IMG-LOGO
Röportaj

Yûnus Emre Uzmanı Yaman Arıkan, Bizim Yûnus’u Anlatıyor:

15 05 2023

 ‘Yunus Emre, Deyişlerinde İlahî Nizamı Terennüm Eder..’  

Oğuz Çetinoğlu: Kendilerine ‘aydın’ denilen kişilerde de Türkçe aleyhtarlıklarına rastlanıyor…

Yaman Arıkan: Maalesef…

1960’larda Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde rektör olan bir dönme-devşirme torunu, ‘50 sene içinde, Türkçe, eğitim dili olmaktan çıkar.’ Demişti. 1990’lara gelindiğinde, YÖK’ün başındaki bir başka dönme-devşirme torunu da, ‘Türkçe, eğitim dili olamaz. Zîrâ Türkçe, kelime hazînesi bakımından zayıf bir dildir.’ Demişti. Türklük aleyhine bütün bu olup bitenler karşısında kimseden ses çıkmayınca, insan, gayr-i ihtiyârî bazen şöyle düşünüyor:

- Türkiye, herhalde; millî eğitimi, üniversitesi ve siyâsetçi yöneticisiyle, Türk olmayanların hâkimiyetinde. Bu ülkenin sâhibi Türkler, herhalde topyekûn millî hâfızalarını yitirerek mankurtlaşmış durumda!...

Bizim, sömürgecinin diliyle verilen eğitimin, Türk Milleti’nin evlâtlarının beyinlerini mantarlaştırıp fikir üretimi yapamayacak duruma düşürdüğü husûsundaki bu beyânlarımıza aklî-mantıkî cevap veremeyen kolay çözümcüler ve bilhâssa sömürge aydını takımı, mugâlataya ve demagojiye sığınarak şöyle diyorlar:

- Çocuklarımıza yabancı dil öğretmeyelim mi?...

Hani, Türkçe’mizde bir söz vardır: Biz ne söylüyoruz, kolay çözümcü ile, sömürge aydını kafalı okumuş ne karşılık veriyor. Bunca konuşma esnâsında yabancı dil öğrenme veya öğretme aleyhinde bir tek söz ettik mi? Biz, bir milletin evlâtları için yabancı dil öğrenmenin veya öğretmenin zararlı veya felâket olduğunu söylemiyoruz. Sâdece, yabancı dil ile yâni çocuklarımızın ana dili olan Türkçe’den başka bir dil ile öğretim-eğitim görmelerinin zararlı ve felâket olduğunu söylüyoruz. İşte ben, üç yabancı dil biliyorum. Ve, o dillerin, benim ufkumu ne derece açtığının da farkındayım. Hattâ zaman zaman, keşke, bir-iki yabancı dil daha bilmiş olsaydım diye hayıflandığım olur. Evet, üç yabancı dil biliyorum. Fakat bu dillerin hiçbirini o dilde eğitim görerek öğrenmedim. Yabancı dil öğrenmek veya öğretmek ayrı şey, o dille eğitim-öğretim vermek ayrı şey. Siz dil mi öğretiyorsunuz, eğitim mi veriyorsunuz? Yabancı dil, dünyâca herkesin bildiği belli usûllerle öğrenilir veya öğretilir. İngilizler, çocuklarına Fransızca’yı Fransızca eğitim-öğretim vererek mi öğretiyorlar? Veya, Fransızlar İngilizce’yi çocuklarına İngilizce eğitimle mi öğretiyorlar? Ruslar, çocuklarına İngilizce veya Fransızca eğitim vererek mi İngilizce veya Fransızca öğretiyorlar. Bunların hiçbiri değil. Her millet, çocuklarının eğitim-öğretimini kendi ana dilleriyle veriyor. Dünyâca bilinen, yabancı dil öğrenme yöntem ve usûlleriyle de yabancı dilleri öğretiyor.

Biraz önce, Atatürk’ün vefâtından sonra ülke yönetiminde insiyatifin dönme-devşirme torunları ile kolay çözümcülerin ve sömürge aydını kafalı okumuşların eline geçtiğini ifâde etmiştik. Dönme-devşirme torunları, cibilliyetlerinin îcâbı, Türk’ün lehine olabilecek hiçbir icrâatta yer almak istemezler. Kolay çözümcülerin, Türk’e karşı herhangi bir garazları yoktur. Ne var ki, Allah’ın insanoğluna muhteşem bir bahşişi olan akıl, mantık, muhâkeme ve tefekkür nîmetini hiç kullanmadan hemen işe girişirler. Yapacakları işin sonunun faydalı mı yoksa zararlı mı olacağını hiç mi hiç düşünmezler. Bunlar, işte, ismi üstünde ‘kolay çözümcüler’dir. Her meseleyi, hiç düşünüp-taşınmadan hemen kolayca çözüverdiklerini sanırlar. Sömürge aydını kafalı okumuşlara gelince, onların beyin antenleri, dâimâ batılı haçlı sömürgecilerden gelecek telkînlere ayarlıdır. Onun için, hep, oradan gelen telkînler istikametinde icrâatta ve uygulamalarda bulunurlar. Meselâ, Türklüğe büyük sû-i kasdlar cümlesinden olan doğum kontrolü ve nüfûs artışını durdurma planı ile, yabancı dilde eğitim-öğretim projesi, bizim sömürge aydını kafalı bir kısım yöneticilere batılı haçlı sömürgeciler tarafından telkîn edilmiş, onlar da işin sonunun nereye varacağını hiç düşünmeden hemen uygulamaya koymuşlardır. Bizim sömürge aydını kafalı okumuşların beyin antenlerinin, dâimâ kendi telkînleri istikametine dönük olduğunu iyi bilen sömürgeci kurnaz haçlılar, nüfûs artışını durdurma ve yabancı dille eğitim bahsinde demişlerdir ki:

- Eğer doğum kontrolü yapar ve nüfûsunuzun artışını durdurursanız çabuk kalkınırsınız. Çocuklarınıza, teknikte-teknolojide ileri ülkelerin diliyle eğitim verirseniz, ülkeniz çabucak, sanâyî ve teknolojide gelişmiş ülkelerin seviyesine erişir!...

İşte bizim kolay çözümcü takımı ile sömürge aydını kafalı okumuşlar, batılı sömürgecilerin bu telkînlerini, getirecekleri sonuçları hiç düşünmeden hemen uygulamaya koymuşlardır. Böylece, batılı sömürgeci haçlı, iki korkudan kurtulmuş ve biraz râhatlamıştır. Sömürgecinin en büyük korkularından biri, Türk’ün çoğalması yâni nüfûsunun artmasıydı. Diğeri de, bu artan nüfûsa muvâzî (= paralel) olarak sanâyi ve teknolojide kalkınmış bir ülke hâline gelmesiydi. Sömürgeci, bizim sömürge aydını kafalı okumuşlara yaptığı telkînlerle her iki husûsu da önlemiş ve murâdına ermiştir…

Bizim kolay çözümcü takımı ile sömürge aydını kafalı okumuş, düşünmez veya düşünemez ki, bir millet veya bir devlet için nüfûs, düşmanlara karşı en başta gelen güçlülük kaynaklarından biridir. Onun içindir ki, sömürgeciler, bir taraftan bize, nüfûs artışını durdurmamızı telkîn ederlerken, diğer tarafta, kendi nüfûslarını artırmak için, akla-hayâle gelen her yol ve çâreye başvurmaktadırlar. Yine, eğer bir milletin evlâdlarına, sanâyi ve teknolojide gelişmiş ülkelerin dillerini öğretmek veya o dillerde eğitim vermekle o millet çabucak kalkınabilecek olsaydı, Afrika kıtasında ve Asya’nın bazı bölgelerinde bulunan bir kısım milletler, bugün, sanâyi ve teknolojide gelişmiş batılı haçlı sömürgecilerle fezâya gitme yarışına girerlerdi. Zîrâ, bugün, bahis konusu o ülkelerin hemen hemen bütün fertleri, sömürgecinin dilini hem bilmekte hem de konuşmaktadır. Hem de bülbül gibi. Buna rağmen, bugün yeryüzünde mevcut milletler arasında, sanâyi ve teknolojide hiçbir varlık gösterememekte, üstelik, kendilerinin mâddî servetlerini sömüren ve her türlü millî değerlerini yok eden haçlı sömürgecilerce insan yerine de konmamaktadırlar…

Oğuz Beyefendi, sizi epeyce yorduğumun farkındayım. Bu konuda sâatlerce değil günlerce konuşsak, söylenecek sözler yine de bitmez. Şimdi, müsâadenizle, meselenin özünü bir cümlede toplayıp, çocukluk yıllarımda köyümüzün ihtiyârlarından dinlediğim bir karga hikâyesini de anlatarak bu konudaki sözü noktalamak istiyorum. Yabancı dille eğitim-öğretim, tek cümle ile, Türk Milleti’nin yeni nesillerinin beyinlerini mantarlaşdırma-morfinleme ve onları fikir üretimi yapamaz hâle getirme hareketidir!...

Karga hikâyesine gelince bu, kendilerine sömürgecinin diliyle zorla eğitim-öğretim yaptırılan tâlihsiz gençlerimizin yürekler acısı durumuna ‘cuk!’ diye oturduğu için üzerinde durulmağa değer. Bilirsiniz, karga, ‘lop, lop!’ diye zıplayarak yürür veya koşar. Çocukluğumda, bizim köyün, rûhlarına rahmet olası ihtiyârlarının anlattığına göre, karganın önceleri oldukça güzel-hoş bir yürüyüşü varmış. Günlerden bir gün, sekerek koşan kekliği görmüş ve onun sekişine bayılmış. Kendisi de kekliğin yürüyüşü (sekişi) gibi yürümeğe karar vermiş ve başlamış onun sekişi gibi sekme hareketleri yapmağa. Fakat ne kadar uğraştıysa, bir türlü becerememiş. Sonunda, yine kendi yürüyüşüne dönmeğe karar vermiş. Ne var ki, uzun süren keklik yürüyüşü (sekişi) denemeleri esnâsında kendi yürüyüşünü unutmuş olduğu için ona da dönememiş ve başlamış bugünkü gibi lop, lop zıplamağa!...

Şimdi, sömürgecinin diliyle eğitim gören bizim bedbaht gençlerimiz, o dili, Afrika’daki sömürge halkı misâli bülbül gibi konuşuyor dahi olsa onunla fikir üretimi yapamayacaktır. Zîrâ beyinler, her türlü düşünce ve fikir üretimini sâdece ve münhasıran, kişinin ana diliyle yapabilmektedir. Dönüp kendi ana diliyle de yapamayacaktır. Zîrâ, öğrenimini yabancı dille gördüğü için, kendi dilini de hakkıyla öğrenememiştir. Bu durumda, hayâtta ona, haçlı sömürgecilere tercümanlık veya acenta me’murluğu yapmak düşecektir…

Çetinoğlu: Yûnus felsefesini özümseyen ve bu felsefenin oluşturduğu karakter kalıbı ölçüleri içerisinde hareket eden insanlarımızdan meydana gelen toplumun bize kazandıracakları hakkında neler söylemek istersiniz?

Arıkan: Oğuz Beyefendi, öyle bir soru sordunuz ki, enine-boyuna tam cevâbını vermek istersek, kocaman bir eser yazmamız lâzım. Cidden, öylesine derinlikli bir soru. Böyle olmakla berâber, cevap vermeden de geçemeyeceğimize göre, özetin de özeti olarak ifâde edeyim:

- Kâinâtta muhteşem bir düzen, nizâm-intizâm ve âhenk vardır. Ona bu düzen ve nizâmı veren, bizzât ‘ilâhî irâde’dir. İlâhî irâde, kâinâta bu pürüzsüz nizâm-intizâm ve düzeni verirken, onun nizâm-intizâm ve düzen içinde pürüzsüz çalışmasını hedef almıştır. Gerçekten, insanoğlunun düzen bozucu hareketleri olmadıkça, ilâhî irâdenin koymuş olduğu bu nizâm-intizâm ve düzen, dâimî bir âhenk içinde ve pürüzsüz olarak işlemektedir. Fakat ilgi çekicidir, insanoğlu, bizzât Yaratan’ın ifâdesiyle, yaratılmışların birçoklarının en üstünü ve en şereflisi olmasına rağmen, kâinâtta nizâm-intizâm ve düzen bozucu yegâne varlık da hemen hemen odur. Cenâb-ı Hak, dünyâda nizâm-intizâm ve düzen bozuculuğu yapmaması husûsunda insanoğlunu uyarmak için peygamberler ve kitaplar gönderir. Farkında iseniz, Kur’ân-ı Kerîm, insanoğlunun târih boyunca yaptığı ve günümüzde de yapmakta olduğu nizâm-intizâm ve düzen bozgunculuklarını dile getirmekte ve şiddetle kötülemektedir. Diyebiliriz ki, insanoğlunun elindeki ilâhî kitap yâni Kur’ân-ı Kerîm; hayâtın düzenini, nizâm-intizâmını, âhengini, huzûrunu,… koruma kılavuzudur. Tabîî, netîce alınabilmesi yâni ilâhî nizâm-intizâm ve düzenin pürüzsüz korunabilmesi, insanların o kılavuzdaki düstûrlara uymasına bağlıdır.

Yûnus, deyişlerinde, umûmiyetle kâinâtta mevcut o ilâhî nizâm-intizâm ve düzeni terennüm eder ve düzen bozucu fiil, hareket ve davranışlardan kaçınılmasını ister. Siz, Yûnus felsefesini özümseyen fertlerden meydana gelen bir toplumun bize neler kazandıracağını sormuştunuz. İşte gördüğünüz gibi, Yûnus felsefesini özümseyen fertlerden meydana gelen bir toplumun bize kazandırdığı; hayâtta âhenk, düzen, nizâm-intizâm ve huzûrdur!...

Çetinoğlu: Hâlen gün ışığına çıkmayı bekleyen dev eserinizden söz eder misiniz?

Arıkan: Oğuz Beyefendi, ‘Yûnus Emre ve Deyişleri’ adıyla yayına hazırladığımız 7 ciltlik bu dev eser, benim kırk yıllık emeğimin mahsûlü ve hayâtımın özüdür. Diyebilirim ki, daha önceleri çıkmış ve nâçîz şahsımızın imzâsını taşıyan te’lîf-tercüme, otuz civârında eser bir yana, bu bir yana. Yûnus’un 1000 (bin) civârında şiirini ihtivâ eden bu eseri hazırlarken, başlıca iki temel husûsu göz önünde bulundurduk. Bunlardan biri, şiirlerin, imkân nisbetinde doğru ve eksiksiz olarak tesbîtiydi. Bunu, kütüphânelerde mevcut şiirleri, karşılaştırmalı taramadan geçirerek yapmağa çalıştık. İkinci husûs da, Türkçe’nin zengin kelime hazînesinin gün ışığına çıkarılmasıydı. Bizce, bu ikinci husûs, birinciden daha az ehemmiyetli değildi. Zîrâ, son yarım asır içinde Türkçe’nin kelime hazînesine ağır darbeler vurulmuş, dilimiz âdetâ bir kabîle dili durumuna düşürülmüştü. Biz bu vahim durumu göz önünde bulundurarak, her şiirin hemen altına ‘Kelimeler-Açıklamalar’ başlığını attık ve, o başlık altında, Türkçe’mizin zengin kelime hazînesini gözler önüne sermeğe çalıştık. Hiçbir mübâlağa duygusuna kapılmadan ifâde edeyim ki, bu çalışmamız, tam bir millî dil ve millî kültür hâdisesidir!..

YAMAN ARIKAN (Dil Bilimci - Filolog)

 1937 yılında Manisa’ya bağlı Salihli İlçesi’nin Gökeyüp Köyü’nde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde bitirdikten sonra, öğretmeninin harâretli ısrârları üzerine babası onu şehre gönderip okutmak istedi. Ancak, mâlî imkânları elvermediği için buna muvaffak olamadı. Küçük Yaman, babasının keçi sürüsünü gütmek üzere çobanlığa başladı. Ne var ki, Gökeyüp'ün yeşil ve serin dağları ona âdetâ zindan geliyordu.

Bir şekilde kaçıp, şehirde tahsilini devam ettirmek için plânlar düşünmeğe başladı. Bu maksatla tasarladığı bir plân gereğince, Salihli’nin pazarı olan bir Çarşamba günü, gütmekte olduğu keçi sürüsünü dağda bırakarak şehre geldi. Pazar için şehre gelmiş bulunan köylülerinden, 6 kişiden 10'ar liradan 60 lira borç para alarak İstanbul'un yolunu tuttu. Orada; yokluklar, zorluklar ve sıkıntılar içinde, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulu'nda, liseyi de ülkemizin seçkin liselerinden olan Kabataş Erkek Lisesi'nde okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi ve Filoloji Bölümünü bitirdi.

1967-1987 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde yazarlık yaptı. Bu arada telif-tercüme, yirminin üzerinde esere imzâ attı. En kapsamlı çalışmasını ise BİZİM YÛNUS üzerine yaptı. Yaman Arıkan evli ve dört çocuk babasıdır. Arapça, Farsça ve İngilizce bilir.

Telif Eserleri:

Telifler: *İslâm Ahlâk ve Fazîleti ,*Gençlere Dînî Bilgiler. *Türklük Gurûr ve Şuûru.*Aklın Sesi veya Sağlıklı Çözüm. *Yayınlanmayan Mülâkaat veya Bâb-ı Âlî'den Hâtıralar. *Unutamadıklarım. *İki Millî Mürşîd. *Azrâil'e Meydan Okuyan İki Türk. *Millî Varlık ve Bekaamızın İki Temel Direği. *Ne Çabuk Unuttunuz. *Yûnus Emre ve Deyişleri (7 cild) 

Tercümeler:

*Hak Yolcusunun Düstûrları (Ahmed Er Rufâî). *Gavs-ı Âzam Seyyid Abdülkadir Geylânî'nin Sohbetleri (Abdülkadir Geylânî). *Gafletten Kurtuluş - 2 Cild (Ebülleys Semerkandî).*Müzekkin Nüfus  (Eşrefoğlu Rûmî'den sâdeleşdirme).*İlâhî Nizâm (Gazâlî).*İlâhî Ahlâk (Gazâlî).*Kırk Esas (Gazâlî). *Âbidler Yolu (Gazâlî). *Ârifler Yolu (Gazâlî). *Ey Oğul (Gazâlî). *Ledün Risâlesi (Gazâlî). *Nûr Kandili (Gazâlî). *Va'z Risâlesi (Gazâlî). *Mukaddes Merdivenler (Gazâlî). *Kıstâs-ı Müstakîm (Gazâlî). *Kavâidü'l-akaaid (Gazâlî)

Bu röportaj, Yaman Arıkan’ın ebedî âleme intikalinden kısa bir süre önce yapılmıştır. Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun. Rûhuna el-Fâtiha.