11.6 C
Kocaeli
Çarşamba, Kasım 12, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 71

Dağa Meşruiyet Kazandırma Çabaları Yeni Değildir!

Geçtiğimiz günlerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, bölücü ihanetin başının TBMM’ye gelip Dem Partisinin grup toplantısında konuşmasını teklif etmesi ortalığı karıştırdı… Ardından MHP TBMM Başkanvekili Celal Adan ile AKP’li Bekir Bozdağ meclis kürsüsünden farklı dillerde konuşulmasına ve bunların meclis tutanaklarına girmesine müsaade ettiler. Tabiki bunlar birbirinden ayrı düşünülecek konular değil. İlgilerinin olduğu çok açık!

Bunlar açıkça söylemek gerekirse teröre ve terör örgütüne meşruiyet kazandırma ve milli üniter yapıyı zedeleme çabası olarak görülebilir ve ilk de değildir.

Ayrıca bu yolla bölücü teröre karşı binlerce şehit vermiş ve bir o kadar da gazisi olan Türk Milletinin onuru ve gururu da kırılmak istenmektedir.

Türk Milleti bunu görmek ve anlamak zorundadır. Hal böyle olunca bizim de aklımıza 12 yıl önce yazdıklarımız geldi.

Okuyun bakalım size ilginç gelecek mi?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onu yöneten hükümet, tarihimizde birçok örneği olduğu gibi ihaneti affetme ve ödüllendirme yolunu seçti gibi gözüküyor.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın BDP’li kadın milletvekiline atfen onun yerinde olsam “ben de dağa çıkardım” sözünün ardından Abdullah Öcalan’ın, bir vakitler namazında niyazında olduğunun açıklanması hangi amaca yöneliktir?

Ana dilde eğitim, özerklik yolunu açacağı söylenilen büyükşehir yasası, anayasa çalışmalarında verileceği belirtilen etnik ve bu etniklere ait kültürel haklar, dilde birliği sağlamaya matuf TRT ŞEŞ, ana dilde savunma hakkı, Barzani’ye gösterilen ilgi ve tümden kürt açılımı yetmedi şimdi aynı ağızlardan bölücü ve ayrılıkçı terörü haklı ve mağdur gösterecek anlama gelebilecek sözler…

Bu yetmezmiş gibi Türkiye’nin en büyük gazetesinin “mahşerin üç atlısı” gibi attığı “Üç Arkadaş” başlığı.

Bu üç arkadaştan biri olan Yakup İnce, Abdullah Öcalan’la ilgili bir pişmanlığını da şöyle anlatıyor: “Risale-i Nur talebesi Mustafa Yeşilyurt ağabey, bir gün bizi eve çaya çağırmıştı. Öcalan’da gelmek istedi. Keşke “sen okula git” demeseydim. Eğer o gün bizimle gelseydi, bugün Öcalan’da Nurcu olacaktı”

Bunun neresini düzelteyim. Bu açıklamalar ve bu açıklamaların medyadaki yer buluş tarzı, Türk Milleti üzerindeki psikolojik operasyonu çok net bir biçimde ortaya koyuyor.

Bir kere ayrılıkçı PKK hareketi; yerel bir hareket olmayıp, uluslararası güçlerin oluşturduğu strateji ve destekle oluşan, ve de devam eden bir harekettir. Bölücübaşı dört duvar arasında olmasına rağmen ayrılıkçı terör, yurtiçi ve dışında bütün hızı ile günümüzde de bu nedenle yani aldığı uluslararası destekle sürmektedir.

Ayrıca Nur Cemaatinin ve PKK’nın ayrı ayrı gerekçelerle de olsa Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile düşmanlık boyutunda bir hesapları vardır.

Sadece namaz kılmak, dindar olmak ve işkenceye tabi olmak bu hesapları oluşturmamıştır. Yüzyıllara dayanan, iktidara sahip olmak ve Türk Milletini yeryüzünden silmek, bu insanların gerçek amacıdır.

 Atatürk ve cumhuriyetin kuruluşu, bu hesaba mani olduğu için, bu düşmanlık dış güçlerin desteğiyle artarak devam etmiştir.

Türk Milleti; uzunca bir süredir kendisine karşı düşmanlıklar içeren bu davranışları devlet eliyle savuşturmak için, şehit kanlarıyla bezenen haysiyetli bir mücadele vermektedir.

Bu sebeple haini ve ihaneti; mağdur ve mazlum gösteren, hal ve hareketlerin Türk Milleti’nin bölücülükle mücadelesindeki şevkini kurmaya yönelik olduğunu düşünüyorum.

Yeryüzünde gelişmiş yada gelişmemiş hiç bir idari sistemde hainin ve ihanetin, bu derece meşrulaştırılmaya çalışıldığını göremezsiniz. Bunun istisnası gelişmelere bakılırsa Türkiye gibi gözükmektedir.

Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, Balkanların elimizden çıkışı süresince Batı’nın bize ve dünyaya yalan söylediğini ifade ederek kesin bir hüküm koyuyor “Batı Yalancıdır”.

Şimdi yine birçok olayda olduğu Türk Milletine ve dünya kamuoyuna; uluslararası güçler ve yerli işbirlikçileri tarafından, ayrılıkçı terörü meşrulaştırma adına yalan söylenerek, kara bir propaganda yapılmaktadır.

Herkese şunu iyi bilmelidir ki; Türk Milleti kendisine karşı yürütülen operasyonları algılama yeteneğine sahiptir.

Ne terörizmin siyasal kanadının dağa çıkışında haklılık ne de namazında niyazında bir portrede bize sunulan binlerce kişinin katili bölücübaşı’nın, mazur görülebilecek bir yanı vardır.

Türk Milleti; ihaneti af ve mazur görme (zamana göre değişen nedenlerle) yoluyla kabullendirme çabasında olanlara, Türk tarihinin ihanet konusundaki yanlışlarını da bilerek ve vakit çok geç olmadan “net” cevabını vermelidir.

Bu cevap er veya geç Türk Milletince verilecektir. Buna olan inancım sonsuzdur!

Şahıslar, Olaylar ve Kavramlar

“Küçük insanlar şahısları, vasat insanlar olayları, zeki insanlar fikirleri ve kavramları tartışır.” La edri

                Sayın okur…tarihin derinliklerine doğru göz atacak olursak, yaşanmış nice savaşlar, nice ayaklanma ve devrimler görürüz. Tarih boyunca bu savaş ve devrimlerde oluk oluk kan akıtılmıştır. Buna rağmen bu acımasız savaşları ve devrimleri fırsata çevirenler kazanmış, çeviremeyenler ise kaybetmişlerdir.

                İşte yukarıya aldığım La edri (kimin söylediği bilinmeyen) söz anlamına burada değer kazanıyor. Bu savaşlar ve devrimler sonunda birbirleriyle didişenler hep kaybetmiş, olayların gelişmesini düşünen ve çare arayan feraset sahibi insanlar ve toplumlar her zaman kazanmışlardır.

                Şunu peşinen söylemem gerekiyor ki, Türk Milleti çoğu kez tarihi gelişmelerden ders çıkarmayı bilememiştir. İtalya’da Matbaa 1400’lü yılların başlarında kullanılmaya başlanmış, Rönesans sayesinde bilim, sanat ve kültür yolunda büyük mesafeler kat ederken,  matbaa Türkiye’ye üç asır sonra gelebilmiştir. Bu üç asır zarfında Avrupa’da Rönesans sayesinde yeniden modern bir Avrupa kültürü oluşturmuştur. İşte bu olayların gelişimini izleyen ünlü bilim adamı Burkhard: “Rönesans insanın yeniden keşfedilmesidir.” Der.

                Rönesans’a kadar Ortaçağ Avrupa’sında insanın hiçbir değeri yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan haksız yere ve çok kez yalnızca servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Dünya’nın döndüğünü savunan Galileo ve daha pek çok düşünür ya da bilim insanı çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu saygınlıkla Rönesans hareketi bilim ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra insan ve doğa sevgisini de birlikte getirdi. Rönesans’ın öncüleri, sanat eylemlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler.

                Rönesans’ın arkasından Fransız İhtilâli (1789-1799), Fransa’daki mutlak monarşiyi devirip yerine cumhuriyetin kurulması ile Katolik Kilisesi’ni ciddi reformlara gitmeye zorlamıştır. Milliyetçilik akımını ve Yakınçağ’ı başlatmasıyla Avrupa ve dünya tarihinde büyük bir dönüm noktası olmuştur.

                Fransız İhtilali, önceki döneme göre bütün Avrupa’da büyük bir evrim geçirmiştir. Halklar bilinçlenmektedir ve ülke, sarayın, kralın, seçkinlerin denetiminden çıkmaya başlamıştır. Şehirlerde yaşayan pek çok burjuva, büyük bir atılım içindedir. Kitaplar yaygınlaşmakta, aileler çocuklarını üniversitelere göndererek sağlam bir gelecek kurma yolunu tutarak kültürel seviyeyi yükseltmektedir. Bağımsız yayıncıların çıkardıkları gazete, bildiri ve broşürler, kitlesel bilinçlenmeye yol açmıştır. Bu şartlar da toplumsal değişim taleplerinin olgunlaşmasına yol açılmıştır.

                Avrupa’da bütün bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı maalesef bu ilerleme hamlelerinden geri kalmış ve yaşadığı çağa ayak uyduramadığından en sonunda dağılmıştır.

                Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları dağılmış ve yenilmiş bir imparatorluk toprakları üzerinde yeni bir Türkiye Cumhuriyeti devleti inşa ederek yaşanan çağın icaplarına göre büyük atılımlar gerçekleştirmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk, asla kişisel sen-ben kavgalarına yönelmeden Türk milletini muasır medeniyetin üstündeki hedeflere yönlendirmiş, az zamanda büyük işler başarmıştır.

                Az sayıda da olsa ülkemizde asla kişisel kavgalara girmeden milletinin derdini dert edinen, ülke kalkınması için canla başla çalışan devlet adamlarımız vardır.

                Süleyman Demirel’in, GAP Projesi ve Türkiye sevdası, yurdumuzda büyük gelişmeler gerçekleştirmiş, Türkiye, sanayileşme yolunda büyük mesafeler kat etmiştir.

                Alpaslan Türkeş, ömrünün sonuna kadar dünya Türklüğünün mesuliyetini kendi omuzlarına yüklenmiş, Ülkü Ocakları vasıtasıyla milliyetçi-ülkücü gençlerin yetişmesinde büyük çabalar sarf etmiştir.

                Bülent Ecevit, 1974 Kıbrıs Barış harekâtı ile Kıbrıslı soydaşlarımızı yıllar boyu süren eli kanlı Rum mezaliminden kurtarmıştır. Köy-Kent projesiyle köylünün kalkınmasına çareler arama uğraşı ve araştırmasına girmiştir.

                2001 yılından bu güne 23 yıllık AKP iktidarları döneminde, yüz yıllık cumhuriyetin bütün kazanımları yok pahasına satılırken, adeta tarihle kavga edercesine geçmiş hükümetler sürekli aşağılanmış, kişisel kavgalardan rant elde edilmeğe çalışılmıştır.

                Sen-ben kavgasının sürdüğü bugünün Türkiye’sinde, sayıları 15 milyonu bulan yabancı sığınmacı, yoksul halk kitleleri ve Güneydoğumuzda ABD’nin oluşturduğu bir Kürt devlet kurulmak üzeredir. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana 23 yıllık dönemde Türkiye ilk defa bu iktidar döneminde Toprak kaybına uğramıştır.  Ege denizinde 20 adamız işgal edilmiş, Suriye’de bulunan Süleyman Şah Türbesi arazisi Peşmerge’ye terk edilmiştir.

Kumar Bağımlılığı Artışı Dehşet Verici

Bilmem haberi izleyebildiniz mi? TBMM Çocuk Hakları Komisyonu’na sunum yapan Yeşilay Başkanı Mehmet Dinç, “Bu yıl uyuşturucu bağımlılığından daha fazla kumar bağımlılığı başvurusu aldık. 2020-2024 arasında kumar başvuruları yüzde 24’ten yüzde 36’ya yükseldi” dedi.

Her türlü bağımlılık zararlı ve çürütücüdür. Fakat kumar bağımlılığı pek de farkına varmadığımız bir sorundur. Her ne kadar bazı aileler içinde kumar bağımlısı bireylerin yarattığı faciaları duysak da çoğumuz bu örneklerin çok küçük bir oranda olduğunu sanıyorduk. Meğer kumar bağımlılarının oranı uyuşturucu bağımlılarını da geçmiş. Çok ciddi rakamlara ulaşmış. Önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş.

Kumar bağımlılığı, özellikle gençler arasında artarken, başvurular 15 yaş ve üzeri bireylerden geliyormuş.

Türkiye’de kumar bağımlılığı artışında son yıllarda artan internet ve teknoloji kullanımının çok etkili olduğu belirtiliyor. Sanal kumar bağımlılığı Türkiye’de hızla yaygınlaşmakta. Yapılan araştırmalara göre, gençlerin %80’i sanal kumar platformlarıyla karşılaşmıştır.

İHH İnsani Yardım Vakfı’nın 2021 yılında yayımladığı bir rapora göre, Türkiye’de yaklaşık “İddiaa” türü şans oyunları ve sanal kumar bağımlılığının 3 milyon kişiyi etkilediği belirtilmektedir.

Bu grafik, Türkiye’de kumar bağımlılığı oranlarının son 10 yıl içindeki değişimini göstermektedir. Veriler, genel eğilimlere ve raporlanan artışlara dayalı olarak oluşturulmuş.

Eylül 2024 verilerine göre, kumar oynayan bireylerin büyük çoğunluğunu ortalama yaşı 37 olan erkekler oluşturmaktadır. Başvuru yapanların %97’si erkek, %3’ü ise kadındır. Bu kişilerin %53’ü evli, %47’si bekardır. Eğitim düzeyine bakıldığında, %85’i lise ve üzeri eğitim almışken, %15’i lise ve altı eğitim düzeyindedir. Kumar oynama davranışı, bireylerde %67 oranında spor bahisleri oynama ile 21 yaşında başlamaktadır. En sık oynanan kumar türleri arasında %51 ile spor bahisleri ve %40 ile casino oyunları bulunmaktadır.

***********************************

Kumar Bağımlılığındaki Artışı Tetikleyen Faktörler

  1. DİGİTALLEŞME: Kumar bağımlılığındaki artışın özellikle dijitalleşmenin etkisiyle hızlandığı görülmektedir. ​​

Yeşilay Başkanı Mehmet Dinç “Çocuklarımız bir oyun oynamak istiyor, kumarla ilgili bir reklam geliyor. Merak ediyor bakıyor, bir süre sonra ona kapılabiliyor. Ya da bir film seyretmek istiyor, çat diye reklam geliyor, oradan takılabiliyor” diyerek, digital mecrada yoğun bir şekilde karşımıza çıkan kumar reklamlarının etkisine dikkat çekiyor.

Özellikle büyüklerin izledikleri film veya kısa videolar arasında sıkça çıkan kumar reklamlarının küçük çocukların oynadığı oyunlar ve izledikleri filmler arasında bile çıkması neden önlenmez anlamak mümkün değil.

Güvenlik güçlerimiz kumar reklamları konusunda çok duyarsız. Oysaki, bu birimler belli şahıslar için hakaret ve iftira içerdiği iddialarına muhatap olan paylaşımları pat diye yakalayıp, yargıya taşımakta çok mahirler.

****

Yeşilay Başkanı Dinç, insanların kumarla ilgili hassasiyetinin madde bağımlılığı kadar yüksek olmadığına değinerek şunları söylüyor:

“Madde bağımlılığından çok korkuyorlar ama ‘kumar o kadar problem değil’ diyorlar. Hatta endüstri bunun adını değiştiriyor; ‘şans oyunları’ diyor, başka şeyler diyor. Hepsi kumardır. Bu bir hastalık haline geldiğinde çok yıkıcı neticelere sebep oluyor. Verdiği zarar itibarıyla kumar bağımlılığı konusunda madde bağımlılığı kadar tedirgin olmamız, hassasiyet göstermemiz lazım.”

Bu konuda bilinç oluşturma konusunda sadece Yeşilay’ın faaliyette bulunması yetmez. Yeşilay’ın bağımlı kişiler için de 107 noktadaki Yeşilay Danışmanlık Merkezleri’nde uzman psikologlar ve sosyal hizmet uzmanlarıyla ücretsiz ve gizlilik esasına dayalı hizmet veriyor olması güzel bir hizmet. Ama bu yetmez, zaten yetmediği bağımlı artışından belli.

****

  • Yoksullaşma Ve Kolay Yoldan Para Kazanma Hırsı

Araştırmalar, ekonomik krizlerin ve işsizliğin olduğu dönemlerde kumar bağımlılığı oranlarının arttığını göstermekte. Örneğin, 2008 ekonomik krizinden sonra yapılan çalışmalar, birçok ülkede bireylerin kumar oynamaya yöneldiğini ortaya koymuştur.

Türkiye özelinde de artan yoksulluk ve enflasyon gibi sorunlar, şans oyunlarına katılımın ve dijital kumar platformlarına ilginin yükselmesine neden olmakta.

Yoksullaşma arttıkça, psikolojik olarak çaresiz ve umutsuz kalmış insanlar kumarı bir umut olarak görebiliyor. Geliri azalan ya da borçları artan bireyler, borçlarını kapatma kaygısı ile kumarı bu sorunlarından kurtulma yöntemi olarak seçebiliyor. Ya da yoksul insanların sosyal destekleri zayıflayınca kumar bir kaçış ya da eğlence aracı olarak görüyor.

Kumar veya şans oyunları şirketleri, özellikle ekonomik zorluk yaşayan kişilere yönelik, “kazanma umudu” aşılayan kampanyalar düzenlemekte. Bunlar ekonomik olarak zayıf kesimler üzerinde daha güçlü bir etki bırakabiliyor.

***********************************

Sorunun Çözümü İçin

Kumar bağımlılığı bireyleri sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak olumsuz etkileyen ciddi bir sorun. Bu nedenle, farkındalık oluşturmak ve önleyici tedbirler almak büyük önem taşımakta. Bu sorunun çözümü için devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları ve bireylerin iş birliği içinde çalışması gerekmekte.

“Yeşilay’ın tedavi merkezlerine gelen insanlar kumar bağımlılığında son noktaya gelmiş insanlardır. Yani buz dağının görünen kısmı, altında çok daha fazla bu konuda ızdırap çekmiş insanlar var.”

Madem öyle çok yönlü, birbirini tamamlayan ve kapsamlı önlemler alınmalı.

En kolayından başlamalı. Kumar reklamları yasaklanmalı, dijital kumar platformları üzerindeki denetimler artırılmalıdır. Devlet isterse bunu çok kolay yapabilir.

Kumar bağımlılığına sebep olan etkenler hakkında bilgilendirici kampanyalar düzenlenerek toplumsal farkındalık artırılmalıdır.

Ekonomik sıkıntıların kumar bağımlılığına olan etkisi analiz edilerek, sosyal ve mali destek programları devreye sokulmalıdır. Ekonomik kriz yaşayan bireylerin, borç yönetimi ve stresle başa çıkma konularında psikolojik destek alması da sağlanabilir.

Yoksullaşmanın toplumu yıpratıcı ve çürütücü etkisini görmek zorundayız. Milyonlarca insanımızı en temel ihtiyaç malzemelerine erişemez hale getiren ekonomik sorunlar, toplumun zengin kesiminin de fedakarlığı ile hızla çözülmelidir.

Prof. Dr. Kürşat Yıldırım’ın Eski Türk Târihi Külliyatı Cilt: 1

Ötüken Neşriyat’ın Târih Araştırmaları serisinden okuyucuya sunduğu 13,5 x 21 santim ölçülerinde 870 sayfalık eser, 4 cilt olması düşünülen külliyatın l. Cildidir.

Kitabın arka kapak yazısı:

Dünyânın dört bir yanında on milyonlarca kilometrekare toprağa yayılan, ana yurttan çıktıktan sonra gittiği yabancı yerleri yurt tutup Türkleştiren, bugünkü Türk varlığının mevcudiyetini sağlayan uzak atalarımızın devletçiliği Ötüken dediğimiz mukaddes merkezde başladı.

Türk milleti yaradılıştan gelen bazı özelliklere sâhiptir. Bunlardan en önemlisi yüksek askerlik ruhu ve devlet teşkilatçılığıdır. Bu yüzden, târihin en erken zamanlarından îtibâren Türkler yüksek medeniyetin temsilcileri hâline geldi. Milattan önceki çağlarda doğuda Hunlar ile başlayan Ötüken merkezli ‘devletli’ târihimiz, Uygurların 840 yılında dağılmalarının ardından son buldu. Türkler sonraki çağların da belirleyicisi oldular. Hâlihazırda yeryüzünde devletli veya devletsiz yaşayan bütün Türkler, işte o Ötüken’in mirasını taşımaktadır.

Prof. Dr. Kürşat Yıldırım’ın merhum Hocası Prof. Dr. Abdulkadir Donuk’a (1948-2022) ithaf ettiği Eski Türk Târihi serisinin Birinci Cildinde Hunlar (MÖ 209-MS 556), Xianbeiler, Tabgaçlar MÖ 121-MS 556, Juanjuanlar 402-552), Gök Türkler (552-744), Uygurlar (744-840) devletlerinin târihi hakkında bilgiler var. 795-815. Sayfalarda Kaynakça ve Dizin bilgileri yer alıyor.

İsimleri geçen 5 devlete âit 32 harita sayfalar arasında serpiştirilmiş. Yazar; târih görüşlerini, ilmî çerçevesindeki kaynak ve saha araştırmalarıyla ulaştığı bilgi ve yorumlarını sunuyor. Bunu yaparken siyâsî târihi bir bütün hâlinde, kronolojiye sâdık kalarak, başından sonuna kadar kesintisiz bir şekilde vermeyi hedeflemiştir. Ana kaynaklardaki cümleleri ve sözleri tam karşılığından ve bağlamından koparmadan olduğu gibi aktarmaya, târihî hakîkatleri aslını bozmadan sunmaya, sonrasında gerekiyorsa yorumlar yapmaya gayret etmiştir. Yazar akademik metot ve tekniklerden tâviz vermeden mümkün olduğunca genel târih okuyucusu tarafından da okunabilir, sistemli ve kategorik bilgi veren bir metin kaleme almaya; bilgiyi, Türk bakış açısı ve ruhuyla yoğurmaya teşebbüs etmiştir.

Yazar Prof. Dr. Yıldırım, Türk târihini kuru ve yavan bilgilerle değil Türklük ruh ve şuuruyla yazıyor. Bilinen hakîkatlerle birlikte, Çince, Rusça, Japonca, Moğolca ve Arapça bilmesinin sağladığı avantajla, bu dillerde yazılmış kaynaklardan elde ettiği bilgilerle birleştirerek okuyucuya suunuyor. Bilindiği gibi o dönemde Türkler târihi yapıyor fakat yazmıyordu. Bütün bilgiler târihin seyircisi ve kayıtçısı olan Çinlilere âit kaynaklarda bulunuyordu.

Türkiye’mizde yakın târihlere kadar Prof. unvanını alabilmek için Türkçe ile birlikte batı dillerinden birini bilmek gerekiyordu. Doğu dillerinin adı geçmiyordu. Bu sebeple, Çinlilerin elinde bulunan târihî kaynaklara inilemediğinden ulaşılabilen bilgiler yetersizdi. Kürşat Yıldırım bu fasit dâireyi kırıp zengin kaynaklara ulaşabilen önder târihçilerimizin arasında ve ön sıralarda yer almaktadır.

Prof. Yıldırım’ın eserinde Xianbeiler olarak anılan Türkler, Tabgaçların bir koludur.  Değişik kabilelerden bir topluluk meydana geldiği gibi, târihî süreç içerisinde farklı kabilelere ayrılmıştır. Ord. Dr. A. Zeki Velidi Togan’ın, 2. Baskısı 1970 yılında yapılan ‘Umumî Türk Târihine Giriş’ isimli kitabında Xianbeiler ismi geçmemektedir. Muhtemelen Siyenpiler olarak anılan topluluk içerisinde mütalâa edilmiştir. 

Xianbeiler, Genel Türk târihi araştırmalarındaki özel konumunun yanı sıra Türk târihinin derin kökeni içinde kendisinden önce ve sonra varlık göstermiş olan Türk halk ve toplulukları için önemli bir bağ görevi görmüştür. Kendilerinden bir önceki topluluk Doğu Hunlar, bir sonra gelen nesilleri ise Xianbei Tuobalardır. Bununla birlikte Xianbeiler, uzun süren Türk târihi araştırmalarıyla kazanılmış bilgilerle, varlıklarından haberdar olduğumuz topluluklarındandır.

Külliyatın son bölümünde 744-840 yılları arasında târih sahnesinde bulunan Uygurlar hakkında bilgiler vardır. (s: 677-793) Bölümün sonuna eklenen çizelgede Uygur Boy Beyi ve kağan olarak vazife gören 26 kişinin adı, unvanı ve hükümdarlık yıllarına âit bilgiler bulunmaktadır.

Kitabı oluşturan 794 sayfadaki bilgiler kitap, dergi ve makalelerden oluşan 368 kaynaktan faydalanılarak temin edilmiştir. Bu kaynakların 56 adedi, Kürşat Yıldırım’a âittir. Anlaşılan odur ki Prof. Yıldırım, velût bir yazardır. Gönül dolusu tebrikleri hak ediyor.

Prof. Dr. KÜRŞAT YILDIRIM:                   İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Genel Türk Târihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesidir. 1982 yılında İstanbul’da doğmuştur. Karslı bir Karapapak (Terekeme) Türküdür. 2004 yılında Dokuz Eylül Üniversitesinde Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirmiştir. Yüksek lisans (2011) ve doktora (2015) çalışmalarını görev yaptığı anabilim dalında tamamlamıştır. 2009 yılında araştırma görevlisi, 2015 yılında yardımcı doçent doktor, 2017 yılında doçent doktor, 2023’te profesör doktor muştur. Çince, Rusça, Japonca, Moğolca, Arapça gibi diller için ilgili ülkelerde çalışmıştır. Türk dünyâsında sâha araştırmaları, Batı ve Doğu’daki büyük bilim merkezlerinde proje ve kütüphane çalışmaları yürütmüştür. Alanıyla ilgili yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sempozyuma katılmış, kısa sürelerle misâfir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Artık gelenek hâline gelen ‘Türk-Moğol  Çalıştayı’ serisini başlatmış ve ilk dördünü (2017, 2018, 2022, 2023) yıllarında sırasıyla Moğolistan ve Türkiye’de düzenlemiş ve bunların kitapları kendisinin editörlüğüyle yayımlamıştır. Üç milletlerarası sempozyumun yürütücülüğünü üstlenmiştir. 2016 yılında Shanghai International Studies University tarafından üç yıllığına ‘Şeref Üyesi’ olarak seçilmiştir. Kristal Lale Ödülleri kapsamında ‘Yılın Târihçisi’ (2018) ve Valeh Hacılar Vakfı’ndan verilen ‘Türk Dünyâsı’na hizmet Ödülü (2018) ödüllerine lâyık görülmüştür. 2022’de UNESCO International Institute for the Study of Nomadic Civilizations tarafından ‘Akademik Konsey Üyesi’ (Academic Council Member) seçilmiştir. 2022 yılında Türk Ocakları ‘Ziya Gökalp İlim ve Teşvik Ödülü’ ile taltif edilmiştir. Moğolistan’da Türk târihine dâir arkeolojik kazı faaliyetlerinde ‘kazı başkanlığı’ görevini üstlenmiştir. Günümüze kadar Türk târihi sahasında yayımlamış 13 kitap, 2 kitap tercümesi, 9 kitap editörlüğü, bir kısmı SSCI-AHCI, ESCI, Scopus gibi indekslerce taranan 150’ye yakın makale, 10 bildiri kaleme almıştır. Türk Devletleri Târih Atlası (Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 2022) ve Türk Devletleri  Târih ve Kültür Atlası (Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, 2022) adlı ülkemizde ilk kez hazırlanan iki atlasın editörlerindendir. Elinizdeki Eski Türk Târihi, Cilt 1’den önce Türk Târihi İçin Eski Çince-Türkçe Sözlük (Otopsi, İstanbul, 2010); Çin Kaynaklarında Türkistan Şehirleri (Ötüken, İstanbul, 2013); Rusya’daki Türkler (ortak yazarlı, Eskişehir Valiliği, İstanbul, 2015); Bozkırın Yitik Çocukları Juan-juan’lar (Yeditepe, İstanbul, 2015); Doğu Türkistan’ın Yer Adları (Kesit, İstanbul, 2015); Doğu Türkistan Seyahatnâmesi (ortak yazarlı, Bilge Oğuz, İstanbul, 2015); Doğu Türkistan’ın Doğu Türkistan’ın Târihî Coğrafyası (Ötüken, İstanbul, 2016; Bir Zamanlar Türk  İdiler Türk Kökenli Çin Âileleri (Ötüken, İstanbul, 2017) Hun Târihi (İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2020); Uygur Kağanlığı  (744-840) (Selenge, İstanbul, 2021); Çin Târihi (Ötüken, İstanbul, 2021) kitaplarını neşretmiştir. Prof. Dr. Kürşat Yıldırım, evli ve bir kız evlât babasıdır.    

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. 

 İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50      

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr 

BİLGE KAĞAN YAZITI

Bilge Kağan; Göktürkleri elli yıllık Çin esâretinden kurtararak ikinci defâ Gök-Türk      Hâkanlığı’nı kuran İlteriş Kutluk Kağanın büyük oğlu olarak 684 yılında doğdu. Babası Kutluk Kağan öldüğü zaman 8 yaşında, kardeşi Kültigin ise 7 yaşında idi.

Amcası Kapağan Kağan’ın tâlimatı ile 14 yaşında devlet hizmetine girdi. Vezir Tonyukuk kumandasındaki ordu ile savaşlara katıldı, zaferler elde etti.  Çinlilerle anlaşan Bayırkular’ın Kapağan Kağanı pusuya düşürerek öldürmeleri üzerine devletin yönetimini kardeşi ile birlikte üstlendi. Tonyukuk da onlara yardımcı oldu. İsyanlar bastırıldı, karışıklıklara son verildi.  Giriştiği bütün savaşları kazandı. Yurtsuz milleti yurtlu, fakir halkı zengin etti, devleti ve milleti için canla başla çalıştı.

725 yılında kayınpederi Tonyukuk, 731 yılında da 47 yaşında olan kardeşi prens Kültigin vefat etti. Bu iki Türk büyüğünün ölümü hâkanlıkta büyük boşluklar meydana getirdiği gibi, millet de, başta Bilge Han olmak üzere büyük üzüntü içine düştü. Orhun Kitâbeleri’nde bu husus: ‘Küçük kardeşim Kültigin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu, zamânın takdiri Tanrı’nındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır, kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryad ederek yanıp yakıldım’ sözleriyle bengü taşlara yazıldı.

734 yılının yazında K’i-tan ve Tatabılara karşı Töngez Dağı’nda kazanılan savaş, Bilge Kağanın en son zaferi oldu. Bütün ömrünü milletinin birliği ve büyüklüğü için geçirmiş olan Bilge Kağan’ın 19’u kağan’dan sonraki devlet yöneticisi,  19’u da ‘kağan’ olmak üzere 38 senelik hizmeti vardır.

Çinlilerce aldatılan Buyruk-çor tarafından zehirlenmiş ve 25 Kasım 734 târihinde, milleti büyük bir yas içinde bırakarak 50 yaşında vefât etmiştir.

Adına oğlu tarafından Baykal Gölü’nün güneyinde, Orhun Nehri Vâdisinde, Koşo Tsaydam Gölü civârında Bilge Kağan Âbidesi diktirilmiştir. Âbideyi yeğeni Yol-lug Tigin kaleme almış ve 34 günde tamamlatmıştır.

Bilge Kağan, vatanını ve milletini seven bir hükümdardı. Dillere destan kahramanlığı ve ordu yöneticiliğindeki mahâreti ile zaferden zafere koştu.  

Bilge Kağan Yazıtı, hitap metni özelliğindedir. Hem maddî bakımdan, hem mânevî bakımdan bu yazıtlar birer âbidedir. Kül Tigin âbidesi, kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürün edebî bir metnidir.

Kül Tigin yazıtı düşük nitelikli kireç taşı veya mermerden yapılmış dört yüzlü tek parça büyük bir taştır. Taşın yüksekliği 3.75 metredir. Taşın doğu ve batı yüzleri dipte 1.32 metre, üstte ise 1.22 metre genişliğindedir. Yazıtın kuzey ve güney yüzlerinin eni de 46 ile 44 santimetredir.

Kül Tigin yazıtının bütün yüzleri 2.75 metre boyunda yazıtlarla kaplıdır. Batı yüzünde uzun bir Çince yazıt vardır. Yazıtın diğer yüzleri baştanbaşa Türkçe yazıtlarla doludur. Yazıtın doğu yüzünde 40 satır, güney ve kuzey yüzlerinde de 13’er satır vardır. Ayrıca, yazıtın kuzey ve doğu, güney ve doğu yüzleri ile güney ve batı yüzleri arasındaki kenar kısımlarında da küçük yazıtlar bulunmaktadır. Türkçe küçük bir yazıt da yazıtın batı yüzüne kazınmıştır.

Yazıtlardan cümleler:

Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir?

Ey Türk ulusu! Kendine dön. Seni yükseltmiş Bilge Kağanı’na, hür ve bağımsız ülkene karşı hatâ ettin, kötü duruma düşürdün.

Milletin adı, sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım…

Tanrı emrettiği için, ben başardığım için Türk milleti de kazandı. Ben erkek kardeşimle birlikte önderlik edip bu kadar çalışıp başarılı olmasaydık Türk milleti ölecekti, yok olacaktı. Türk beyleri böyle düşünün böyle bilin.

Bilge Kağan yazısını Yoluğ Tiğin olarak ben yazdım. Bunca yapıyı, resimleri ve heykeller, süslemeleri… Kağanın yeğeni Yoluğ Tiğin olarak ben bir ay dört gün oturup hepsini yazdım. 

Tonyukuk yazıtı 720 – 725 yılında yazılıp dikilmiş olan Orhun Yazıtları’nın ilkidir. Bilge Kağan yazıtı ile Kül Tigin yazıtının yaklaşık olarak 350 kilometre doğusunda yer alır.

Dört yönlü iki taş üzerinde yazılmıştır. Birinci taş üzerinde batı ve doğu yüzlerinde yedişer, güney yüzünde 10, kuzey yüzünde ise 11 satır olmak üzere toplam 35 satır yer almaktadır. İkinci taşın ise batı yüzünde 9, doğu yüzünde 8, güney yüzünde 6 ve kuzey yüzünde 4 olmak üzere toplam 27 satır vardır. İki taşın toplam satır sayısı 62’yi bulmaktadır. Yazıtı, Bilge Kağan dönemine kadar başkomutanlık ve vezirlik yapmış olan Tonyukuk dikmiştir. Metnin yazarı da yine Tonyukuk’tur.

Prof. Dr. ALİ AKAR: Sivas’ta doğdu. 1988 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fâtih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra 1990’da Fâtih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünde açılan Araştırma Görevliliği imtihanını kazanarak üniversiteye geçti. Yüksek lisans çalışmasını Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yeni Türk Dili alanında (1992), doktorasını ise 1997 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Dili Ana Bilim Dalında tamamladı.  Askerlik görevini, Kara Harp Okulunda yedek subay öğretim elemanı olarak yaptı (1999-2000). 2006’da doçent, 2011 yılında profesör oldu. Çalışma alanı yoğunlukla Türk dili târihi, târihî Türk lehçeleri, Oğuz grubu lehçeleri, Eski Anadolu Türkçesi, Türkiye diyalektolojisi ve Türkiye-Türk dünyâsı sosyal ve kültür ilişkileri olan Ali Akar’ın, millî ve milletlerarası dergilerde çok sayıda makalesi yayımlandı. Rusya, İsveç, Hollanda, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Moğolistan, Ukrayna, Romanya, Kosova, Mısır ve Suriye’de çeşitli ilmî toplantılarda bulundu. 2012 yılında Uppsala Üniversitesinde (İsveç) Türkiye’de diyalektoloji çalışmaları ve son dönem Türkoloji eğitimi konularında seminerler verdi. 2022-2024 yıllarında Özbekistan Semerkant Devlet Üniversitesinde Linguakültür, Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri, Türk Dili Târihi, Altayistike Giriş derslerini verdi. 2017’de Beşinci Türk Dünyâsı Ekonomi Forumunun ‘Türk Dünyâsına Hizmet Ödülü’’ne layık görüldü. 2018’de Kırgızistan K. Tınıstanov Adındaki Isık Köl Devlet Üniversitesi tarafından verilen ‘Manas’ın Mirasçıları: Türk Dünyâsı Kültürüne Hizmet Ödülü’ ile taltif edildi. 2019 yılında Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde, alanında en çok araştırma yapanlara verilen ‘Sosyal İlimler Ödülü’nü aldı. Evli ve iki evlât babası olan Ali Akar, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesinde görev yapmaktadır. Kitapları: Muğla Ağızları. Muğla 2004, Türk Dili Târihi. Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005. Muğla ve Yöresi Ağızları, Ankara 2013. Gelibolulu ‘Mustafa Ali, Mirkâtü’l-Cihâd (Cihâdın Basamakları) Dil İncelemesi-Metin-Dizin. Ankara 2016. Nuri Yüce Armağanı. (Editör: Ali Akar), Ankara 2017. Türik Tilinin Tarihi. Eltanım Yayınları, Almatı 2017. Oğuzların Dili-Eski Anadolu Türkçesine Giriş. Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.              

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr 

İktidar Olmak İsteyenler Evliya Çelebi’yi Okumalı!

“Vakti zamanında her ne kadar İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adayları, Cumhurbaşkanı adayları okusun dedi isek te siz bugün onu iktidar adayları olarak anlayın!”

Bazıları onun yazdıklarını gerçeklere uygun bulmasa da ben Evliya Çelebi’ye ve onun “Seyahatname”sine çok önem veriyorum.  Kanaatimce onun eseri, her bir Türk evladı için “Türk Yurdu”nu tanımak bakımından emsalsizdir diye düşünüyorum. Okunmasını tavsiye etmeyenler belki Türk’e dair gerçeklerin bilinmesini istemeyenlerdir…

Evliya Çelebi, dönemin vakanüvisi olmak gereken bütün niteliklere fazlasıyla sahipti. O, sırasıyla kuyumcu çırağı, saray hizmetlisi, asker, diplomat, alim, müezzin, yazar, şarkıcı, müzisyen ve hepsinin ötesinde bir gezgindir.

“Taht odasında da handa da evindeki gibi rahattır. Sultanlarla ve kudretli paşalarla sıkı fıkı; şairlerin, dini otoritelerin ve abdalların dostu; sıradan askerlerin ve alelade işçilerin yoldaşı; İstanbul yaşamının türlü özelliklerine aşina; keskin gözleri her zaman ilginç manzara, tuhaf karakter, zevkli gezinti ya da panoramik görüntü arayışında; müzisyen kulağı sürekli sokak satıcılarının bağırtısında, bir derviş raksının akla takılan melodisinde, sarhoş bir denizcinin basit şarkısında; gelişmiş yemek zevki en hoş şarapların takibinde, hassas burnu İstanbul’un ahlaklı ve günahkar iş, ticaret ve yerel faaliyetlerinin kokusunda. Bundan dolayıdır ki; Evliya Çelebi İstanbul’un gezdiği tüm yerlerin sokak kültürü ve tarihinin seyyar ansiklopedisi oldu” diyor John Freely… Kim bu John Freely? Bizim halk olarak pek önemsemediğimiz ve doğru düzgün ne anlattığı üzerinde durmadığımız Evliya Çelebi’yi satır satır inceleyen bir ABD askeri ve 1960’lı yıllarda Türkiye’ye gelerek Boğaziçi Üniversitesi’nde astronomi ve bilim tarihi dersleri veren bir adam (!!!). Ama bu arada Evilya Çelebi’ye de, Türk toplumunu tanımak için bir göz atıveriyor (!)

Evliya Çelebi “Seyahatnamesi”nin ilk cildinde İstanbul’u yazıyor. Bugünkü deyimle İstanbul’un en ince detayına kadar adeta bir röntgenini hatta emarını çekmiş oluyor.

Yine bu John Freely, çok doğru bir tespitle “Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini yazmasının üzerinden geçen, üçyüz yılı aşkın zaman içinde; çok şey oldu, ancak modern İstanbul’u, Evliya Çelebi’nin İstanbul’u ile kıyasladığımda şehrin temel karakterinin değişmediğini gördüm. Yerel mimarinin büyük bölümüyle birlikte Osmanlı zamanının renkli kıyafetleri olmasa da, modern İstanbul’daki manzaralar, sesler ve kokular Evliya Çelebi’nin Seyahatname’de yazdıklarının hemen hemen aynısıdır.” diyor. Ben buna yüzde yüz katılıyor ve bunu sürekliliğini hiç yitirmeyen “İstanbul’un Ruhu” olarak tanımlıyorum.

Hatta buna, değişmeyen gerçekliği ifade eden bir kanıt olarakta “…sokaklarında açların bayıldığı, hastane kapılarında hastaların öldüğü, caddelerinde yoksulların dilendiği ve kuytu köşelerinde çocukların satıldığı bir şehirde yaşıyoruz. Ama olayları öylesine kanıksamışız ki; bakarız görmeyiz, görürüz anlamayız.” diye tam kırk iki yıl önce 13 Ocak 1971 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde rahmetli İlhan Selçuk’un yazdıklarını da göstermek isterim. (Sizce bugün değişen bir şey var mı? Yönetmeye talip olanlar Türkiye’yi biliyor ve anlayabiliyor mu?)

Yani bu nadide şehirde (Türkiye’de) aradan yüzyıllar geçsede değişmeyen bir armoni var. İşte bunu yakalamak ve İstanbul’u (Türkiye’yi) tanıyarak bu şehirle (ülke ile) kucaklaşmak gerek.

Şimdi önümüzde yapılacak belki de kuvvetle muhtemel erken olacak olan seçimlere hazırlanan tüm muhalif partiler dediğim gibi Türk milleti ile kucaklaşmak zorunda!

Ancak dediğim gibi bunun için “İstanbul’un Ruhu”nu yakalamak gerek (Ben buna ‘Türk Ruhu’nu da yakalamak gerekir diye ekleme yapıyorum)… Ben bu ruhun, Evliya Çelebi’nin yazdıklarında gizli olduğunu düşünüyor ve iktidar adaylarını Evliya Çelebi’nin yazdıklarını anlamaya davet ediyorum.

Yine Evliya Çelebi’den iktidar adaylarına bir hadise nakledeyim; İstanbul’un fethi tamamlanıp çatışmalar bittikten sonra Fatih Sultan Mehmet Hanı’ın, askerlerine Okmeydanı’nda kendisinin de bizzat hizmet etmek sureti ile tuz, ekmek ve yemek dağıtarak hizmet ettiğini, yemekten sonra da ulemanın mübarek ellerine ibrikten su dökerek yıkadığını ve üç gün üç gece bu işleri yaparak nefsini kırdığını anlatır. İşte bu da İstanbul’u fetheden ve bugüne kadar yaşatan ruh!

Son örneğimizde İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazından olsun: “Müminler, Ahzab Suresi’ni yüksek sesle okuyan müezzinler tarafından namaza çağrıldı. Sonra Akşemseddin ve Karaşemseddin kalktılar, sultanın iki koluna girdiler; Akşemseddin kendi sarığını sultanın başına koyup bu sarığa siyah ve beyaz renkte iki turna tüyü iliştirerek eline de çıplak bir kılıç tutuşturdu. Böylece mimbere çıkan Fatih, davudi sesiyle “Elhamdülillahi Rabbilalemin” deyince bütün Müslüman gaziler ellerini havaya kaldırıp, bir sevinç çığlığı attılar. Fatih hutbeyi okudu ve inince imamlığa devam etmesi için hocası Akşemseddin’i davet etti”

Tekrar ediyorum, bence herkesin Evliya Çelebi’yi okuması ve ondan sonra gittiği, gezdiği, yaşadığı yerlere bir kez daha dikkatlice bakması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ben Budin’i (Budapeşte – Macaristan) Evliya Çelebi’nin yazdıklarını bilmeden görseydim; Budin’in ne kadar Türk olduğunu anlayamaz ve halen bizim için orada bekleyen ve Allah’ın hikmeti ile yerinden oynatılamayan Gül Baba’nın ne ile görevlendirildiğini hissedemezdim!

Tabii onu okumak ve anlamak görevi de, ilk önce halka hizmete talip olmuş iktidar adaylarına düşüyor. Garip bir seçmenin tavsiyesidir, arz ola!..

Kendin Ol!

Türk Milleti; gerçekleri görmek, anlamak, uyanmak ve bu nedenle engin tarihinin süzgecinden geçmek zorundadır. Kendimiz olabilirsek, kendimize güvenle köklerimize dönebilirsek, şahsi çıkarlardan uzak yüksek karakterli düşünebilirsek ve bu anlayışla yönetimlerimizi oluşturabilirsek, süper güçlere karşı milli saygınlığımızı, milli çıkarlarımızı koruyabiliriz.
*
Unutmayalım, bu ülkeyi kuran ve gençliğine teslim eden iradeden daha akıllı değiliz. O kurucu iradeye karşı daha şeytan olanlarımız vardır ama şeytandır. Bu bağlamda, Yasama-Yürütme- Yargı erglerinin öncülüğünde hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik parlamenter rejim aynı zamanda şeytanlara fırsat tanımayan ve gerektiğinde yargılayan rejimdir, vazgeçilemezdir
*
Bilim, düşünce ve sanat insanları doğruları söylemekten korkmaz ve bildiklerini sonuna kadar savunabilme cesareti gösterirlerse;
Hâkimi, savcısı, avukatı; siyasete eklemlenmeden sadece ve sadece adalet üzere olurlarsa;
Kamu kaynaklarını kullananlar, haktan- hukuktan ayrılmaksızın, tercihlerini milletten yana kullanırlarsa;
Okumak, öğrenmek bir ibadet haline gelmişse;
İnsanlar birbirlerinin yaşam tercihlerini sorgulamak yerine, kendileriyle meşgul oluyorlarsa;
Şekilci anlayışın yerini, ahlak ve bilgi temelli bir duruş almışsa;
İşte oradadır huzur… Oradadır başarı… Oradadır insanlık… Oradadır düzgün inanç
*
Türkler Dünya yaşam süresince diğer tüm milletlerden farklı olmuşlardır.
Yaşamları, giyimleri, kültürleriyle gittikleri yerlere yenilik, adalet hak hukuk ve kadına saygı geleneğini götürmüşlerdir.
Türk Kadını cesur ve mert oluşuyla aynı erkek gibi savaş meydanlarında savaşmıştır.
Türk Kadını aynı zamanda güzelliği ve zarafetiyle yine Dünyanın en güzel kadınları arasında yerini almıştır.
Türkler, kimseye hiçbir ayrımcılık yapmadan, başka milletten, dinden veya mezhepten insanlarla her zaman barış, huzur, güven ve uyum içinde yaşamayı bilmişlerdir.
*
İşte tarih boyunca Türk Devletleri ve Türkler hakkında söylenmiş sözlerden bir derleme…

  • Ne mutlu Türk’üm diyene! (Mustafa Kemal Atatürk)
  • Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır. Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır! (Mithat Cemal Kuntay)
  • Biz Türk milleti temiz bir milletiz. Biat nedir asla bilmeyiz. Bundan dolayı Tanrı bizi aziz kılmıştır. (Alparslan)
  • Siz çoksunuz biz Türk! (Bilge Kağan)
  • Bayrak, bir ulusun onurudur. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez. (Mustafa Kemal Atatürk)
  • Ey Türk, titre ve kendine dön! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, kim bozabilir senin ilini ve töreni! (Bilge Kağan)
  • Bana Türklerden Kurulu bir ordu verin, dünyayı rehin alayım. (Napolyon)
  • On ulusun on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk’e bedel olamaz. (Charles Mcfarlane)
  • Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri ise Türkler. (Albert Sorel)
  • Kılıcı eşsiz bir maharetle kullanan Türkler, mağlup ettiği insanların yarasını sarmakta da bir o kadar ustadır. (George Gordon Byron)
  • Türkler ölmeyi iyi bilirler. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübe sahibiyim. (Montecucco)
  • Türkler devlet yıkmakta ve kurmakta en iyi üstatlardır. (Joseph Von Hammer-Purgstall)
  • Irk ve millet olarak Türkler, geniş imparatorlukla içerisinde yaşayan kavimlerin en asilidir. (Alphonse de Lamartine)
  • Eğer Türkleri tanımış olsaydınız hayran olurdunuz. (Sir Mark Skyes)
  • Türk milletinin yaratılış nedeni cihana hâkim olmasıdır. (Hacı Bektaş Veli)
  • Benden eyerimi isteyiniz vereyim, atımı isteyiniz vereyim fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin veremem. (Mete Han)
  • Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan, Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan… (Ziya Gökalp)
  • Vatan için ölmek de var, fakat borcun yaşamaktır. (Tevfik Fikret)
  • Türk korkmaz korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. (Semamae İbni Eşref)
  • Adolf Hitler Kumandanlarından biri Adolf Hitler’e sorar: -Türklere neden saldırmıyoruz?- Bu soru üzerine Hitler: Türkler öyle bir millettir ki, eğer saldırırsak tamamını yok etmemiz gerekir… Yoksa bir tane bile hayatta bırakırsak, yeni bir devlet kurar ve intikamını alır demiştir.
  • Türk milleti iki bin yıldır profesyonel askerdir. Türklerin mesleği askerliktir. (Donaldson)
  • Dünyada Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz. (Hamilton)
  • Türklerle dost ol ama düşman olma. (Gianni de Michelis)
  • Türkler az söylerler çok iş yaparlar. (Abraham Lincoln)
  • Türkler tarihte eşi benzeri görülmemiş bir millettir. (Enes Bin Malik)
  • Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar. (Andreas Phitiades)
  • Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir. (Mulman)
  • Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır. (Lady Mary Wortley Montagu)
  • Türk, asillerin asilidir. Yapmacık olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir. (Pierre Loti)
  • Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder. (Albert Einstein)
  • Türkler Asya’nın güçlü ulusudur. (Albert Sorel)
  • Çanakkale’de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim. (Sir Julien Corbet)
  • Türk’ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk’ün özünü göstermektir. Bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez. (Decamps – Fransız ressam)
  • Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez. (Baron Büsbek)
  • Türkler’in doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir. (Charles Macfarlene)
  • Türklerle dost ol, ama düşman olma. (Gianni de Michelis)
  • Tarih, Türkler‘den çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki bunlar medeniyetin birer ziynetidir. (Alman tarihçi Hammer)
  • Türkler’in Avrupa dengesi için gerekli bir unsur oldukları kesindir. (Lord Beaconsfield)
  • Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk’ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır. (Lord Byron)

Konudan Konuya  (50)

– Hayvanların sîretleri / hâl ve gidişâtları, huy ve amelleri / fiil ve hareketleri ile sûretleri / dış görünüşleri, bedenleri  ve şekilleri hakkında şöyle bir düşünecek olursak; görünüşleri ile hâl ve tavırları arasında tam bir uyum içinde olduklarını müşahede eder, farkına varırız. At bedeninde Arslan ruhu olsaydı, zapturapta alabilir, üstüne semer vurup binebilir, istediğimiz yöne çekip götürebilir miydik? Koyun ve Keçi’lerin yüzlerindeki o mûnislik / cana yakın, uysal ve sevimlilik hâlleri olmasaydı; istediğimiz gibi, onları evirip çevirebilir miydik? Öküzlere; insana uyması gerektiği ilham edilmeseydi; küçük bir çocuk koca öküzün kulağından tutup, elindeki çubukla da vurarak onu emrine râm edebilir, o yana bu yana doğru sevk edebilir miydi? Demek ki, Arslan’a Arslan rûhu, Tilkiye Tilki rûhu, At’a At rûhu çok müsait ve uygundur. Velhasıl, her beden ve surete en uygun siret, huy ve hâl verilmiş. Beden / suret ve siret / huy ve davranış özellikleri her yaratılanda gözetilmiştir. Acaba At, Koyun ve Keçi gibi hayvanlara Arslan ruhu verilseydi insan nasıl da çaresiz kalırdı? Veya Arslan, Kaplan gibi hayvanlar; uysal ve yumuşak huyluluk gibi vasıflarla donatılmış olsalardı; nasıl gülünç durumlar sergileneceğini varın bir de sizler düşünün. Anlaşılan odur ki, suretler ve siretler arasında tam bir uyum ve gereklilik vardır. Böylece İlahî bir hikmetin / gaye ve amacın her şeyde gözetildiğini, çok âşikâr bir yaratılış icabı olarak görmekteyiz.

– “Niye dersini çalışmadın?” “Arkadaşım da, çalışmadığı için!” “Niye ahlâksızlık yapıyorsun?” “O da yapıyor!” Halbuki her koyun, kendi bacağından asılır. Kaldı ki, sûi misal / kötü örnek; misal olmaz, örnek olarak alınmaz.

– Ayakkabısı eski ve altı parçalanmış biri, bu hâlinden ötürü üzgün olarak yolda yürürken; bir de ne görsün; karşıdan gelen bastonlu adamın bir ayağı yok! Hemen kendine gelerek: “Ben niye üzülüyorum ki, der. Adamın bir ayağı yok! Ben ise iki ayağım da sağlam olduğu halde, ayakkabım eski diye bunu mes’ele yapıyorum!”

– “Fakirim!” diyen birine “Hayır değilsin!” diyerek biri karşı çıkar! Kendisine tuhaf tuhaf bakan fakire adam sorar: “Bir gözünü bana kaça satarsın?” Fakir sükut eder cevap veremez! Adam “Bir gözüne bile fiyat biçemiyor, bir de fakirim diyorsun!” diyerek, fakirin şaşkın bakışları arasında oradan uzaklaşır.

– Her şeyin hareket gücü beyin sanılır ve beyinden bilinir. Elektrikle çalışan âlet ve makinelerin de beyni hükmünde harekete geçirici merkezleri var. Fakat elektrik kesilince, tüm donanımıyla makine stop eder, durur. Âdeta dona kalır! Aynen bunun gibi, insandaki beyin de, ruh çıkınca, bir şeye yaramıyor. İnsanın hiçbir uzvu harekete geçemiyor! Evet, makineler için elektrik neyse, insan bedeni için de ruh odur.

– Bazıları “Ben gördüğüme inanırım.” diyerek bilgiçlik taslar! Masanın üstünde kıpır kıpır hareket halinde olan milyarlarca mikropları görebiliyor muyuz? Havadaki her sesi işitiyor, radyo ve televizyon dalgalarına bakabiliyor muyuz? Atmosferimizde her yeri kaplayan havayı müşahede edebiliyor muyuz? Şayet mikroskop icat edilmemiş olsaydı, mikropların varlığını kolay kolay kabul etmezdik! Demek ki, görmemek ve işitmemek olmadıklarına delil değil. Aslında görmediklerimiz gördüklerimizden, duymadıklarımız duyduklarımızdan daha fazla.

– Rast gele birinden gelen mektup mu?

Yoksa, mevki makam sahibi birinden gelen mektup mu? Daha heyecanlı bir şekilde kendini okutur?

Üstelik bu mektup:

Kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah’tan gelen, Kur’an-ı Kerîm denen İlahî mesajlar yüklü mukaddes, azîz ve eşsiz bir mektup ise mi, kendisini daha büyük bir merak ve istekle okutur? Karar sizin.

Alkışı İlk Bırakan Sen Olma!

Sözüm meclisten dışarı, otoriter rejimlerde sıkça rastlanan bir davranış var. Otoriter rejim otoriter bir lider gerektirir, tabiatıyla. Otoriter liderin de bir partisi; öl deyince ölen, vur deyince vuran bendeleri ve parti üyeleri olsa gerek. O yarı tapınma hâlini 1980 yılı haziranında, İran’da görmüştüm. Rejim yeni değişmişti ve sıkça Humeyni mitingleri yapılıyordu. Tebriz’de koca bir meydan dolmuştu ve militanlar, “Öl de ölelim, vur de vuralım Humeyni!” diye bir ağızdan haykırıyordu.  

Bu hâli zaman zaman televizyonlardaki Kuzey Kore Komünist Partisi toplantılarında izliyoruz.  O biraz bizim Çiftlik Bank başkanına benzeyen liderleri Kim Jong-Un konuşurken bütün parti ayakta ve durmaksızın alkışlıyor. Bunu nasıl başarıyorlar anlayamıyorum. Lider konuşuyor, onlar, hepsi birden, şiddetle, gürültüyle alkışlıyor. Ne dediğini nasıl duyuyor, o gürültüde nasıl anlıyorlar. Ama galiba ne dediği önemli değil. Dediklerinin vardır bir hikmeti ve ne derse desin alkışlanacak şeylerdir muhakkak! 

Alkışa başlamak ve durmak 

 Ayakta sürekli alkışlamanın bir problemi daha var. Alkışa ne zaman başlayıp ne zaman duracaklarını kim tayin ediyor? Yanlış anlamayın, adamın günahını almayalım; büyük harfle “Kim tayin ediyor” demedim, Türkçedeki soru edatı ile “kim” diye sordum. 

Derken Harari’nin Nexus’unda okuduğum bir pasaj geldi aklıma. Harari de Soljenitzin’in Gulag’ından almış. Stalin’in yüzbinleri katlettiği dönem. İnsanlar ismini ağızlarına almaktan korkuyor. Kendilerini cesur hissettikleri nadir zamanlarda, “Bıyıklı Adam” diyorlar. Solzhenitsyn anlatıyor: 

1930’ların sonunda, Stalinist Büyük Terör’ün doruk noktasında, Moskova’da bir bölge parti konferansında yaşananları anlatırlar. Stalin’e sayglarını belirtmeleri için çağrı yapılmış.Dikkatle izlendiklerini elbette bilen dinleyiciler alkışlamaya başladı. Beş dakikalık alkıştan sonra, “avuç içleri acımaya başlamıştı ve kaldırılan kollar ağrıyordu. Ve yaşlılar yorgunluktan nefes nefese kalmıştı… Ancak ilk durmaya kim cesaret edebilirdi ki?” Soljenitsin, “NKVD adamlarının salonda durup alkışladığını ve ilk kimin bırakacağını görmek için izlediğini” anlatıyor! Altı dakika, sonra sekiz, sonra on dakika boyunca devam etti. ‘Kalp krizinden bayılana kadar duramadılar! … Yüzlerinde yapmacık bir coşkuyla, zayıf bir umutla birbirlerine bakan bölge liderleri, durdukları yerde düşene kadar alkışlamaya devam edeceklerdi.’

Hasburg’un şapkası

“Nihayet, on bir dakika sonra, bir kâğıt fabrikasının müdürü hayatını ellerinin arasına aldı, alkışlamayı bıraktı ve oturdu. Diğer herkes de hemen alkışlamayı bıraktı ve oturdu. O gece gizli polis onu tutukladı ve on yıllığına Gulag’a gönderdi. ‘Sorgucusu ona şunu hatırlattı: Sakın alkışlamayı bırakan ilk kişi olma!’

Hatırlamamıştım, şimdi fark ettim. Verdiğim örnek parti toplantısında konuşan lideri ayakta alkışlamaya tam benzemiyor. Gerçi ayakta ve alkışlanıyor ama lider orada değil. Sadece ona saygı için çağrı yapılmış. Hani Wilhelm Tell’in (Giyom Tell’in) valinin şapkası hikâyesine benziyor. Bize İsviçre’nin bağımsızlık mücadelesini başlatan olay diye ilkokulda okutmuşlardı. Bilmem hâlâ okutuluyor mu? Habsburgların otoriter valisi, şehrin meydanında bir direğe şapkasını asar ve her gelen geçenin şapkayı selamlamasını emreder. Tell, bu emirden habersiz bir köylüdür. Şapkayı selamlamaz ve polisçe yakalanır. Yargılanır ve acı bir cezaya çarptırılır. Birlikte şehre getirdiği küçük kızı, şu kadar adım ötede, başında bir elma ile hedef duracak ve Tell, o elmayı vurursa affedilecektir. Tell, her İsviçreli gibi yaman bir askerdir. İsviçreliler bugün de öyle olmalılar. 

Hangi kışla?

On yıllar önce birkaç gün kaldığım Zürih’te, liseler arası atıcılık yarışması vardı. Şehirden ayrılıp iki hafta sonra geri geldiğimde bu defa her yer ortaokullar arası atıcılık yarışması afişleriyle doluydu. Bir akşam otelin yolunu şaşırdım ve bir yerliye danıştım. Otelim kışlanın yanındaydı. Onu söyledim. Adam “Hangi kışla?” dedi. Zürih kışla doluydu. İşte o barış ülkesi, tarafsız İsveç’in barışının ve tarafsızlığının sırrı. 

Giyom Tell her İsviçreli gibi yaman bir asker ve atıcıdır. Babasının hata yapmayacağından emin kız çocuğu, başında elma ile  gözünü kırpmadan gülümseyerek ona bakarken ok uçar ve elmayı tam ortasından vurur, deler, geçer. 

Bu yazı da şuur akımı roman gibi oldu. 

Neyse siz siz olun, sözlerimi ciddiye alın. Eğer bir gün yolunuz Kuzey Kore’ye düşer ve kendinizi Kim Jong-Un’un toplantısında bulursanız alkışı ilk bırakan olmayın. Ne dediğini anlasanız da anlamasanız da ayağa kalkın ve alkışlayın. Diğerleri ne dediğini bilerek mi alkışlıyor sanıyorsunuz?

Suriye’de Zafer Kazananlar Türkiye’ye Dost mu?

Suriye’de Baas rejiminin yıkılması ve Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçmasıyla “Türkiye bir zafer kazanmış gibi” sevinenler var.  Bunlar sadece muhalif güçlerin başını çeken HTŞ (Heyet Tahrir Şam) ile ideolojik bağı olanlar olsaydı bunu anlayabilirdik. Malum HTŞ, El-Kaide kökenli selefi cihatçı gruplardan oluşan bir örgüt. HTŞ lideri Colani 2016’da El Kaide ile bağlarını kopardığını duyurmuş olsa da örgütün genetik kodları böyle.

HTŞ lideri Colani, Nisan 2023’te yayınlanan bir videosunda, “Genel ahlak kurallarını ihlal eden kişilerin hesaba çekilmesi konusunda İçişleri Bakanlığı’nda din adamlarının ve mollaların yöneteceği ahlak polisi olacak sözleri etmişti. İran’daki ahlak polisi uygulamasının yarattığı toplumsal sıkıntıları hatırlayınız.

Fakat milliyetçi, yerli ve milli olduğunu söyleyen bazılarının da zafer sevinci yaşayanlara katıldığını görünce, Suriye’de olanları ve muhtemel gelişmeleri bir kere daha değerlendirmek gerekiyor.

HTŞ İdlip’ten çıkıp, Halep, Hama, Humus, Şam ve Dara’yı ele geçirdi. Suriye’nin üç hafta öncesine kadar Esad’ın hakim olduğu bölgeyi yönetmeye başladı. HTŞ resmen Türkiye’nin ve Batı’nın terör örgütü saydığı bir organizasyon.

Ancak ABD ve İsrail ile Türkiye HTŞ’nin iktidara gelmesini destekledi. İsrail, Gazze’de Hamas’a, Lübnan’da Hizbullah’a vurarak, İran’a yönelik suikastlar yaparak İran’ı devreden çıkarttı. ABD Ukrayna’yı kullanıp, Rusya’yı zayıflatarak ve Rusya ile anlaşıp, sessizce çekilmesini sağlayarak, hiç çatışmasız bir şekilde HTŞ’ye iktidar yolunu açtı. Türkiye bu iki devlet ve HTŞ iletişiminde yardımcı oldu.

Kısa süre önce bile, gücüyle ülkesi içindeki ve dışındaki düşmanlarını korkutan, üç yıl önce seçimden %95 oyla yeniden seçilmiş olan Beşar Esad, 2016’da yendiği HTŞ’nin yeni saldırıları karşısında hiç direnemedi. Bu olanlar tesadüf değildi.

*********************************

HTŞ’yi Kontrol Etmek Mümkün mü?

Türkiye’nin MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın, HTŞ Başkanı Colani’nin kullandığı araç içindeki görüntüleri, Şam Büyükelçiliğimizin tekrar aktive edilmesi Türkiye’nin HTŞ yönetimini meşru gördüğünün ve iyi ilişkiler içinde olduğununişaretleri.

Elbette, Türkiye’nin HTŞ’yi etkileyici bir konumda olması olumludur.

HTŞ’nin kazandığı zafer her ne kadar ABD/ İsrail ve Türkiye desteği ile mümkün olsa da bu tür örgütlerin üzerindeki etkinliğin sürdürülebilir olup olmadığı önceden belli olmuyor.

Bu yüzden İsrail bir yandan Golan Tepeleri ile Suriye’nin güneyinden Şam’a 15 km kalana kadar kısmını işgal etti. Daha da önemlisi Esad’ın bıraktığı Suriye devletinin askeri altyapısını ve kritik devlet dairelerinin hemen hepsini imha etti.

Yani İsrail HTŞ’yi bu aşamaya kadar desteklemesine rağmen, yarın kendisine karşı savaşma ihtimali gördüğü için, yeni Suriye devletinin silah gücünü eline geçirmesine izin vermedi. Devlet yapısını uzun süre düzgün çalışamaz hale getirdi.

Çünkü İsrail, yeni Suriye’nin kendisi için muhtemel bir risk oluşturmaması için zayıf bir yapıda kalmasını istiyor.

Zaferin gerçek sahibi ABD/ İsrail olup, bu iki oyun kurucu için HTŞ bugün için kullanışlı bir aparattır.

****

İsrail’in duyduğu endişeyi Türkiye’de duymalı mı? Yani HTŞ bugün için Türkiye desteğinden mutlu olsa da gelecekte aynı dostane ilişki devam eder mi?

HTŞ’nin ülke yönetimini, sivil siyasi kuruluşların katılımına açması ve parçalanmış egemenlikleri birleştirerek “demokratik bir Suriye” yaratması istenen bir şey. Ama bu ütopyaya erişmek son derece zor.

Çoğu uzman HTŞ’nin, tıpkı Esad yönetimi gibi, iktidarı otoriter yöntemlerle elinde toplayabileceği kaygılarını taşıyor.

HTŞ ilk iktidar sınavını yaklaşık 4 milyon insanın yaşadığı İdlip’te vermişti. İdlip’deki kamu hizmetlerini sağlarken, şeriat ilkelerini takip eden bir dini konsey de yönetime katılıyordu. Yönetimi sırasında yoğun baskıların ve siyasi muhaliflerin hapse atılmasının da söz konusu olduğu söyleniyordu.

Yeni Suriye yönetiminin “Taliban modelini izleyebileceği” ve bağnaz bir şeriat yorumuyla yönetilen otoriter bir İslam devleti kurabilecekleri” yönünde tahminler var.

Bu durumda yeni yönetim de kendi halkına zulmederse Türkiye HTŞ ile iyi ilişkiler içinde kalacak mıdır?

“Dış ilişkilerde, muhatap devletin içişleri nasıl olursa olsun, ülkemizin yüksek çıkarları önemlidir” denebilir.

Peki, o zaman Devrik Başkan Esad ile ilişkileri niye bozduk? “Esad’ın zalim bir diktatör olmasını” bahane etmedik mi? (Aslında “dostum Esad” döneminde de Esad aynı zalim diktatördü.)

Olsun belki de “dün dündür bugün bugündür” der ve HTŞ’ye özel bir uygulama da yapabiliriz.

Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin zihin kodlarında da siyasal İslamcı ve mezhepçi DNA’lar olduğunu söyleyebiliriz.

*********************************

PYD/YPG/SDG Nedir?

Suriye’nin kuzey doğusunda (Fırat’ın doğusunda) kalan petrol zengini bölgede, ABD’nin desteklediği PYD/YPG/SDG hakim. Bu üç harfli örgütler bazen karıştırılıyor, bu yüzden bir açıklama yapalım:

Suriye’deki PKK’lıların oluşturduğu PYD/YPG aslında aynı örgütün parçaları.  Demokratik Birlik Partisi (PYD) Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından “PKK/KCK terör örgütünün Suriye uzantısı olan bir terör örgütü” olarak tanımlanıyor.

YPG ise PYD’nin silahlı kanadına verilen isim.  YPG “Kuzey Suriye’de ilan edilen “Rojava öz yönetimindeki” kantonların güvenliğinden ve toprak savunmasından sorumlu” olduğu iddiasında.

SDG ismi nereden çıktı? Dönemin ABD’li özel kuvvetler komutanının ifadesine göre, “Türkler, YPG’nin PKK ile aynı olduğunu söylüyor ve ‘Benim terörist bir düşmanımla muhatap oluyorsunuz, bunu müttefik olarak nasıl yapabilirsiniz’ diyordu. Biz de bunun üzerine onlara (YPG) isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söyledik. ‘Suriye Demokratik Güçleri’ olduğunu ilan ettiler. Adlarının ortasına ‘demokratik’ ifadesini koymaları zekice bir hamle oldu.”

Türkiye’ye göre SDG, PYD ve YPG’nin bir uzantısı. Ancak SDG’yi Ankara dışında terör örgütü olarak gören ülke yok.

Özetle, PYD/YPG/SDG örgütleri PKK/KCK terör örgütünün Suriye uzantısı olup, ABD ve İsrail’in himaye ettiği ve Suriye operasyonun uygulanmasında çok kullanışlı bir aparattır.

Türkiye için asıl risk bu örgüte kurdurulacak bağımsız veya federe bir devlet yapılanmasının gerçekleşmesidir. Bu devlet kuruluşu tamamlanırsa İsrail ile komşu olduğumuzu farz edebiliriz.