11.6 C
Kocaeli
Çarşamba, Kasım 12, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 69

KOÜ’lü akademisyenlerin makaleleri WOS’da önemli atıf kategorilerine yerleşti

Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyeleri Prof.Dr. Müslüm Arıcı’nın iki, Prof. Dr. Tahir Serkan Irmak’ın bir makalesi Web of Science Core Collection’da alanında en çok alıntılanan önemli atıf kategorilerine yerleşti

KOÜ'lü akademisyenlerin makaleleri WOS'da önemli atıf kategorilerine yerleşti

Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğretim üyeleri Prof.Dr. Müslüm Arıcı’nın iki, Prof. Dr. Tahir Serkan Irmak’ın bir makalesi Web of Science Core Collection’da alanında en çok alıntılanan önemli atıf kategorilerine yerleşti

Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Müslüm Arıcı’nın “Exploring mushy zone constant in enthalpy-porosity methodology for accurate modeling convection-diffusion solid-liquid phase change of calcium chloride hexahydrate” isimli araştırma makalesi Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 0.1’lik dilime girerek “Hot Paper” kategorisine, “Numerical thermal control design for applicability to a large-scale high-capacity lithium-ion energy storage system subjected to forced cooling” isimli araştırma makalesi ise Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 1’lik dilime girerek “Highly Cited Paper” kategorisine yerleşti. Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tahir Serkan Irmak’ın “Supershear triggering and cascading fault ruptures of the 2023 Kahramanmaraş, Türkiye, earthquake doublet” isimli araştırma makalesi Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 1’lik dilime girerek, “Highly Cited Paper” kategorisine yerleşti.

https://www.cagdaskocaeli.com.tr/haber/22905348/koulu-akademisyenlerin-makaleleri-wosda-onemli-atif-kategorilerine-yerlesti
mask

KOÜ'lü akademisyenlerin makaleleri WOS'da önemli atıf kategorilerine yerleşti
KOÜ'lü akademisyenlerin makaleleri WOS'da önemli atıf kategorilerine yerleşti

Haber albümü için resme tıklayın+

ABONE OL

Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Müslüm Arıcı’nın “Exploring mushy zone constant in enthalpy-porosity methodology for accurate modeling convection-diffusion solid-liquid phase change of calcium chloride hexahydrate” isimli araştırma makalesi Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 0.1’lik dilime girerek “Hot Paper” kategorisine, “Numerical thermal control design for applicability to a large-scale high-capacity lithium-ion energy storage system subjected to forced cooling” isimli araştırma makalesi ise Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 1’lik dilime girerek “Highly Cited Paper” kategorisine yerleşti. Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Tahir Serkan Irmak’ın “Supershear triggering and cascading fault ruptures of the 2023 Kahramanmaraş, Türkiye, earthquake doublet” isimli araştırma makalesi Web of Science Core Collection’da, alanında en çok alıntılanan yüzde 1’lik dilime girerek, “Highly Cited Paper” kategorisine yerleşti.

Fötr Şapkalı Çoban Sülü

Benim yaş grubum, Süleyman Demirel’in politikaya girdiğinden bu yana Sayın Başbakan, Sayın muhalefet lideri, Sayın Cumhurbaşkanı olarak yakından takip etmiş bir kuşak. Adı ilk duyulduğunda Adalet Partisi Genel Başkanlığı sırasında oldu. Seçimde rakibi ise maruf bir aileden ve milliyetçi kesimin adayı Dr. Saadettin Bilgiç olmuştu. Ragıp Gümüşpala’nın vefatının ardından Adalet Partisi genel başkanlık seçiminde sağ ve sol gruplar Demirel’in masonluğuna dair belge dağıtmış, “Marison Süleyman” veya “Nurlu Süleyman” diyerek yürüyüşler yapmış, mitingler düzenlemişti.

Tarihi sürecine şöyle bir göz atıldığında en etkili gençlik ve işçi yürüyüşleri, kınamaları, protestoları, askeri müdahaleler Demirel’in Başbakanlığı sırasında yapılmıştı. Parlamentoda İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı, Mehmet Ali Aybar, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş, Erdal İnönü, Turgut Özal gibi Türk siyasetinin en ağır toplarını karşısında bulmuştu. Süleyman Demirel “Yollar yürümekle aşınmaz” veya “nerede kalmıştık?” diyerek altı defa gitmiş, yedi defa gelmiş, başta GAP’a ve Keban’a, Atatürk Barajı’na imza atmış, Çankaya’ya kadar çıkmıştı. Şapkası da bir dönemin simgesi olmuştur.

Bülent Ecevit Hükümeti’nin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in kurduğu, sürdürebilir insani kalkınma anlayışı çerçevesinde ülkemizin sosyal ve ekonomik potansiyelini harekete geçirmek amaçlı Ülke Politikaları Vakfı İstanbul’da “Süleyman Demirel 100 Yaşında” konulu Ekrem İmamoğlu, hekemi Dr.Aylin Cesur, emanetçisi Hüsamettin Cindoruk, bakanları Ali Naili Erdem, Hamdi Üçpınarlar ve Cavit Çağlar, dostu Prof.Dr. Mehmet Haberal, Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın katıldığı bir panel düzenledi. Şişli Cevahir Salonu labalep dolmuş, Demirel ile alakalı bir de karikatür sergisi açılmıştı. Doğrusu bu sergi unuttuğumuz tebessüm etmeyi yeniden hatırlattı, meğer ne kadar da ihtiyacımız varmış bu gülümsemeye.

“Fakir Fukara Ezilmemeli, Vatandaşın Onuru ile Oynanmamalı”

Toplantıda her yaş, kültür, politika, sosyal hayat grubundan aydınlar vardı. O kocaman, heyüla gibi dev salonun böyle bir kış gününde dolmasına şaşırmadan edemedim.

Konuşmaları yakından takip ettim. Günümüzü yaşayınca, konuşmacıların anlattıklarıyla örtüştüğünde Süleyman Demirel’in önemli bir devlet adamı olduğunu daha da fark ettim. Mesela Demirel’den üç yaş küçük olduğunu belirten ve “komando” diye bilinen eski Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem anlattı; “aşırı gerilimli gerçekleşen Adalet Partisi kongresinde Süleyman Bey genel başkan seçilmişti. Kurmaylarını topladı ve bize “Haydi arkadaşlar ilk ziyaretimizi Saadettin Bilgiç Bey’e yapacağız” dedi. Halbuki Saadettin Bey kongrede rakibiydi.”

Ali Naili Erdem’in hatırlattığı diğer iki olay da şöyle;

-Zaman zaman Süleyman Bey ile birlikte alayişsiz nümayişsiz köylere kasabalara giderdik. Beyefendi bize; ev ziyareti yapmamızı tembih eder ve “Bakın vatandaşın başını sokacak evi var mı, tenceresi kaynıyor mu, sofrasında aş bulunuyor mu, işi gücü mevcut mu, çoluk çocuğu ne yapar, herhangi bir şikâyeti bulunuyor mu?  Biz bunun için iktidara geldik, millet bizi bununla görevlendirdi, hakkını verelim.” Biz de bunu hakkıyla yerine getirir, daha sonra kendisine anlatır ve tedbirimizi alırdık.

-İran Şahı Pehlevi gelmişti. Kendisini İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda ağırladık. Önce bir yemek verildi. Ardından de Münir Nurettin Selçuk bir konser gerçekleştirdi. Konser bittikten sonra Münir Nurettin masamıza kadar geldi, reverans yaparak selamladı. Tam alkışlayacaktık ki Beyefendi “Sanatçılar oturarak alkışlanmaz arkadaşlar” deyince hepimiz ayağa kalkarak Münir Nurettin Beyi alkışladık. O da mutlu oldu. Süleyman Bey sanata ve sanatçıya böylesine önem verirdi.

Ali Naili Erdem, Başbakan Demirel’in bir dönem mesai yaptığı başta Ferruh Bozbeyli, Mehmet Turgut, Faruk Sükan ve Saadettin Bilgiç gibi ağır toplarının ayrılarak yeni bir parti kurmasına ve arkadaşlarını gerektiği kadar sahiplenilmediğine üzüldüğünü anlattı.

“Yasaksız Türkiye Mücadelesi” diye tanıtılan ve bir Demirel Belgesel filmi gösterilen toplantıyı 14 siyasal parti temsilci göndermişti. Belgeselde özetle insanların davasından vazgeçmediği, çekilen çile ve meşakkatlerle aydınlık bir dönem açıldığı, medeniyet mirasına kavuşulduğu, milli-manevi değerlerimizin devreye girdiği vurgulanıyordu. Bir hususa da dikkat çekiliyordu; “Fakir fukara ezilmemeli. Parayı al, oyunu bana ver demek vatandaş onuru ile oynamaktır”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na göre; Süleyman Demirel devlet insanı, samimi, içten bir söz ustası ve lider. Politikada her iki geleneğin insanları gelişmelere 1950 gözüyle bakmıyor. Ortak birikime sahip çıkıyor. İktidarlar seçimle gelir, seçimle gider. Fukaralığı yener. Otoriter liderler toplumu böler. Hayatı zorlaştırır. Farklı görüşleri bir araya getirmez. Demokrat liderler mesela Demirel ve Ecevit aynı cümleleri seslendirirler. Tahkikat ve hukuku savunurlar. Dayatmacı ve partizan değillerdir.

Demirel, Türkiye’nin Çörçili mi?

CHP bu toplantıyı sahiplendi gibi göründü. Cumhuriyet Halk Partili olduğunu belirten Vakıf Başkanı Avukat İsmail Doğan Subaşı programı Demokrasi yoluna dönüş olarak değerlendirdi ve kolektif aklın önde olması gerektiğini savundu.

Süleyman Demirel’in hekimi Dr. Aylin Cesur’a göre de “Beyefendi nüktedan ve ötekileştirmeyen bir kişilikti. Yardım eden değil, babalık edendi idi. Hür ve sivil bir toplum oluşturmaya çalıştı. Onurlu vatandaşlık mücadelesi verdi. Eşi Nazmiye Hanım son yıllarını hastalıkla geçirdi. Kimseyi tanımıyordu. Ama Beyefendi onu hiç ihmal etmez “Nazmiye Hanım beni tanımasa da, ben onu tanıyorum ya” diyordu.

Böylesi toplantıları çok özlemişim doğrusu.

Her görüş birlikte; el ele, kol kola.

Hüsamettin Cindoruk’a göre de Demirel kimseye kızmaz. Kızar gibi yapardı. “Beyefendi’nin emanetçisi olmaktan da mutluyum ve gurur duyuyorum.” dedi eski TBMM Başkanı Cindoruk.

Allah sağlık ve hayırlı uzun ömür versin Prof.Dr. İlber Ortaylı’yı herkes pür dikkat dinledi. Etkinliğe İlber Hoca için gelen de bir hayli vardı. Kendisine has üslubu ve esprileriyle dikkat çekti. Ortaylı Hoca’ya göre; Demirel müstesna lider ve çalışkan yapılı. Cumhuriyetin ilk yılında seçkin bürokratlar cumhuriyeti kuruldu. İdealist ve aydın insan kıtlığı vardı, yönetim aydın katliamıyla savaştı. İşte o söz konusu yeni nesilden Süleyman Demirel çıktı. TBMM ve sonra iş insanı müteşebbis Vehbi Koç çıktı. Eşitlik sistemi gelişti. Herkes okuyabildi. Türkiye’nin Çörçil’i Süleyman Bey, İsmet Paşa ile dengeli ve seviyeli bir ilişki kurdu. Halk ile temasta da ustaydı.

İlber Hoca’nın bir esprisi vardı ki bir nevi hodri meydandı; Yapay Zeka Süleyman Demirel gibi konuşsun da göreyim.

İyi Parti Lideri Musavvat Dervişoğlu’na göre de Süleyman Demirel merkezde, çemberin ortasında bulunuyor. Dolayısıyla okulların kara tahtası, elektriğin teli, fakirin lokmasıydı. Musavvat Dervişoğlu hükümetin yarattığı sorunları çözmeye çalıştığını ileri sürerek karanlıktan aydınlığa çıkılması gereği üzerinde durdu ve Bülent Ecevit’in nezaketini, Necmettin Erbakan’ın inancını, Alpaslan Türkeş’in mücadelesini ve Süleyman Demirel’in de basiretini çok özlediğinin altını çizdi.

Toplumun her yaş grubundan sokaktaki insanların, tarladaki çiftçilerin, köydeki vatandaşların “Isparta İslamköylü Çoban Sülo ve kaptırmadığı fötr şapkasıyla” tanıdığı Süleyman Demirel 100 Yaşında toplantısı yaklaşık 5 saat sürdü.

MTTB Raporunda Gençlik Bakanlığı

Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Kars, Hakkâri, Yozgat, Uşak, Edirne veya Gaziantep’teki bir muhtarın da adını unutmaz, ziyaretine gelen hemşerilerine selam gönderirdi. Gazetecilerle iletişimi de böyleydi. Sizi tanıdıktan sonra unutmazdı. Kendisini Cağaloğlu Babıali’de Sabah Gazetesinde muhabir olarak çalışırken İstanbul Vilayetindeki bir basın toplantısında takip etmiş, tanımıştım (1967). Bundan sonraki karşılaşmalarımızda “şimdi nerdeyiz” diye nerede çalıştığımı sorardı. Öylesine zeki bir liderdi.

Merhum Demirel’i ayrıca üniversiteli öğrenci gruplarıyla MTTB olarak da defalarca ziyaret ettik. Özellikle Fransa’da başlayıp, sonra Türkiye’ye sıçrayan üniversitelerin işgal edildiği, boykotların yapıldığı, talebenin dert ve davalarının devasa arttığı zaman diliminde hazırladığımız raporları okur ve dinlerdi. Dolayısıyla MTTB Basın Yayın Müdürlüğünce hazırladığımız Milli Bir Eğitime Doğru adlı (Fatih Matbaası -1968) kitapçığı kendisine takdim etmiştik. Kitapçıkta üniversitedeki olayların sebebini ve çözümünü anlatmıştık. Bunun için de bir “gençlik bakanlığı” ile “gençlik meseleleri enstitüsü” kurulmasını önermiş, üniversitede okuyan gençlerin ucuz kitap temin edebilmesi için matbaa proje taslağı sunmuştuk. Bir yıl sonra İsmet Sezgin Gençlik ve Spor Bakanı olarak Demirel Hükümetinde (1969) görev aldı. Matbaa tasarımız da kabul edildi.

Cemaatlere; ”Ben Varım Ya!”

Başbakan Süleyman Demirel’e ulaşmak zor değildi.

Bu çerçevede cemaatler de temsilci olarak parlamentoya girebiliyordu. Kanat önderi Süleyman Hilmi Tunahan’ın damadı Kemal Kaçar böyle bir görevi üslendi, TBMM’nde önce Kütahya sonra 5.dönem İstanbul’u temsil etti. Risale-i Nur orjinli MTTB’den de Karamanlı Recep Özel 5. Dönem İstanbul Milletvekili seçilmişti. Daha sonra vekillik ve bakanlık cazip hale dönüşünce serzenişler de başladı. Süleyman Demirel hangi cemaatten olursa olsun “Biz temsil edilmiyoruz efendim” diyenlere “Ben varım ya!” diyordu.

Bir dönem ve lideri iyilikleri, güzellikleri, faydaları, bilen-bölen yanları ve eleştirilen tutumuyla tarihteki yerini aldı. Süleyman Demirel’in yeri, devlet adamlığı, demokratlığı, cumhuriyetçiliği, hizmeti günü yaşadıktan sonra, bugünü kıyas ile çok daha iyi anlaşılıyor. Demirel önemli bir devlet ve millet adamıydı.

2025 Yılına Girerken Kıbrıs Konusu…

    Yıllar su gibi akıp giderken, Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının ilgilendiği konuların en başında yine Kıbrıs’ta yaşananlar gelmektedir.

    Kıbrıs’ta yaşananlar bir sorun mudur? Yoksa bir konu mu? Diye soranlara her defasında Kıbrıs bir konudur. Çünkü Kıbrıs sorunu 20 Temmuz 1974’te çözülmüştür yanıtını veririm.

    1878 yılından beri türlü oyunlarla Kıbrıs adasını ele geçiremeyen Rum-Yunan ikilisi ile onları her konuda destekleyen emperyalist güçler, bundan 50 yıl önce hak ettikleri cevabı almış; adada yaşanan kargaşaya, Kıbrıs Türk’ünün çektiği tüm acılara, 1963’te Rumların bir gecede Türkleri topyekûn imha etme planına, en nihayetinde adayı Yunanistan’a bağlama hayallerine Mehmetçik son vermiş adaya barışı ve huzuru getirmiştir. Kim ne derse desin, tarih sayfalarının yazdığı gerçek budur.

  Adanın tarihi özgeçmişinde bunlar yaşanmışken, Kıbrıs adasının ardında kalan 50 yıl sonra bugünün gerçeği nedir diye baktığımızda?

   2024 yılını ardımızda bırakacağımız bugünlerde adanın yegâne gerçeği; 50 yıl önce sınırları kan ve can bedeli ödenerek belirlenmiş iki yapılı devletten ibarettir.

    Bu devletin Türklere ait olanının adı; 1983 yılında kurulan ve 41 yıldan beri dimdik ayakta duran Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletidir. Rumlara ait olanının adı ise Güney Kıbrıs Rum Kesimidir.

     Bütün dünya şunu bilmelidir ki!

     1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında Rumlar tarafından tek taraflı olarak yıkılmış, bu devletin anayasal kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk tarafı bu devletin tüm kuruluşlarından atılmışlardır.

    Günümüz dünyasında adanın kuzeyinde Türkler, Güneyinde de Rumlar yaşamaktadır. Hala bu gerçeği yok sayarak, Kıbrıs’ta yeni baştan; ‘’Tek Devlet, Tek Millet, Tek Egemenlik’’ peşinde koşanlar sadece hayal değil, var olan bu gerçeği de görmezden gelmektedir.

   2024 yılında yaşanan gelişmelere bakıldığında:

   ABD, AB ile adanın çevresindeki enerji kaynaklarından pay alabilme peşinde koşan Fransa, İsrail, kimi körfez ülkeleri Rum tarafı ile sıkı bir işbirliği içinde olabilmek adına çeşitli anlaşmalar yaparken; adanın kuzeyinde yaşayan Türkler yine türlü ambargolar ile dünyadan dışlanmış bir şekilde yaşam savaşı vermektedir.

  Rum tarafının Annan Planı oyunu ile AB üyesi yapılmasından sonra, GKRY’ne adanın yasal hükümeti bunlardır denerek her yıl milyarlarca avro yardım yapılmakta ama adanın kuzeyinde yaşayan Türklere yapılan bu yardımın tek bir avrosu dahi verilmemektedir.

  Eğer dünya devletleri 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini hala var sayıyorlar ise bu devletin kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk tarafına da yardım etmeleri gerekmez mi?

  Sadece bu hukuksuz uygulama dahi dünya devletlerinin Kıbrıs konusuna ne kadar şaşı baktığının en çarpıcı gerçeğidir.

  Adada yaşanan bu gerçeklere rağmen KKTC’deki yaşam Türkiye’nin de desteği ile her geçen gün gelişmekte, daha ileriye gitmektedir.

  Kıbrıs Türk tarafında yaşanan bu gelişmeler, Rum tarafını huzursuz etmekte, adadaki gerçek göz ardı edilerek, gerek BM, gerekse AB kanalı ile Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması için her yol denenmekte, adayı ele geçirmek adına yapılabilecek türlü Bizans oyunlarının planlanması ile dünya kamuoyunun dikkati bu adaya çekilmek istenmektedir.

  Şu gerçeğin altını bir kez daha kalın çizgilerle çizmek gerekirse, Kıbrıs adası ile ilgilenen dünya devletlerinin bu adada ile olan ilgisi; sadece adanın çevresinde bulunan enerji kaynaklarının işletilmesi, bu kaynağın nakli, buradan elde edecekleri mali gelirden ibarettir.

  Tabii ki, adanın stratejik konumu, Ortadoğu’ya olan yakınlığı da önemlidir ama bunlar ikinci planda kalan özelliklerdir.

  Bütün bu gerçeklere bakıldığında Türkiye’nin böylesine önemli bir adada olmaması, adanın böylesine önemli kaynakları ile ilgilenmemesi düşünülebilir mi?

  Kaldı ki, Kıbrıs adası atalarımızdan yadigâr vatan toprağımızdır. 307 yıl boyunca adada var olan, adada yaşayan diğer ırk ve dinden insanlara her türlü medeniyet yollarını açan uygulayan bir ecdadın temsilcileri olarak, bu adadaki tarihi ve yasal hakkımıza, hukukumuza sahip çıkmak hem tarihimize, hem de atalarımıza olan vicdan borcumuzdur.

  KKTC’nin bugününe baktığımızda:

  Gerek devlet yapısı, gerekse soydaşlarımızın yaşam standardı giderek gelişmekte; turizm, alt yapı, inşaat, ulaşım, eğitim, iletişim konularında oldukça başarılı gelişmeler yaşanmaktadır.

  Dış ilişkilere bakıldığında; KKTC’nin tanınmasına giden yolda oldukça mesafe alınmış; özellikle İslam İşbirliği toplantılarında, Türk Devletler Topluluğu ilişkilerinde tanınmaya giden yol oldukça kısalmıştır. 2025 yılı içinde olmasa bile çok yakın bir gelecekte KKTC Devleti mutlaka tanınacaktır.

 Bu tanınma Türkiye için de çok önemlidir. Bugün adanın kuzeyinde bir Türk Devleti olmasaydı! Türkiye mavi vatan dediğimiz Akdeniz’e, uluslararası sulara nasıl açılacak nasıl bayrak dalgalandıracaktı?

 Günümüzde Suriye’de yaşanan gelişmelere bakıldığında bu devletin yeni hükümeti ile kurulan iyi ilişkiler, Akdeniz’de Türkiye-Suriye arasında varılacak mutabakat ile imzalanacak yeni bir münhasır bölge anlaşması, bu bölgede kurulan Rum tuzaklarına da son verecek, bölgedeki enerji kaynaklarının kullanılması yönünde Türkiye’ye büyük bir avantaj sağlayacaktır.

  Bu gelişmeyi gören Rum kesimi, büyük bir telaşın içine girmiş, bunu nasıl önlerim diye planlar yapmakta, bu yıl ABD ile imzalamış olduğu ekonomik, askeri iş birliği anlaşmasını devreye sokarak bunu önlemeye çalışmaktadır.

   Diğer taraftan giderek silahlanan, İsrail’den GKRY koruyacak demir kubbe hava savunması alımında ısrarlı olan Rum tarafının amacı nedir? Bu silahlanma kime karşı yapılmaktadır. ABD’nin Rum kesimine silah ambargosunu kaldırmasının hedefi nedir?

  Bundan 50 yıl önce tüm dünyayı hayretler içinde bırakarak adaya çıkan, soydaşlarını ölümden kurtaran Türkiye bugünün gelişmelerine bakarak gelecekte yaşanabilecek her türlü oldu bittiye karşı hazırlıklı olmalıdır.

  Bu nedenle ülkemizi yönetenlerin bir gözü Kıbrıs’ta, diğer gözü bu adada üs sağlayan devletlerde olmalı milli menfaatlerimiz hiçbir şekilde aşınmaya, eksilmeye uğramadan savunulmalı, korunmalıdır.

Bir Eski Bakanın 25 Milyar Dolarlık İddiası

NoktaTV’de her hafta yapımcılığını ve sunuculuğunu yaptığım Geniş Açı programının son konuğu 57. Hükümetin Bayındırlık ve İskan Bakanı Prof. Dr. Abdülkadir Akcan idi. Programın yarısında akademisyen veteriner hekim birikimiyle “Tarım Sektörünün Çıkmazları” başlığı altında çok önemli ve değerli bilgiler veren Akcan ile ikinci bölümde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tecrübeleri ışığında sohbet ettik.

Her bölümü önemli programın tamamını izlemenizi dilerim. Ancak bu yazıda “Araç Muayene İstasyonları” hakkında söylediklerini ve “devletin 25 Milyar dolarlık kaybı ile bu meblağın işletmeci şirkete aktarıldığına” dair iddiasını anlatmak istiyorum.

Çünkü bu meblağ o kadar büyük ki… Bu para devletin kasasına girseydi, “İstanbul’a 2 tane daha Boğaz Köprüsü, Çanakkale Köprüsü, Osmangazi Köprüleri ve belki fazlası hiç dışarıdan kredi almadan devletin öz kaynağından ödenerek yapılabilirdi.”

Prof. Dr. Abdülkadir Akcan 57. Hükümetin Bayındırlık Bakanı olarak, Araç Muayene İstasyonlarını projelendiren ve hayata geçiren kişi. Daha önce Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sözde muayenelerin faydalı olmaması sebebiyle, araçlardan kaynaklı kazaları azaltmak için bu projeyi hayata geçirmiş.

Şimdi Prof. Dr. Abdülkadir Akcan’ın bu konuda anlattıklarını özetleyelim:

“Araç Muayene İstasyonları bir Abdülkadir Akcan projesidir. Muayene istasyonlarında alınan ücret eskiden Karayolları tarafından yapılan muayenede alınandan fazla değildir. 2002’de Karayollarının aldığı ücret 64 dolara tekabül ediyordu. Şimdiki ücret ise 55 dolardır. Bu istasyonlar vatandaşın aleyhine olmamıştır. Ama sonradan benim yaptığım ihale iptal edilip, yeni şartlarda bir şirkete verildiği için devletin çok büyük kaybı oldu.

Benim yaptığım ihalede ilki devlet tarafından belirlenecek muayene ücretinin yüzde 30’unu müteahhit alacak yüzde 70’i devletin olacaktı. Müteahhidin işletme giderleri ve kârı için gelirin bu orandaki kısmını alması gerekir.

Ak Parti iktidara geldi ve bu ihale iptal edildi. Yolsuzluk olduğu gerekçesi ortaya konunca ben basın toplantısı yaptım.

‘Ben kamu ihalelerinde yolsuzluk yapılmaması için Kamu İhale Kanunu düzenlemesini yapan kişiyim. (Sonradan bu ihale kanununda AKP döneminde 200’e yakın değişiklik yapıldı.) Yolsuzluk yapıldığı iddiasında iseniz gelin benim yakama yapışın’ dedim. Bugüne kadar kimse tık demedi.

Yeniden ihale edildi. Bu defa Özelleştirme İdaresi üzerinden ihale edildi ve özelleştirme bedeli alındı. Paylaşım değiştirildi. İlk üç yıl yüzde 70 müteahhidin yüzde 30 devletin oldu. Sonraki 6 yılda yüzde 60 müteahhidin yüzde 40 devletin, kalan 10 yılda ise devletin ve müteahhidin payı yüzde 50’şer yapıldı.

Bütçe görüşmelerinde İYİ Parti’den Erhan Usta Maliye Bakanlığı’na yazılı önerge verdi, ‘araç muayene istasyonlarından yıllara göre devlet ne kadar gelir elde etti’ diye. Cevap vermediler. Arkasından Turhan Çömez aynı soruyu sorarak önerge verdi. Yine cevap vermediler.

Türkiye’de halen 29 milyon araç var. Ben ilk ihale ile AKP’nin yaptığı ihaleden doğan devletin gelir kaybının 25 milyar dolardan az olmadığından eminim.”

******************************

Turhan Çömez’e de Cevap Verilmemiş

Programdan sonra internette bir araştırma yapınca aynı konuda Turhan Çömez’in açıklamaları ile karşılaştım. Bu kadar ağır iddiaların Türkiye gündeminde yer etmemesinden ve benim dahi fark etmemiş olmamdan utandım.

“AK Parti’nin iktidara gelir gelmez araç muayene istasyonlarına göz diktiğini” söyleyen İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez, “AKP, 2007 yılında, Türkiye’deki tüm araçların muayenelerini tek bir firmaya, 20 yıllığına, 512 milyon dolara verdi.

Fakat sadece 2023 yılında araç muayene istasyonlarından kazanılan para 2,2 Milyar dolar oldu.

Eğer 20 yıl içinde ilk ihale şartları korunsa ve AKP tarafından şartları değiştirilerek ihale edilmemiş olsaydı devlet bundan 25 Milyar dolar para kazanacaktı. Bu para birilerinin cebine aktarıldı.

‘Bu korkunç rantı ve soygun düzenini gelin araştıralım, yazık olmasın bu ülkeye’ dedik. İYİ Parti vekilimiz Yavuz Aydin tarafından araştırma önergesi verdik. İktidarın kalkan elleri ‘olmaz’, ‘rant düzeni devam etsin!’ dedi.”

Turhan Çömez’e göre, Türkiye’de araç muayenesi İngiltere’den bile pahalı: “Halen İstanbul’da 2200 TL olan araç muayene fiyatı, Londra’da 1800 TL.”

İngiltere’de kişi başına düşen milli gelirin, Türkiye’nin kişi başına milli gelirinin 3,2 katı olduğunu da hatırlatırım.

******************************

Yeni İhalede Değişen Bir Şey Olmayacak

Türkiye’deki araç muayene istasyonlarının işletme imtiyaz süresi 2027 yılında sona erecek. Bu nedenle, Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), yeni bir ihale süreci başlattı. İhaleye son teklif verme tarihi 10 Ocak 2025 olarak belirlendi.

İYİ Parti Trabzon Milletvekili Yavuz Aydın araştırma önergesinde bakın neler söylemiş:

Araç muayene hizmetlerinin tek bir şirketin tekelinde olmasının, rekabetin önlenmesine ve fiyatların yüksek kalmasına neden olduğunu belirtmiş. Ayrıca, Avrupa’da birden fazla şirketin bu hizmeti sunduğunu, ancak Türkiye’de yabancı ortaklı TÜVTÜRK şirketinin tekel konumunda olduğunu vurgulamış. Alternatif muayene şirketlerinin kurulması, muayene süresinin bir yıl artırılması gibi çözüm önerileri sunmuş. Ancak, bu önerge TBMM’de AK Parti ve MHP oylarıyla reddedilmiş.

****

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından çıkılan yeni ihaledeki şartlardan biri şöyle:

“İhaleye katılmak isteyen firmaların en az 5 yıl süreyle araç muayene sektöründe faaliyet göstermiş olması ve 5 yıllık bir periyot içinde en az toplam 1 milyon aracın muayene işlemini gerçekleştirmiş olması gerekmektedir.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Ulaş Karasu, “Bu alanda TÜVTÜRK gibi tekel bir imtiyaz sahibi şirketten başka bir şirketin olmaması da dikkate alındığında bu ihale ‘adrese teslim’ bir ihaledir” diyor.

Kamu ihaleleri rekabetçi, şeffaf ve vatandaşların lehine olacak şekilde düzenlenmez, devletin kaynakları birilerine aktarılırsa asgari ücrete, çalışanlara ve emeklilere yılbaşında yapacağınız artışlar “zam” değil, “zamcık” olur.

Ormanya; Kocaeli’mizin Yeni Markası

ORMANYA kelimesi dil bigisi kurallarımıza uymayan bir adlandırma da olsa Kocaelimiz için de marka özelliği kazanmıştır. İzmit’ten Adapazarı gidiş yolu üzerinde, Eşme’ye varmadan, Kartepe ilçemizin Uzuntarla bölgesinde 2018 yılında açılan tabiat parkına Ormanya isminin verilmesine karşı çıkanlardandım. Oranın bulunduğu bölge ile adlandırılmasının doğru olacağı, bu sebeple Kocaeli Uzuntarla Tabiat Parkı adlandırmasının daha doğru olacağı yönünde yazılarda yazmıştım. O günlerde yapılan anket çalışmasında Ormanya   ismi öne çıkmış ve   bu parkın adı olarak belirlenmişti.

Burası şimdi doğal yaşamın görülüp izlenebileceği bir yer haline gelmiş olup doğa turizmi için bilinen, aranan bir adres olmuştur. Kocaeli Ormanya şimdi yurt içi turizmi tur firmaları yanında ülkemize gelen yabancı turistlere hizmet sunan tur firmaları içinde güvenle, övünçle gezilecek yerler arasına girmiştir.

Bu parkın olduğu yer 2009 yılında, o zamanın Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun Kartepeliler ile yaptığı doğa yüyüyüşleri ile tanınmıştı. Doğal özelliklerindeki zenginlik, alanın bozulmamış hali   ve büyüklüğü başkanın dikkatini çekmiş ve burasının park olarak değerlendirilebileceği düşünülerek çalışmalar başlatılmıştı. O günün bürokratik engelleri Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun bilgilendirilmesi ile aşılarak 4 bin dönümlük bir alan bu maksatla kullanılmak şartı ile Kocaeli Büyükşehir emrine tahsisi sağlanmıştı. 2014 yılından itibaren önce ilgili uzmanlarca planlama çalışmaları yapılmış ve daha sonra yapılandırma çalışmalarına başlanarak 2018 yılında hizmete sokulmuştur. 4 bin dönümlük arazisi ile Avrupa’nın en büyük Dünyanın ise 3. büyük doğal yaşam alanı olma özelliğini taşımaktadır.

İzmit’ten Adapazarı istikametine gidiş yolu üzerinde Cengiz Topel Havaalanı’nı geçtikten hemen sonra yol üzerindeki Ormanya tabelalarının

yönlendirmesi ile kolayca  park girişi karşısındaki otoparkına ulaşabiliyorsunuz. Giriş kapısı ve üzerindeki sincap logosu ile oradaki           tabelalar geldiğiniz bu mekânın doğal zenginlikleri hakkında sizde olumlu düşünceleri pekiştiriyor.

Girişin hemen sağındaki hediyelik eşya satış bölümünü dönüşte girip alışveriş yapmak için girmeden geçiniz. O binanın arka tarafının çadırlı konaklama ve karavan alanı olduğunu; burasının 24 saat güvenlik, elektrik, temiz su gibi imkanlarının olduğu bilgisi ile belki bir gün bu amaçla gelinebilecek bi yer olduğunu unutmayınız. Girişin sağ tarafının ise büyük bir mesire,piknik alanı olduğunu, burada güvenlik ve temizlik amaçlı ateş yakılmadan piknik yapılabidiği;bu amaçla su, masa, WC gibi imkanların olduğu bilgisi ile doğal yaşam parkını gezmeye başlayabirsiniz.

Girişin hemen karşısındaki müzeyi görebilirsiniz. Sonra çocuk hayvanat bahçesi…Elliden fazla tür ve bine yakın hayvan ile canlılar alemi hakkında görsel bir şöleni burada yaşıyorsunuz.Özellikle çocuklar için çok öğretici bir imkanı burada buluyorsunuz.Bu alana gidiş yolu üzerinde yaban hayatı kurtarma ve rehabilitasyon merkezi vardır.Burada yaşlı,sakat ve bakıma muhtaç yabani hayvanlara veterinerler gözetiminde bakım hizmeti verilip kendilerine yeter hale geldiklerinde yine doğal ortama bırakıldıkları bilgisi Ormanyanın farklı bir güzelliği ve zenginliğidir.Buradan diğer bir ilginç yer olan geyiklerin, karacaların, atların serbestce dolaşıp yaşadıkları yaban yaşam alanına geçip o hayvanları görebiliyorsunuz.Sonra ormanköy…İlginç evleri, su değirmeni ve göleti ile sizi bir masal dünyasına götüren bu bölüm ilgi çekici yönleri ile gelenlerin en çok hatıra fotoğrafı çektirdikleri bir bölümdür.

Yürüyüş parkurları, bisklet yolları, amatörce balık tutulabilen gölü, aromatik bitkilerin üretildiği görsel güzelliklerin yaşandığı botanik yol gibi birçok doğal güzelliğe sahip olan Ormanya, şehrimiz için yeni bir markadır. Bana ve Abdullah Köktürk’e, odasının önündeki ağaçlarda sincapları görerek çayını içtiğimiz, burası ile ilgili    bilgilendirme yapan ve Ormanya’nın kuruluşundan beri burada hizmet üreten şu anki müdürü Ömer Özyılmaz’ a ve tüm emeği geçenlere tebriklerimi iletmek isterim. Kocaeli Ormanya Doğal Yaşam Parkı               kuruluşu ve gelişmesinde büyük emekleri olan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlarımız İbrahim Karaosmanoğlu ve Tahir Büyükakın için gelecekte de takdir vesilesi olarak bilinecek yerlerden olacaktır.

Çıkış kapısının sağındaki  hediyelik eşya ve Ormanya markası ile üretilmeye başlanan ürünlerden görüp alarak bu gezinizi                 bitiriyorsunuz.

Gelecek yazım ORMANYA aromatik bitki ürünlerimize marka oluyor.

Konudan Konuya  (51)

     – İnsanın bir ferdi; sair / diğer hayvanların bir nev’i / türü hükmündedir. Yani her insan, ayrı bir âlemdir. Hepsini ayrı ayrı tanımak gerek. Çünkü bir insanı tanımak; bütün insanları tanımış olmak demek değildir. Oysa herhangi bir türden bir hayvanı tanımak demek, aynı zamanda o türden bütün hayvanları tanımak demektir. Meselâ bir koyunu tanıyan; dünyaya gelmiş ve gelecek olan bütün koyunları tanımış sayılır. Hâlbuki bir insanı tanımış olmak; tüm insanları tanımış olmak demek değildir.

x

     – Denizler balıklar için. Hem deniz, hem balıklar insan için.

      Ormanlar hayvanlar için. Hem orman hem hayvanlar insan için.

      Toprak bitkiler için. Hem toprak hem bitkiler insan için…

      Çünkü tüm mevcudatın Hâlıkı / Yaratanı; bu kâinatı / evreni halk etmesi / yaratmasındaki en zâhir / en açık maksadı beşer yani insandır. Zaten “Sen olmasaydın kâinatı / evreni yaratmazdım!” demiyor mu?

x

     – Mevcudat / varlıklar ayna gibidir. Fakat aynada görülen aynadan değildir. Zira ayna menba / kaynak değil, mazhar / zuhur yeridir. Bir çeşit ekrandır. Ekranda görülenlerin kaynağı ise, ekran değildir. Demek ki, canlı cansız her varlık bir âyîne / aynadır. Evet, bir şeyin aynada görülen aksi / tecellîsi; kendisi değil ama kendisindendir. O değil fakat O’ndan. Velhasıl, kâinatda olan her şey; o değil. Lâkin ondan. Yani (hâşâ) Allah değil. Ama Allah’tan.

x

     – Mükemmel olan bir eser, apaçık bir şekilde mükemmel bir fiile delâlet eder. Mükemmel olan fiil ise, bir fâile / yapana delâlet eder / onu gösterir. Mükemmel olan isim ise, şek ve şüphe yok ki, mükemmel / tam bir vasfa, yani bir ünvana delalet eder. Onu gösterir. O mükemmel vasıf ve unvan ise, şeksiz şüphesiz bir Zât’ın işlerine ve O’nun mükemmel bir kabiliyet ve istidada sahip olduğuna işaret eder. İşte o mükemmel kabiliyet ve istidad ve işler ise, kesin olarak; o Zât’a lâyık ve münasip / uygun bir şekilde onun Zâtı’nın mükemmelliğini gösterir. Üstelik bu gerçeği hakka’l-yakîn / kesin bir oluş mertebesinde nazara sunar.

x

     – Bir ağacın hilkat ve yaratılmasında en açık gaye ve maksat onun meyvesidir. İnsan da kâinat / evren ağacının en son meyvesidir. Öyle ise, mevcudatın Haalıkı / Yaratıcısı’nın bu kâinatı halk etmesindeki en zâhir / en açık bir şekilde görülen maksadı insandır. Bu hikmet / gaye ve maksattan anlaşılıyor ki, insanın kalbi o meyveye bir çekirdektir. O çekirdek olan kalb ise, elbette mahlûkatın Sanatkâr Yaratıcısı’nın tecellilerine en münevver, en parlak bir mir’at / ayna olacaktır. Demek ki, bu küçücük insan; kâinat ve mevcudat içinde haşre / kıyametin kopmasına ve neşre / yeniden yaratılışa en zâhir / en açık bir sebeptir. Aynı zamanda kâinat; insanın haşir ve neşri / hesaba çekilebilmesi için, tahrîb olunacak / harab edilecek, tebdîl, tahvîl ve tecdîd edilecek / değiştirilip yenilenecektir.

     x

     – Sınıfta kalmak – geçmek olmazsa, çalışmanın bir mânâsı olmaz.

       İşten, memuriyetten atılma endişesi olmazsa, kimse işine dikkat etmez.

       Cennet Cehennem olmazsa, ahlâklı olmanın bir mânâsı kalmaz.

       Kış yaşanmazsa, baharın keyfi çıkmaz…

       Her şey bir sonrası için, bir kıymet ifade eder.

       Ancak bu suretle gayretin, çabanın bir mânâsı olur.

x

– Kâinata basar / maddî gözle bakarsak sadece maddeyi. Basîret / manevî gözle bakarsak yalnız mânâyı.

  Her ikisiyle, yani hikmet gözüyle bakarsak; her şeyin var oluş ve yaratılış gayesini görürürz. 

Bugünün İşini Yarına Bırakma

“Çalışmak için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki her gün, her saat çalışmanın en müsait zamanıdır. Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki her yer, her köşe çalışmanın en müsait yeridir.

Bir günde ve bir zamanda yapman gereken işi ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi de, işi de kendine yeter. Başladığın işi yapıp bitirmeden, başka bir işe başlama.”  Prof. Dr. Ali Fuat Başgil

Erteleme kavramı; sorumluklarımızdan, alınması gereken kararlardan, yapılma gerekliliğini içeren görevlerden kaçınma ya da bu görevleri geciktirmektir. Öncelik belirlerken, yapılan bir hata da denilebilir. Önemsiz olanın öne çekilmesi, önemli olanın geciktirilmesi de diyebiliriz.

Erteleme davranışı, seçimlerinin sonucunda; “olumsuz çıktıların olacağını” düşünme nedeni ile de ortaya çıkabilir. Yapılması gereken işler ve görevler, kişiye bazen olumsuz duygular hissettirebilir.

Yapılacak iş kişide kaygı oluşturuyor, olumsuz duygulara yol açıyorsa bu durumu yönetememe hali, bizi erteleme davranışına götürür.  Başladığınız işte bir sıkıntı hissederek bu işi erteliyor ve kendimize anlık rahatlamalar sağlıyor olabiliriz.

Bugüne dair olan bir şeyin, yarına ötelenmesi ile beklenilmiş olan yarının mevcut koşulları, dünkünden daha kötü olabilir. Buna, bir yarın daha ekleyerek erteleme davranışını kronik bir hale büründürmüş oluruz.

Yarım kalan ya da hiç başlanmayan bu işler, kişide yetersizlik duygularına neden olabilir. Bu yetersizlik hissi birçok olumsuz duygu durumunu beraberinde getirebilir.

Erteleme davranışı nedeniyle ilişkilerinizde çatışmalar yaşıyor olabilir, kontrolün sizde olmadığını, öz saygınızda düşüş yaşadığınızı düşünüyor, hedeflerinize ulaşmanızda engel teşkil ettiğini gözlemliyor; zihinsel olarak kendinizi yorgun, huzursuz hissediyorsanız, erteleme davranışı işlevselliğinize etki ediyor demektir.

Erteleme davranışı kısa süreli haz sağlıyor ise, kişide öğrenilmiş bir davranış şeklinde kendini gösterebilir. Bu da ertelemeye neden olur. Bazen de yapılacak işten hoşlanmama veya başarısızlık korkusu olabilir. Diğer nedenler:

-Öncelikli işe ilginin olmaması ya da az olması,

-Dikkati toplamada güçlük,

-Gerçekçi olmayan düşüncelerin neden olduğu korku, kaygı,

-Mükemmeliyetçi yaklaşım; ya mükemmel olmalı ya da hiç yapılmamalı düşüncesi,

-Gerçekçi olmayan beklentiler,

-Beğenilmeme kaygısı,

-Amaç belirleyememe ya da amaçları netleştirememe,

-Kontrol edilmeyen öfkenin dışa vurumu,

-Az efor sonucu hemen işin sonuçlanması beklentisi,

-Kendine yönelik eleştiriler, kişinin sürekli yetersiz olacağına yönelik olumsuz algısı,

-Sorumluluk konusunda yetersizlik,

Ertelemeciliğin çözülebilmesi için; erteleme davranışının bilişsel, duygusal, davranışsal boyutlarının olduğunu bilmek, olası nedenlerin giderilmesi için, çözüm odaklı yaklaşmak gerekir. Ertelenmesi planlanan görevler önem sırasına göre sıralanır. Doğru zamanda gerçekçi ve somut adımlar atılır.

İşe başlamanın verdiği olumsuz duygunun, siz her işe başladığınızda sizinle beraber olacağı düşünülürse, yapacağınız işi ertelemek bir çözüm değildir. Ayrıca, zihninde yarım kalan işlerin de olumsuz duygulara neden olduğu düşünülürse, erteleme bir rahatlık değil rahatsızlık kaynağıdır.

Gerektiği zaman “hayır” diyerek, yorucu görev ve sorumluluklardan kendimizi korumalıyız. Dikkat dağıtıcı çevreyi, uygun hale getirmeliyiz. En önemlisi de “ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN” diyerek hemen harekete geçmeliyiz.

Yapılan bir araştırmada, bir işin yapılması için tanınan süre ne kadar uzun algılanırsa, işin o kadar ertelendiğini göstermektedir. Bilim adamları katılımcılardan bankada bir hesap açmalarını ister. Bazı katılımcılara bunun için haziran ayından aralık ayına kadar, bazılarına temmuzdan ocak ayına kadar süre tanır. 

Tanınan süre, her grup için aynı (6 ay) olsa da aralık ayına kadar zamanı olanların banka hesabı açmakta daha aceleci davrandığı görülür. Ocak ayına kadar süre verilen katılımcılarda, yıl değişeceğinden, önlerinde daha çok zaman olduğu algısı oluştuğunu ve işi erteledikleri görülür. Başka deneyler de benzer sonuçlar vermiştir. 

Zaman algısının hedeflere ulaşıp ulaşmama durumunu belirleyebileceğini belirten bilim adamları, “bugünün işinin yarına bırakılmaması” için; “örneğin hedefiniz 50 kilo vermekse, buna ‘5 kilo vermek istiyorum’ diye başlayın. Hedeflerinize ulaşmak için tarih belirleyin. ‘Para biriktirmek istiyorum’ yerine, ‘salı gününden itibaren bütçe oluşturuyorum’ deyin. Hedeflerinizi somutlaştırın. ‘Sağlıklı olmak istiyorum’ yerine, bugün 30 dakika yürümeye başlayın” şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır.

Zaman algısı, bir yandan insanın kendini geliştirmesine olanak tanırken, bir yandan da aynı gelişime ket vurmasına sebep olabilmektedir. “Daha uygun, daha rahat, daha boş bir zamanda yaparız” dediğimiz işlerin bir türlü gerçekleşmemesinin önemli sebeplerinden biri, bu algının yanlış yorumlanmasıdır.

Sonsuzmuş gibi görünen zaman olgusu, aslında kontrolümüz dışında, hızla ve biz farkında olmadan ilerlemeye devam etmektedir.  “Uygun olduğumda bakarım” dediğimiz işler, uygun zaman geldiğinde yorgun veya isteksiz olduğumuzdan, ya da yeni işler  ekleneceği için ertelenmeye ya da istenilenden daha özensiz yapılmaya mahkûm oluyor.

Kişi, aktif davranıp kendini değiştirmeye çalışmadıkça, bu bilinçsiz bireysel sabotaj ve uygunsuz zaman yönetimi, var olmaya devam ediyor ve psikolojik bir kısır döngüye dönüşüyor.

Burada yapılması gereken, her günün kendine ait bir iş bölümü olduğunu fark etmek ve öncelik sırasına göre en acil olan işten başlayarak günün sorumluluklarını yerine getirmektir.

 Zaman yönetimi konusunda sorunların önüne geçmek için, yapılan en önemli hatalardan biri de, yarının işini bugünden yapmaktır. Proaktif davranıp gelecekte gündeme gelebilecek işleri halletmek her ne kadar verimli gözükse de, her zaman istenilen pozitif sonucu vermeyebiliyor. Bunun en önemli sebebi gelecek olgusunun öngörülebilirliğinin 100% olmamasıdır.

Önceden yaptığımız iş, zamanı gelince değişik gereksinimlere ihtiyaç duyabiliyor, dolayısıyla tekrar geri dönüp işi değiştirmeniz gerekebiliyor. Bu da gereğinden fazla emek ve zaman israfı anlamına geliyor.

Pratikte zaman yönetimi, teoride bahsedildiğinden daha da zordur. Hayat iyi veya kötü sürprizlerle doludur. İnsanın öncelikleri an be an değişebiliyor. Önemli olan, işleri önceden yapmanın veya ertelemenin fayda ve zararlarının iyi hesaplanıp buna göre en uygun kararın verilmesidir.

“Bil ki, çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar ve kuvvetlenir. Güçlüğü yenmekten hâsıl olan manevi zevk eşsizdir. Emin ol ki, zafer yılmayanındır. Sebat önünde güçlükler erir ve imkânsız görünen mümkün olur. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil

Sevgiyle kalın…

                                                                                 Seyfettin Karamızrak

Prof. Dr. Sâdık K. Tural’dan 4 Adet Muhteşem Eser:

(İkinci Bölüm)

1-Sorulara Cevaplar (İkinci Cilt)

13,5 x 21 santim ölçülerinde, 350 sayfalık eserin 6. baskısı 2024 yılında, Ankara’da, Yayıncılığını ve Genel Yayın Yönetmenliğini Mehmet Nuri Parmaksız’ın üstlendiği KorKut Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Editör Bânu Altınova.

Eserini; Ankara Cumhuriyet Lisesi’nin efsâne edebiyat öğretmeni (1964-1972) merhum kayınvâlidesi Emine Selma (İnal) Akay (1923-1972) Hanımefedi’ye fâtihalarla ithaf eden Prof. Dr. Sâdık K. Tural ‘Beşinci baskı için Sunuş’ başlıklı yazısında özetle diyor ki:  

Kendi zekâsının çeşitli bölümlerini işleterek yeni sorular oluşturmak, yeni cevapların peşine düşmek… Karşılaştığı soru, problem ve sıkıntılar karşısında, ‘kazanmak’ kadar, zaman zaman ‘kaybetmek’ ve ‘çözümsüzlüklerle uğraşmak’ durumlarının olabileceğini kabullenmek… Kaybetmenin de zekâyı ve bedeni, yeni işlev ve işleyişlerle zenginleştireceğini bilmek… Sormak ve bilgi edinmek, çözümün bir parçası olma sorumluluğunu üstlenmek… Aklını, duygusunu, hayalini, zevklerini ve sezgilerini bilgi ile zenginleştirerek ruhuna özgürlük kazandırmak, en değişmez hakîkate ulaşmak. Her yaştaki insanın beş şarta uyması gerekir.

ALLAH, bilmek, öğrenmek adına soru sormamızı istiyor: ‘Bilenle bilmeyen hiç bir olur mu?’ İlahî hikmetiyle zekânın bütün fakültelerinin, bütün bölümlerinin işletilmesini emrediyor.

Toplumlar ve onları oluşturan topluluklar, değer ve davranışlar bakımından değişmekte, dönüşmektedir. Değer ve davranış değişmeleri ile modernite nitelikli öğelerin evrilerek yaygınlaşması aynı kuşak içinde yaşandığında ise zihniyete bağlı sürtüşmeler meydana geliyor. Bu olumsuzlukların derin ve kalıcı istikrarsızlıklara yol açmaması için bilge bilginler, uzmanlar ve her türden ayrışmaya karşı çıkan siyasetçi ve idâreciler ‘durum tespiti ’ nitelikli çalışmalar yapmak ve yaptırmak zorundadır.

Her kuşak, ya geçmişin veya yaşanan zamanın bir meselesine çözüm bulma niyetiyle zekâsının bir kaç bölümünü işleterek soru sormak, sorularına cevaplar aramak zorundadır. Soru sormayan, sıkıntılarına cevap aramayan veya zekâlarını bu yönde çalıştırmayan kuşaklar, oyun kurucuların verdiği rolü oynamaya mahkûm olurlar. Kültürel emperyalizm; cehâleti alkışlar, kendisine teslim olmuş zekâları oyunlarla tatmin eder.

Sorular sormak da soru, sıkıntı ve ihtiyaçlar konusunda hem durum tespiti yapmak hem çözüm nitelikli cevaplar aramak da ortak payda adına, benzeşme, bütünleşme ve istikrar için ortaya konulan arayışlar ve tekliflerdir.

Gerek tespit ve yorumlarımda, gerek kullandığım kelime çeşitlerindeki farklıklar, birikimimdeki değişmelerin sonucudur. Aynı konuya farklıca baktığım zaman olmaz mı? Neden olmasın? Bu gün okuyup dinlediğimde, bazılarını eksik, hattâ sert bulduğum ifâdeler yok mu? Var. Doktorasını yazmakta olan kızımız Merve Çan’ın 4. baskı için yazdığı editör mektubunu bu bakımdan anlamlı buluyorum.

1982 ile 2018 arasında -birinci kitapta Serap Taşdemir’le, ikinci kitapta Nesrin Kırca’yla ilgili iki metin hariç- tamamı yayınlanmış bu metinleri yayın târihini dikkate alarak okuyanlar şu üç durumu görecekler:

1-Kırk yıla yaklaşan bir zaman aralığında ifâde ve üslup ile dile bağlı fikirlerimin değişmelerini. 2-Farklı zamanlarda yapılmış olduğu hâlde, aynı kalan fikirlerimin aynı cümlelerle olmasa da tekrar edilmişliğini. 3-Yerli, millî bir duyarlılıkla Türkiye ve Türk dünyâsının meselelerine durum tespiti, çözüm teklifi nitelikli fikirler oluşturup paylaşma çabamı… Soruyu soranların, kendi meraklarının seviyesi ölçüsünde bende de açılımlara sebep olduklarını belirtmeliyim.

Yazıların kronolojiye göre sıralanması yerine birbirlerine yakın kavramlar olmalarını benimseyen bir düzenleme yapıldı.

Benimle yapılmış elliyi aşkın söyleşi, mülâkat, anket metni bulunmaktadır. Bunlara ek olarak beş adet de üç veya dört kişilik sohbetler var…  

Eserde yer alan 17 adet röportajın mevzuları ve soranları:

*Milletin ve Edebiyatın Sorunları: Ayşe Ulusoy-Tunçel. 

*Dil ve Edebiyat: Oğuz Çetinoğlu.  

*Edebiyat Araştırmacılarının Meseleleri: Hidayet Özcan.

*Edebiyat Araştırmalarının Felsefî Zemini: Ayfer Yılmaz.

*Şiir: Lütfü Parlak.

*Şiirde Zaman: Ayşegül Celepoğlu.

*Şiir ve Taşra Dergiciliği: Ahmet Otman.    

*Edebiyatımızda Tenkit: Metin Kayhan Özgül. 

*Roman: Hamle Dergisi 

*Roman Kahramanları: Nesrin Kırca.

*Roman Kavramı: Banu Altınova. 

*Kırgız Türkleri ve Cengiz Aytmatov: Zaripbek Zoltabayev.

*Toplumumuz Niçin Az Okuyor? Nezahat Arseven-Özcan.    

*Çocuk ve Gençlik Edebiyatı: Hayrettin Parlakyıldız.

*Türk Dili ve Kültürü: Halide Gamze İnce

*Sinema ve Edebiyat: Bizim Külliye.

*Doğumunun 100. Yılında Yahya Kemal: Muhtar Tevfikoğlu – Taha Akyol

Kitabın sonraki sayfalarında; ‘Sâdık K. Tural’ın Özgeçmişi’, ‘Ana Kavramlar Dizini’ ve ‘Kişi Adları Dizini’ yer alıyor.

Prof. Dr. Sâdık K. Tural’ın cevaplarından seçmeler:

Bakınız, tıp târihini alalım, dünyâ tıbbının olmadığı bir devirde gerçekten öncüyüz: İbnî Sina ve Sabuncuoğlu yeter… Astronomide Uluğ Bey yeter; Cezeri’nin, hem mekanik ve bilgisayar teknolojisi hem matematik için ortaya koyduklarını dünyâ biliyor. Türkiye’de biz bilmiyoruz. Dünkülerin kırılma ve çözülme noktası, ‘Arap ve Acem’de ne varsa alalım’, yâni bir anlamda ‘üretme yerine tercüme’ idi. İki yüz yıldır aydınımızın büyük bir kısmı da, Avrupa veya Amerika düşüncesini ve zevkini benimsemiş görünüyor. Okuyun İbrahim Kafesoğlu’nun Türk Millî Kültürü’nü, okuyun Bahattin Ögel’in Türk Kültür Târihini, okuyun Tuncer Baykara’nın yeni çıkan Türk Kültürüne Bakışlar kitabını, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ı, H. Nihal Atsız’ı, Yılmaz Öztuna’yı, Aydın Sayılı’yı, Mübahat Türkel-Küyel’i, Faruk Sümer’i, Esin Kâhya’yı okuyun, birikimimizin inkâr edilemeyeceğini görün. Ya Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, Celal Esad Arseven’in, Oktay Aslanapa’nın, Halûk ve Beyhan Karamağaralı’nın eserleri; mûsikimiz için kaynaklar var, okuyun Yılmaz Öztuna’yı…

Edebiyat mı? Yalnızca Fuzûlî’yi veya Yunus Emre’yi yahut Karac’oğlan’ı baştan sona inceleyerek okuyanlar konuşsun…

İnceleme mi? Köprülü’yü, Tanpınar’ı, Mehmet Kaplan’ı, Kaya Bilgegil’i, Ömer Faruk Akün’ü okuyun… Hilmi Ziya Ülken’i, Osman Turan’ı, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nu, Mümtaz Turhan’ı, Sabri Ülgener’i, Muharrem Ergin’i, Osman Nedim Tuna’yı, Nuri Yüce’yi Mehmet Eröz’ü, Erol Güngör’ü, Osman F. Sertkaya’yı, Ahmet Taşağıl’ı okumadan Türk Kültür ve medeniyeti hakkında konuşmak doğru olmaz. Târihî birikimimiz özellikle 1850 öncesinde, dünyâ ile boy ölçüşecek türdendir. 16. yüzyıldan önce ise, birçok alanda öncü ve birinci… Bu gerçeklerin okutuluyor, öğretiliyor olmaması, eğitim sisteminin günahıdır.

Bir başka soruya cevabı:

Çok yönlü, çok özel bir yapısı bulunan dil adlı servetin ihtiyaçlarıyla ilgili bu sorunuz için teşekkür ederim. Günlük hayat, bir yandan zenginleşerek yeni ihtiyaçlara bağlı kavramlar girmesine yol açarken, bazı kelimeler hayattan çekiliyor. Bu türden yüzlerce örnek verilebilir. Yeni bilgi, araç, gereç, durum ve fikirlerin adlandırılması; dilde yozlaşmaya, zevksiz, sevimsiz kelimelere yol açabiliyor. Öncelikle Türk dili bilginleri ve konuyla ilgili kurumlar, sonra da sizler gibi Türkçenin korunarak yaşatılmasını bir millî iman ve millî beka meselesi sayanlar, bu konuda üzerine düşeni yapmalı… En önemlisi de MEB gereğini yapmalı… İyi insan, iyi vatandaş olmanın yolu, dilinin inceliklerinin ve zenginliklerinin farkında olmak, bilgilenmeyi eğilimle tamamlamak değil midir? Öncelikle karşısındakini dinlemeyen, dinliyor olsa da anlamayan insanların sayısındaki artışın sebepleri nelerdir? Bir kitabı veya en çok on beş sayfalık bir metni okumayan, okuduğunu anlamayanların halkın büyük çoğunluğunu oluşturduğunu söyleyen araştırmalar gerçekten korkutucu… Her iki durum, çok ağır bir hastalığın apaçık göstergeleri değil midir? Dil, zekânın hem tarlası hem de elde edinilen, kazanılan mahsulü olduğuna göre, toplumda bir tür zekâ hastalığı mı yaşanmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti, Türkçe, Türk Devleti’nin bağımsızlığı kavramlarına örtülü düşmanlıklar yürütenlerin ve bunu eğitim öğretim sistemimiz üzerinden yapmaya kalkanların artmış olması… Bence bu konudaki karşı faaliyetler ısrarla ve bilinçle yürütülmelidir. Bilinçli ve bilgili olmak şartı ile Türk olmaktan, Türkçeci olmaktan gurur duyanlar, güç birliği yaparak öncelikle milletvekillerini harekete geçirmelidir. Öğretmen unvanlı görevliler ise bu dertten kurtulmamızı sağlayabilirler. Öğretmen, Türkçenin korunmasından yaşatılmasından ön sıralarda yer alan sorumlu değil mi? Fakat Millî Eğitim Bakanı unvanı ve görevi verilmiş kişiler veya Tâlim Terbiye Kurulu üyeleri Türkçe konusunda bilinçli duyarlılık ve titizliği yansıtmayan karar ve uygulamaları benimsiyorsa, öğretmen ne yapacak? Kavramları, terimleri öğretecek olan, Türkçenin konuşurken ve yazarken yapısını bozmadan kullanılmasını sağlayacak olan öğretmenler değil midir? Türk olmayı iç dünyasında kabul etmeyenler MEB için politika belirliyor, uygulamaya koydurabiliyorsa, Türklük ilkemiz ve hedefimizdir düşüncesindeki öğretmenler ne yapmalı? Eğitim, farklılıkları azaltma, kamplaşmaları yok etme, benzeşmeyi en üst seviyeye çıkarına, bütünleşmeyi sağlama faaliyeti değil midir? Millî Eğitim Bakanları, millî eğitim ilkelerini ve Millî Eğitim Temel kanununu bir kenara koyuyorlarsa, öğretmen ne yapabilir? Öğretmen unvanlı insanların çok farklı kaynaklardan ‘üretilmiş’ olması -keşke yetiştirilmiş olsa- diyebilseydim.  

Sorunuzun can alıcı noktasına ilk cevabımı -şimdilik- şu cümlelerle vermiş sayın lütfen: Dinlediğini ve okuduğunu anlayan, öğrendiklerini anlatabilen, zekâsını zenginleştirip işleten bir toplum olmanın ön şartı, her vatandaşın Türkçe konusunda ısrarlı duyarlılık göstermesidir. Anlamanın ve anlaşmanın, uzlaşma ve benzeşmenin temeli dildir. Türk dilinin imkânlarından faydalanılarak yeni kavramlar ve yeni terimler türetilmesi gereklidir. Bilinçli dil bilginlerinin katkılarıyla oluşturulacak yeni kavramlar ve terimler, araştırma dünyâmızı da günlük anlaşma dilimizi de zenginleştirecektir.

(Devam Edecek)

Kapı Aralığından Bir Hastane Gerçeği…

            Diğer birçok sektörde olduğu gibi sağlık sektörümüzde de çözülmemiş ve çözülmesi zorlaşmış sorunlar mevcuttur. Sağlıkla ilgili yazı yazmak sayfalar tutar. Asıl yazması gerekenler de suya sabuna dokunmama veya sadece bir takım şahsi beklentilerin peşinde olduklarından konuşmamakta ve yazmamakta adeta yeminlidirler. Bu alanda da zaman zaman sadakat ve tanışıklık liyakatin üstüne çıktığından kendisine verilen işin farkında olmayan, yeterli bilgiye de sahip bulunmayan tecrübesiz personelle de karşı karşıya kalabilirsiniz. Buna rağmen, bunlar yine de oraya buraya koşturup dururlar. Doktor alanında zaten asıl hocalarla görüşebilmek epey zordur. Asistanlardan lütfederlerse bilgi alırsınız ve hastanızı tecrübesizliği açık belli olan asistanlara teslim ederek sonuç beklersiniz. Bazı asistanlar bir ameliyatta veya katater değiştirmede çok kere hocalarını telefonla arayıp talimat alarak ameliyatı gerekli şekilde sürdürmekten uzaklaşırlar. Büyük hocalar veya ünvanla şişirilmiş bazıları da üst katta onlarca çok önemli konuları ele alıp çok önemli çözümler ve mesleki yeni buluşlar peşindedirler! Her şey ülke için ve yapılan yemin gereği ortaya konmaya çalışılır.

            Ameliyat için götürülen hasta bazı eksiklikleri ve konuşmalardan olup biteni fark eder ve “yapamayacaksanız gideyim” demek zorunda da bırakılır. Hastanın ameliyatı yapanlara hiç güveni kalmaz. Bir de ne olacağım endişesi artar. Hastanın başındaki beyaz önlüklülerin önemli bir bölümünün hasta psikolojisiyle ilgilerinin pek olmadığı ortaya çıkar. Hastanın rahatsızlığının ne olduğunu bilmediğini söyleyen asistanlar da vardır. Ameliyat sonrası hastaya bir geçmiş olsun bile denmeden yatağına getirilir. Kan bulaşmış çarşaf yatakta sırıtır. Hastaya doğru dürüst yardım eden de yoktur. Ancak koridorda koşuşturan bir iki personel dikkat çeker. Hasta kendi başına yatağa çıkar ve dinlenmeye çalışır. Bir görevli ve tekerlekli sandalye aranır ama bir adet olan sandalye bir başka hastanın kullanımındadır. Bir ciddi görevli aranır ama o da beyaz gömleklilerden farklı değildir; yatağın kaldırılıp indirilmesinde zorlanır. Kendisine sorulan sorulara cevap veremez. Ameliyatlı hasta koluna girilerek ve alt kattan tesadüfen bulunan tekerlekli sandalyeyle nihayet asansöre bindirilir. Hasta kendisine gerekli bilgileri verecek doktoru ve kullanacağı acil ilaçlı reçeteyi bekler. Kimseden bunu alamaz. Alelacele yapılmış pansuman, yapanlar hakkında bir kalitesizlik işaretidir. Bloklardan dışarı çıkıp hastaneye baktığınız takdirde dev gibi duran mükemmel bir eser karşınızdadır ancak onu sadece seyredersiniz. Hastanın yapacağı bir şey yoktur. Ona ve çevresine sadece üzülmek düşer. Hastaneye gelen bazı vatandaşlarımız maalesef zemin kattaki lavabolarda kırılmadık ve koparılmadık bir şey bırakmamışlardır. Bu da devlet malına zarar vermede bazılarının ne kadar aşırı gittiklerini göstermiştir.  

            Ona buna malzeme olsun; siyasi çatışmalarda kullanılsın diye hastanın ağzından bu gerçekleri yazmadık. Anlaşılan iş sadece kaliteli bina yapmak, düzenlemek ve teknolojiyle yönetmek değildir. İşini bilen kaliteli personel ihtiyacı doktorlarda da, personelde olduğu gibi vardır. Hasta evine gelmiştir ve bir daha bu hastaneye gidip gitmeyeceğini çevresiyle konuşur ve tartışır. Çevresindekilerin de artık morali bozuktur. Beklediklerinden çok farklı bir muamele ve işlemle karşı karşıya kalmışlardır.  

Dönence

Ömür suya çizilen bir resim

Yürek bir hüzün fotoğrafı

Hepsi hepsi bir kırık tebessüm

Ve bir hayâl yaşadık alt tarafı

Albümde bir dünya haritası

Biraz kaşarlanmış biraz ıslak

Hani o deli çağ fırtınası;

Hangi plâstik kavanoza tutsak?

Ellerinde ateş var geri dön

O yarım türküyü bitirmeye

Dur ve bir kere daha düşün;

Ey sabır, ey tahammül nereye?

Gri bir posa tüm aşk özeti

Ah o lânet olası dik gurur!

Tak artık yakana suç rozeti

Ve devrik dünyanı yeniden kur!

            6 Haziran 1994 – Konya Akşehir