207%3ART%3D1729413315%3AS%3DALNI_MY9bsvBnR51Hf-1jT2CHV66KhYLdQ&gpic=UID%3D00000e1637b69dc4%3AT%3D1715268207%3ART%3D1729413315%3AS%3DALNI_MbpBjPkIywEujHSe2sjgQvJVx4P8Q&eo_id_str=ID%3D9a5ecfe854ef9b43%3AT%3D1722514781%3ART%3D1729413315%3AS%3DAA-AfjaM5NpLvOg-G5InyOh83WQE&prev_fmts=0x0&nras=2&correlator=6744483399255&frm=20&pv=1&u_tz=180&u_his=1&u_h=768&u_w=1366&u_ah=720&u_aw=1366&u_cd=24&u_sd=1&dmc=4&adx=881&ady=852&biw=1351&bih=645&scr_x=0&scr_y=322&eid=95343853%2C44759876%2C44759927%2C44759842%2C31087795%2C42531705%2C95332927%2C95344187%2C31087608&oid=2&pvsid=264491684516044&tmod=1018404948&wsm=1&uas=0&nvt=1&ref=https%3A%2F%2Fmillidusunce.com%2F&fc=1920&brdim=0%2C0%2C0%2C0%2C1366%2C0%2C1366%2C720%2C1366%2C645&vis=1&rsz=%7C%7Cs%7C&abl=NS&fu=128&bc=31&bz=1&td=1&tdf=2&psd=W251bGwsbnVsbCxudWxsLDNd&nt=1&ifi=2&uci=a!2&fsb=1&dtd=553

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın Tüm Yazıları

Yolsuzluk endeksine bir bakış
Yolsuzluk endeksine bir bakış
Üçüncü Nobel’imiz: Daron Acemoğlu
Üçüncü Nobel’imiz: Daron Acemoğlu
Türkiye ve ABD’de değerler eğitimi
Türkiye ve ABD’de değerler eğitimi
Algoritma, yapay zekâ ve demokrasi
Algoritma, yapay zekâ ve demokrasi
Bizi birleştiren hormon
Bizi birleştiren hormon

https://googleads.g.doubleclick.net/pagead/ads?gdpr=0&client=ca-pub-5001067953311265&output=html&h=280&adk=1377560489&adf=3739740065&pi=t.aa~a.2157554340~rp.4&w=350&abgtt=9&fwrn=4&fwrnh=100&lmt=1729376100&rafmt=1&to=qs&pwprc=5335801119&format=350×280&url=https%3A%2F%2Fmillidusunce.com%2Fyolsuzluk-endeksine-bir-bakis%2F&fwr=0&pra=3&rpe=1&resp_fmts=3&wgl=1&fa=40&uach=WyJXaW5kb3dzIiwiMTUuMC4wIiwieDg2IiwiIiwiMTMwLjAuMjg0OS40NiIsbnVsbCwwLG51bGwsIjY0IixbWyJDaHJvbWl1bSIsIjEzMC4wLjY3MjMuNTkiXSxbIk1pY3Jvc29mdCBFZGdlIiwiMTMwLjAuMjg0OS40NiJdLFsiTm90P0FfQnJhbmQiLCI5OS4wLjAuMCJdXSwwXQ..&dt=1729413777043&bpp=1&bdt=2445&idt=-M&shv=r20241014&mjsv=m202410150101&ptt=9&saldr=aa&abxe=1&cookie=ID%3D952e428885579424%3AT%3D1715268207%3ART%3D1729413315%3AS%3DALNI_MY9bsvBnR51Hf-1jT2CHV66KhYLdQ&gpic=UID%3D00000e1637b69dc4%3AT%3D1715268207%3ART%3D1729413315%3AS%3DALNI_MbpBjPkIywEujHSe2sjgQvJVx4P8Q&eo_id_str=ID%3D9a5ecfe854ef9b43%3AT%3D1722514781%3ART%3D1729413315%3AS%3DAA-AfjaM5NpLvOg-G5InyOh83WQE&prev_fmts=0x0%2C350x280&nras=3&correlator=6744483399255&frm=20&pv=1&u_tz=180&u_his=1&u_h=768&u_w=1366&u_ah=720&u_aw=1366&u_cd=24&u_sd=1&dmc=4&adx=881&ady=2096&biw=1351&bih=645&scr_x=0&scr_y=322&eid=95343853%2C44759876%2C44759927%2C44759842%2C31087795%2C42531705%2C95332927%2C95344187%2C31087608&oid=2&pvsid=264491684516044&tmod=1018404948&wsm=1&uas=0&nvt=1&ref=https%3A%2F%2Fmillidusunce.com%2F&fc=1920&brdim=0%2C0%2C0%2C0%2C1366%2C0%2C1366%2C720%2C1366%2C645&vis=1&rsz=%7C%7Cs%7C&abl=NS&fu=128&bc=31&bz=1&td=1&tdf=2&psd=W251bGwsbnVsbCxudWxsLDNd&nt=1&ifi=3&uci=a!3&btvi=1&fsb=1&dtd=619

Kategoride Bu Ay

İç cepheyi tahkim etmek
İç cepheyi tahkim etmek
Bebek katillerini tutuklatan savcı görüntüleri yayınlamasaydı ne olurdu?
Bebek katillerini tutuklatan savcı görüntüleri yayınlamasaydı ne olurdu?
Topyekûn Bozulmanın Kurgulanmış Siyaseti
Topyekûn Bozulmanın Kurgulanmış Siyaseti
Adamlar
Adamlar
Açılım politikası tekrarlanamaz
Açılım politikası tekrarlanamaz