‘Yunus Emre, Deyişlerinde İlahî Nizamı Terennüm Eder..’
Oğuz Çetinoğlu: Kendilerine ‘aydın’ denilen kişilerde de
Türkçe aleyhtarlıklarına rastlanıyor…
Yaman Arıkan: Maalesef…
1960’larda Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde rektör olan bir
dönme-devşirme torunu, ‘50 sene içinde, Türkçe, eğitim dili olmaktan çıkar.’ Demişti.
1990’lara gelindiğinde, YÖK’ün başındaki bir başka dönme-devşirme torunu da,
‘Türkçe, eğitim dili olamaz. Zîrâ Türkçe, kelime hazînesi bakımından zayıf bir
dildir.’ Demişti. Türklük aleyhine bütün bu olup bitenler karşısında kimseden
ses çıkmayınca, insan, gayr-i ihtiyârî bazen şöyle düşünüyor:
- Türkiye, herhalde; millî eğitimi, üniversitesi ve
siyâsetçi yöneticisiyle, Türk olmayanların hâkimiyetinde. Bu ülkenin sâhibi
Türkler, herhalde topyekûn millî hâfızalarını yitirerek mankurtlaşmış durumda!...
Bizim, sömürgecinin diliyle verilen eğitimin, Türk
Milleti’nin evlâtlarının beyinlerini mantarlaştırıp fikir üretimi yapamayacak
duruma düşürdüğü husûsundaki bu beyânlarımıza aklî-mantıkî cevap veremeyen
kolay çözümcüler ve bilhâssa sömürge aydını takımı, mugâlataya ve demagojiye
sığınarak şöyle diyorlar:
- Çocuklarımıza yabancı dil öğretmeyelim mi?...
Hani, Türkçe’mizde bir söz vardır: Biz ne söylüyoruz, kolay
çözümcü ile, sömürge aydını kafalı okumuş ne karşılık veriyor. Bunca konuşma
esnâsında yabancı dil öğrenme veya öğretme aleyhinde bir tek söz ettik mi? Biz,
bir milletin evlâtları için yabancı dil öğrenmenin veya öğretmenin zararlı veya
felâket olduğunu söylemiyoruz. Sâdece, yabancı dil ile yâni çocuklarımızın ana
dili olan Türkçe’den başka bir dil ile öğretim-eğitim görmelerinin zararlı ve
felâket olduğunu söylüyoruz. İşte ben, üç yabancı dil biliyorum. Ve, o
dillerin, benim ufkumu ne derece açtığının da farkındayım. Hattâ zaman zaman,
keşke, bir-iki yabancı dil daha bilmiş olsaydım diye hayıflandığım olur. Evet,
üç yabancı dil biliyorum. Fakat bu dillerin hiçbirini o dilde eğitim görerek
öğrenmedim. Yabancı dil öğrenmek veya öğretmek ayrı şey, o dille eğitim-öğretim
vermek ayrı şey. Siz dil mi öğretiyorsunuz, eğitim mi veriyorsunuz? Yabancı dil,
dünyâca herkesin bildiği belli usûllerle öğrenilir veya öğretilir. İngilizler,
çocuklarına Fransızca’yı Fransızca eğitim-öğretim vererek mi öğretiyorlar?
Veya, Fransızlar İngilizce’yi çocuklarına İngilizce eğitimle mi öğretiyorlar?
Ruslar, çocuklarına İngilizce veya Fransızca eğitim vererek mi İngilizce veya
Fransızca öğretiyorlar. Bunların hiçbiri değil. Her millet, çocuklarının
eğitim-öğretimini kendi ana dilleriyle veriyor. Dünyâca bilinen, yabancı dil
öğrenme yöntem ve usûlleriyle de yabancı dilleri öğretiyor.
Biraz önce, Atatürk’ün vefâtından sonra ülke yönetiminde
insiyatifin dönme-devşirme torunları ile kolay çözümcülerin ve sömürge aydını
kafalı okumuşların eline geçtiğini ifâde etmiştik. Dönme-devşirme torunları,
cibilliyetlerinin îcâbı, Türk’ün lehine olabilecek hiçbir icrâatta yer almak
istemezler. Kolay çözümcülerin, Türk’e karşı herhangi bir garazları yoktur. Ne
var ki, Allah’ın insanoğluna muhteşem bir bahşişi olan akıl, mantık, muhâkeme
ve tefekkür nîmetini hiç kullanmadan hemen işe girişirler. Yapacakları işin
sonunun faydalı mı yoksa zararlı mı olacağını hiç mi hiç düşünmezler. Bunlar,
işte, ismi üstünde ‘kolay çözümcüler’dir. Her meseleyi, hiç düşünüp-taşınmadan
hemen kolayca çözüverdiklerini sanırlar. Sömürge aydını kafalı okumuşlara gelince,
onların beyin antenleri, dâimâ batılı haçlı sömürgecilerden gelecek telkînlere
ayarlıdır. Onun için, hep, oradan gelen telkînler istikametinde icrâatta ve
uygulamalarda bulunurlar. Meselâ, Türklüğe büyük sû-i kasdlar cümlesinden olan
doğum kontrolü ve nüfûs artışını durdurma planı ile, yabancı dilde
eğitim-öğretim projesi, bizim sömürge aydını kafalı bir kısım yöneticilere
batılı haçlı sömürgeciler tarafından telkîn edilmiş, onlar da işin sonunun
nereye varacağını hiç düşünmeden hemen uygulamaya koymuşlardır. Bizim sömürge
aydını kafalı okumuşların beyin antenlerinin, dâimâ kendi telkînleri
istikametine dönük olduğunu iyi bilen sömürgeci kurnaz haçlılar, nüfûs artışını
durdurma ve yabancı dille eğitim bahsinde demişlerdir ki:
- Eğer doğum kontrolü yapar ve nüfûsunuzun artışını
durdurursanız çabuk kalkınırsınız. Çocuklarınıza, teknikte-teknolojide ileri
ülkelerin diliyle eğitim verirseniz, ülkeniz çabucak, sanâyî ve teknolojide
gelişmiş ülkelerin seviyesine erişir!...
İşte bizim kolay çözümcü takımı ile sömürge aydını kafalı
okumuşlar, batılı sömürgecilerin bu telkînlerini, getirecekleri sonuçları hiç
düşünmeden hemen uygulamaya koymuşlardır. Böylece, batılı sömürgeci haçlı, iki
korkudan kurtulmuş ve biraz râhatlamıştır. Sömürgecinin en büyük korkularından
biri, Türk’ün çoğalması yâni nüfûsunun artmasıydı. Diğeri de, bu artan nüfûsa
muvâzî (= paralel) olarak sanâyi ve teknolojide kalkınmış bir ülke hâline
gelmesiydi. Sömürgeci, bizim sömürge aydını kafalı okumuşlara yaptığı
telkînlerle her iki husûsu da önlemiş ve murâdına ermiştir…
Bizim kolay çözümcü takımı ile sömürge aydını kafalı okumuş,
düşünmez veya düşünemez ki, bir millet veya bir devlet için nüfûs, düşmanlara
karşı en başta gelen güçlülük kaynaklarından biridir. Onun içindir ki,
sömürgeciler, bir taraftan bize, nüfûs artışını durdurmamızı telkîn ederlerken,
diğer tarafta, kendi nüfûslarını artırmak için, akla-hayâle gelen her yol ve
çâreye başvurmaktadırlar. Yine, eğer bir milletin evlâdlarına, sanâyi ve
teknolojide gelişmiş ülkelerin dillerini öğretmek veya o dillerde eğitim
vermekle o millet çabucak kalkınabilecek olsaydı, Afrika kıtasında ve Asya’nın
bazı bölgelerinde bulunan bir kısım milletler, bugün, sanâyi ve teknolojide
gelişmiş batılı haçlı sömürgecilerle fezâya gitme yarışına girerlerdi. Zîrâ,
bugün, bahis konusu o ülkelerin hemen hemen bütün fertleri, sömürgecinin dilini
hem bilmekte hem de konuşmaktadır. Hem de bülbül gibi. Buna rağmen, bugün
yeryüzünde mevcut milletler arasında, sanâyi ve teknolojide hiçbir varlık
gösterememekte, üstelik, kendilerinin mâddî servetlerini sömüren ve her türlü
millî değerlerini yok eden haçlı sömürgecilerce insan yerine de
konmamaktadırlar…
Oğuz Beyefendi, sizi epeyce yorduğumun farkındayım. Bu
konuda sâatlerce değil günlerce konuşsak, söylenecek sözler yine de bitmez.
Şimdi, müsâadenizle, meselenin özünü bir cümlede toplayıp, çocukluk yıllarımda
köyümüzün ihtiyârlarından dinlediğim bir karga hikâyesini de anlatarak bu
konudaki sözü noktalamak istiyorum. Yabancı dille eğitim-öğretim, tek cümle
ile, Türk Milleti’nin yeni nesillerinin beyinlerini mantarlaşdırma-morfinleme
ve onları fikir üretimi yapamaz hâle getirme hareketidir!...
Karga hikâyesine gelince bu, kendilerine sömürgecinin
diliyle zorla eğitim-öğretim yaptırılan tâlihsiz gençlerimizin yürekler acısı
durumuna ‘cuk!’ diye oturduğu için üzerinde durulmağa değer. Bilirsiniz, karga,
‘lop, lop!’ diye zıplayarak yürür veya koşar. Çocukluğumda, bizim köyün,
rûhlarına rahmet olası ihtiyârlarının anlattığına göre, karganın önceleri
oldukça güzel-hoş bir yürüyüşü varmış. Günlerden bir gün, sekerek koşan kekliği
görmüş ve onun sekişine bayılmış. Kendisi de kekliğin yürüyüşü (sekişi) gibi
yürümeğe karar vermiş ve başlamış onun sekişi gibi sekme hareketleri yapmağa.
Fakat ne kadar uğraştıysa, bir türlü becerememiş. Sonunda, yine kendi
yürüyüşüne dönmeğe karar vermiş. Ne var ki, uzun süren keklik yürüyüşü (sekişi)
denemeleri esnâsında kendi yürüyüşünü unutmuş olduğu için ona da dönememiş ve
başlamış bugünkü gibi lop, lop zıplamağa!...
Şimdi, sömürgecinin diliyle eğitim gören bizim bedbaht
gençlerimiz, o dili, Afrika’daki sömürge halkı misâli bülbül gibi konuşuyor
dahi olsa onunla fikir üretimi yapamayacaktır. Zîrâ beyinler, her türlü düşünce
ve fikir üretimini sâdece ve münhasıran, kişinin ana diliyle yapabilmektedir. Dönüp
kendi ana diliyle de yapamayacaktır. Zîrâ, öğrenimini yabancı dille gördüğü
için, kendi dilini de hakkıyla öğrenememiştir. Bu durumda, hayâtta ona, haçlı
sömürgecilere tercümanlık veya acenta me’murluğu yapmak düşecektir…
Çetinoğlu: Yûnus felsefesini özümseyen ve bu felsefenin
oluşturduğu karakter kalıbı ölçüleri içerisinde hareket eden insanlarımızdan
meydana gelen toplumun bize kazandıracakları hakkında neler söylemek
istersiniz?
Arıkan: Oğuz Beyefendi, öyle bir soru sordunuz ki,
enine-boyuna tam cevâbını vermek istersek, kocaman bir eser yazmamız lâzım.
Cidden, öylesine derinlikli bir soru. Böyle olmakla berâber, cevap vermeden de
geçemeyeceğimize göre, özetin de özeti olarak ifâde edeyim:
- Kâinâtta muhteşem bir düzen, nizâm-intizâm ve âhenk
vardır. Ona bu düzen ve nizâmı veren, bizzât ‘ilâhî irâde’dir. İlâhî irâde,
kâinâta bu pürüzsüz nizâm-intizâm ve düzeni verirken, onun nizâm-intizâm ve
düzen içinde pürüzsüz çalışmasını hedef almıştır. Gerçekten, insanoğlunun düzen
bozucu hareketleri olmadıkça, ilâhî irâdenin koymuş olduğu bu nizâm-intizâm ve
düzen, dâimî bir âhenk içinde ve pürüzsüz olarak işlemektedir. Fakat ilgi
çekicidir, insanoğlu, bizzât Yaratan’ın ifâdesiyle, yaratılmışların
birçoklarının en üstünü ve en şereflisi olmasına rağmen, kâinâtta nizâm-intizâm
ve düzen bozucu yegâne varlık da hemen hemen odur. Cenâb-ı Hak, dünyâda
nizâm-intizâm ve düzen bozuculuğu yapmaması husûsunda insanoğlunu uyarmak için
peygamberler ve kitaplar gönderir. Farkında iseniz, Kur’ân-ı Kerîm,
insanoğlunun târih boyunca yaptığı ve günümüzde de yapmakta olduğu
nizâm-intizâm ve düzen bozgunculuklarını dile getirmekte ve şiddetle
kötülemektedir. Diyebiliriz ki, insanoğlunun elindeki ilâhî kitap yâni Kur’ân-ı
Kerîm; hayâtın düzenini, nizâm-intizâmını, âhengini, huzûrunu,… koruma
kılavuzudur. Tabîî, netîce alınabilmesi yâni ilâhî nizâm-intizâm ve düzenin
pürüzsüz korunabilmesi, insanların o kılavuzdaki düstûrlara uymasına bağlıdır.
Yûnus, deyişlerinde, umûmiyetle kâinâtta mevcut o ilâhî
nizâm-intizâm ve düzeni terennüm eder ve düzen bozucu fiil, hareket ve
davranışlardan kaçınılmasını ister. Siz, Yûnus felsefesini özümseyen fertlerden
meydana gelen bir toplumun bize neler kazandıracağını sormuştunuz. İşte
gördüğünüz gibi, Yûnus felsefesini özümseyen fertlerden meydana gelen bir
toplumun bize kazandırdığı; hayâtta âhenk, düzen, nizâm-intizâm ve huzûrdur!...
Çetinoğlu: Hâlen gün ışığına çıkmayı bekleyen dev
eserinizden söz eder misiniz?
Arıkan: Oğuz Beyefendi, ‘Yûnus Emre ve Deyişleri’ adıyla
yayına hazırladığımız 7 ciltlik bu dev eser, benim kırk yıllık emeğimin mahsûlü
ve hayâtımın özüdür. Diyebilirim ki, daha önceleri çıkmış ve nâçîz şahsımızın
imzâsını taşıyan te’lîf-tercüme, otuz civârında eser bir yana, bu bir yana.
Yûnus’un 1000 (bin) civârında şiirini ihtivâ eden bu eseri hazırlarken, başlıca
iki temel husûsu göz önünde bulundurduk. Bunlardan biri, şiirlerin, imkân
nisbetinde doğru ve eksiksiz olarak tesbîtiydi. Bunu, kütüphânelerde mevcut
şiirleri, karşılaştırmalı taramadan geçirerek yapmağa çalıştık. İkinci husûs da,
Türkçe’nin zengin kelime hazînesinin gün ışığına çıkarılmasıydı. Bizce, bu
ikinci husûs, birinciden daha az ehemmiyetli değildi. Zîrâ, son yarım asır
içinde Türkçe’nin kelime hazînesine ağır darbeler vurulmuş, dilimiz âdetâ bir
kabîle dili durumuna düşürülmüştü. Biz bu vahim durumu göz önünde bulundurarak,
her şiirin hemen altına ‘Kelimeler-Açıklamalar’ başlığını attık ve, o başlık
altında, Türkçe’mizin zengin kelime hazînesini gözler önüne sermeğe çalıştık.
Hiçbir mübâlağa duygusuna kapılmadan ifâde edeyim ki, bu çalışmamız, tam bir
millî dil ve millî kültür hâdisesidir!..
YAMAN ARIKAN (Dil Bilimci - Filolog)
1937 yılında
Manisa’ya bağlı Salihli İlçesi’nin Gökeyüp Köyü’nde doğdu. İlkokulu doğduğu
köyde bitirdikten sonra, öğretmeninin harâretli ısrârları üzerine babası onu
şehre gönderip okutmak istedi. Ancak, mâlî imkânları elvermediği için buna
muvaffak olamadı. Küçük Yaman, babasının keçi sürüsünü gütmek üzere çobanlığa
başladı. Ne var ki, Gökeyüp'ün yeşil ve serin dağları ona âdetâ zindan
geliyordu.
Bir şekilde kaçıp, şehirde tahsilini devam ettirmek için
plânlar düşünmeğe başladı. Bu maksatla tasarladığı bir plân gereğince,
Salihli’nin pazarı olan bir Çarşamba günü, gütmekte olduğu keçi sürüsünü dağda
bırakarak şehre geldi. Pazar için şehre gelmiş bulunan köylülerinden, 6 kişiden
10'ar liradan 60 lira borç para alarak İstanbul'un yolunu tuttu. Orada;
yokluklar, zorluklar ve sıkıntılar içinde, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulu'nda,
liseyi de ülkemizin seçkin liselerinden olan Kabataş Erkek Lisesi'nde okudu. Daha
sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi ve Filoloji Bölümünü
bitirdi.
1967-1987 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde
yazarlık yaptı. Bu arada telif-tercüme, yirminin üzerinde esere imzâ attı. En
kapsamlı çalışmasını ise BİZİM YÛNUS üzerine yaptı. Yaman Arıkan evli ve dört
çocuk babasıdır. Arapça, Farsça ve İngilizce bilir.
Telif Eserleri:
Telifler: *İslâm Ahlâk ve Fazîleti ,*Gençlere Dînî Bilgiler.
*Türklük Gurûr ve Şuûru.*Aklın Sesi veya Sağlıklı Çözüm. *Yayınlanmayan
Mülâkaat veya Bâb-ı Âlî'den Hâtıralar. *Unutamadıklarım. *İki Millî Mürşîd.
*Azrâil'e Meydan Okuyan İki Türk. *Millî Varlık ve Bekaamızın İki Temel Direği.
*Ne Çabuk Unuttunuz. *Yûnus Emre ve Deyişleri (7 cild)
Tercümeler:
*Hak Yolcusunun Düstûrları (Ahmed Er Rufâî). *Gavs-ı Âzam
Seyyid Abdülkadir Geylânî'nin Sohbetleri (Abdülkadir Geylânî). *Gafletten
Kurtuluş - 2 Cild (Ebülleys Semerkandî).*Müzekkin Nüfus (Eşrefoğlu Rûmî'den sâdeleşdirme).*İlâhî
Nizâm (Gazâlî).*İlâhî Ahlâk (Gazâlî).*Kırk Esas (Gazâlî). *Âbidler Yolu
(Gazâlî). *Ârifler Yolu (Gazâlî). *Ey Oğul (Gazâlî). *Ledün Risâlesi (Gazâlî).
*Nûr Kandili (Gazâlî). *Va'z Risâlesi (Gazâlî). *Mukaddes Merdivenler (Gazâlî).
*Kıstâs-ı Müstakîm (Gazâlî). *Kavâidü'l-akaaid (Gazâlî)
Bu röportaj, Yaman Arıkan’ın ebedî âleme intikalinden kısa
bir süre önce yapılmıştır. Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun. Rûhuna
el-Fâtiha.
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.