Bu yazı Cumhurbaşkanlık, Başbakanlık makamı
ile bazı iktidar ve muhalefet milletvekillerine ve Emniyet Genel Müdürlüğü gibi
devlet kuruluşlarına elektronik posta ile gönderilmiştir.
22. Eylül.
2014
Dr. Hilmi
Özden[1]
“Basit, kolay ve kestirme çözümler mutlaka
yanlıştır.”
Karl Popper
Not: Metnin tamamını okumak istemeyenler sadece
koyu yazılmış kısımlarını okuyabilir.
Özet
Bölücü kanlı terör örgütü PKK,
uyuşturucu ile beslenen, emperyalist devletlerin Türkiye’nin huzurunu bozmak
için tuttukları bir kiralık katil şebekesidir. Biz bu yazımızda teröristin
beyin/zihin dünyası hakkında nöro-bilimler açısından bilinmesi gerekenleri
anlatacağız.
Beyin temel sinir hücreleri nöronlar arasında
oluşan bağlantılarımız (sinapslar) her insanın ilgi alanı için farklı farklı
gelişir ve oluşurlar. Buna “beyin esnekliği” denir. Beyin gelişimi her birey
için ona özgü fiziksel ve ruhsal yaşantılardan etkilenmektedir. Teröristlerin
yapmış oldukları yıkıcı, tahrip edici ve öldürme faaliyetleri ile ilgili olarak
nöron bağlantıları artar.
Beyni yıkanmış teröristlerin
kalıcı hafızaları biyokimyasal yolları kullanarak tüm olumsuz bilgi ve eylem
türlerini beyin hücrelerine protein olarak yerleştirmişlerdir.
Bizler bir otomobili kullanırken
başlangıçta zorlandığımız halde daha sonra gayet rahatlıkla araç kullanırız. Bu
piramidal sistem bilgilerini (istemli davranışları) extrapramidal
(otomatikleşmiş) sisteme devretmemizden kaynaklanır. Teröristlerinde kırsalda
öğrendikleri her türlü imha, pusu kurma, kundaklama yok etme gibi toplu cinayet
işleme davranışları onların ekstrapiramidal sistemlerine aktarılmıştır.
İnsanların genlerindeki her yöne
gelişebilecek mevcut potansiyel; terbiye, alışkanlıklar, sık tekrarlanan
davranışlar, düşünce, manevi algıları gibi çevre faktörleri ile şekillenir. Her
çocuk masum doğmasına rağmen, teröre bulaştırılmış insanlarda beyinleri
yıkanarak normalde hayat boyu ortaya çıkmayacak genlerdeki olumsuz yönler açığa
çıkmaya başlar.
Her hastalığın tedavisi olduğu
gibi toplumsal hastalık olan teröründe tedavisi ihmal edilmemelidir. Fakat bu
çözüm süreci ilmî usullerle yapılmadığı gibi günü birlik geçici tedbirler
uygulanmaktadır. Bu süreç, Türk Milletinin geleceğini, katledilme, imha dahil
her türlü felakete açık hale getirmiştir.
Anahtar kelimeler: terör, beyin,
sinaps, kalıcı hafıza, ekstrapiramidal sistem, epigenetik
Giriş
Nöro-bilimler (anatomi, fizyoloji,
histoloji, biyokimya, biyofizik, nöroloji, psikiyatri vd.) ışığında terör ve
teröristin beyin ve zihin dünyası değerlendirilmeden terör önlenemez. Terör
önlenemediği gibi gelecek nesillerin riske atılması söz konusudur. Tüm dünyayı
tehdit eden terör ülkemizi de yıllardır, uğraştırmaktadır. Açılım politikası
ile çözüm bulunmak istendiği söylenmiş fakat asla bilimsel usullerle problem masaya
yatırılmamıştır. Terör’ün uyuşturucu kaçakçılığından kazandığı meblağlar,
yabancı istihbarat teşkilatlarının ve emperyalist güçlerin maşası olarak
kullanılması göz ardı edilmiştir. Sosyolog, uluslar arası ilişkiler uzmanı,
terör uzmanı, sosyal psikolog, psikolog, psikiyatrist, uyuşturucu ile mücadele
uzmanları, nörobilimciler dikkate alınmamıştır. Bununla beraber terörün diğer
bir boyutu olan beyin ve zihniyet dünyası da göz ardı edilmiştir. Anatomik,
fizyolojik, biyokimyasal boyutlarla sorunun bu bilim dalları ile ilgili yönleri
nedir, ne değildir? Değerlendirilmemiştir.
Sinir sistemindeki temel hücrelere
nöron adı verilir. Sinir hücresi türleri; multipolar, bipolar, unipolar ve
aksonsuz nöron olarak sınıflandırılır. Nöronlar yetişkin beyninde ortalama 100
milyar civarındadır. Bu “Güneş sistemini içine alan Samanyolu Galaksisi’ndeki
bütün yıldızların sayısına yakındır” Nöronların çekirdeğinin olduğu gövde kısmı
ve diğer nöronlarla bağlantı sağlayan ve sinyal alıcı kısa lifler olan
dentritler ile sinyal iletici uzun lif aksonu vardır. Bir nörondan yüzlerce
veya binlerce dentrit çıkabilir. “Beyindeki 100 milyara yakın nörondan yaklaşık
100 trilyon dentrit ve akson terminali ile yaklaşık 50 trilyon bağlantı yeri
(sinaps) oluşur.”Merkezi sinir sisteminde nöronlar dışında hücrelerde bulunur.
Bunlara nöroglia adı verilir ve sayıları sinir hücresinden onlarca kat
fazladır.
“Beyindeki tüm yapılar ve bölgeler
bir bütün olarak çalışan sisteme sahiptir. “Bazı beyin bölgeleri belirli
işlevler için uzmanlaşmış olabilir. Fakat her bir beyin işlemi beynin tümünü
ilgilendirir. En basit işlemin temelinde bile çok sayıda karmaşık olaylar
yatar. Beyni, değişik yerleri bir birinden habersiz olarak çalışan, birbirinden
kopuk işlevlerin toplamı olarak görmek yanlıştır. Beyin her bölümü diğerleri
ile ilişki kurmuş bir sistemdir ve bütün olarak çalışır. Bu bütünleşmiş bağlam
içinde bazı bölgeler, bazı işlevler konusunda uzmanlaşmışlardır. Örneğin,
kişinin yapmakta olduğu davranışa göre, o davranışın temelinde yatan beyin
bölgesi faaliyet gösterir.” (Cüceloğlu, s. 84)
Nörogelişim Süreci
İnsan
beyni gelişiminin anlaşılması hızlı bir ilerleme sergilemektedir. Çoğu nöronlar
oluştuktan sonra hayatta kalanlar prenatal gebeliğin ikinci trimestrinin
sonlarında seçilir Nöronal göç, döllenmeden sonraki haftalar içinde başlar ve
doğumla birlikte büyük ölçüde tamamlanır. Bu nedenle, insan beyni gelişimi
doğum öncesinde, doğum sonrasına göre çok daha fazla dinamiktir ve beynin hacmi
5 yaş itibarıyla erişkin büyüklüğünün %95'ine ulaşır. Öte yandan, beyin yapısını etkileyen bazı süreçler yaşam boyunca devam
eder. Akson liflerinin miyelinasyonu ve nöronların ağaca benzer şekilde
oluşumlarını tamamlaması en azından ergenlik dönemi boyunca yoğun bir şekilde
ve yaşam boyunca da daha az bir düzeyde devam eder. Beyinin yeniden yapılanması
da yaşam boyu devam eder gibi gözükmektedir. Fakat bu durum en fazla
çocukluk ve ergenlik döneminde sinapsların rekabetle elenmesi olarak bilinen
süreç esnasında (budanma süreci) aktiftir Sinaptogenezis, erken bir patlamayı
izleyen dönemde sabit bir şekilde oluşur gibi gözükmektedir. Son zamanlarda, bazı beyin bölgelerinde
yeni nöronların oluşumunun devam ettiği de keşfedilmiştir. Daha önceleri
nörogenezisin ( nöronların üretimi) yetişkin insanlarda oluşmadığı
düşünüldüğünden, bu esasen olağanüstü bir gelişmedir. Hem nöron, hem de
sinapslar, yaşamın erken dönemlerinde daha fazla, ancak belli bir düzeyde de
sonsuza kadar oldukça “plastik”-değişebilir ve biçimlendirilebilir-bir özelliğe
sahiptir.[2]
Sinapslar
“Sinir
Hücreleri Arasında Haberleşme Nasıl Gerçekleşir?
Sinir hücreleri arasında iletiyi sağlayan
özelleşmiş bağlantı bölgelerine sinaps (kavşak)
denir. Sinir hücreleri arasındaki kimyasal haberleşme sinapsta gerçekleşir.
Sinapsın yapısına daha yakından bakacak olursak sinyali ileten hücrenin sinyali
alan hücre ile yakınlaştığı bölgeler olduğunu görürüz, iki sinir hücresinin
birbirine yakınlaştığı zarların arasında dar bir aralık bulunur. Bu aralığa sinaptik aralık denir. Sinaptik
aralıktan önceki hücre zan bölümü, iletici nörona aittir ve bu hücre zarı
bölümüne sinaps öncesi zar denir.
Kimyasal habercinin (nörotransmiter) salgılandığı yer burasıdır. Sinaptik
aralıktan sonraki alıcı nörona ait hücre zarı bölümüne sinaps sonrası zar denir. Nörotransmiter ile etkileşime giren
moleküller (reseptörler) genellikle sinaps sonrası zarda bulunur Sinaptik
bağlantılar bir sinir hücresinin akson sonu ile diğer sinir hücresinin a)
dendriti, b) hücre gövdesi c) aksonu arasında olabilir. Sinir hücreleri
arasında sinaptik bölgelerde oluşan haberleşme çoğunlukla, nörotransmiterler
aracılığıyla gerçekleşir fakat tek haberleşme biçimi bu değildir.
Kimyasal sinapsların
dışında, diğer bir nöronlar arası bağlantı şekli, elektriksel sinapslardır.
Elektriksel bağlantı bölgelerinde iyon geçişine izin veren kanallar karşılıklı
dururlar. Elektriksel bağlantılarda nörotransmiter salgısı yoktur; bunun
yerine, hücreler arası iyon geçişleri olur. Elektriksel bağlantılardaki ileti
kimyasal sinapslardaki iletiye göre çok daha hızlıdır.
Bir sinir hücresi
üzerinde, binlerle ifade edilebilecek sinaptik bağlantı mevcuttur. Kurulan
sinaptik bağlantılardan farklı nörotransmiterler salgılanır. Sinir hücresi
kendine ulaşan sinyallerin bir anlamda matematiksel toplamına göre uyarılır ya
da baskılanır. Buna kendi yaşantımızdan örnek verebiliriz: Bir konuda karar
vermemiz gerektiğinde çok sayıda kişiden farklı fikirler bize ulaşır ve etki
güçleri farklı olan bu fikirleri değerlendirmeye alır ve bir sonuca ulaşırız.
Bizler de başkalarının (hatta fikir aldığımız kişilerin de) kararlarını
etkileriz. Benzer şekilde tek bir sinir hücresi, aksonal dallanmalar aracılığıyla
çok sayıda sinir hücresi ile sinaptik bağlantılar kurar. Böylece, sinir
sisteminin trilyonlarla ifade edilebilen sinaps sayısı ile oldukça karmaşık bir
haberleşme ağı oluşur.
Sinaps oluştuktan sonra da yoğun moleküler aktivite gösteren
dinamik bir bölge olarak kalmaya devam eder. Diğer bir değişle, molekülleri
ısmarlayan, üreten, taşınanları kabul eden ve bunları işlevsel bir sinapsa
dönüştüren yapım ekibi sinaps işlevsel hale gelir gelmez azledilmez. Birçok
bakımdan, bir sinaps işlev gördüğü sürece değişen durumlara ve bağlantılı
olduğu nöronlar tarafından kullanılma miktarına göre moleküler bakım ve
değişiklikler ile sürekli bir revizyon halindedir. Örneğin, “birlikte ateşlenen nöronlar birlikte
bağlantı kurarlar” denir. Örneğin, daha fazla nörotransmitter salındıkça o
sinapsta bulunan pre- ve postsinaptik reseptör sayıları ve aynı zamanda o
sinapsta görülen pre- ve postsinaptik kalınlaşma artışı değişebilir. Bu
muhtemelen, nöronal iletiyi kolaylaştırmak için oluşan adaptif moleküler ve
yapısal değişiklikleri yansıtmaktadır. Bazen bir sinapstaki yoğun kullanıma
bağlı değişiklikler sadcce moleküler seviyede olmakla kalmaz, aynı zamanda
sinapsta dramatik fiziksel ve yapısal değişimlere de yol açabilir. Örneğin, hem
pre- hem de postsinaptik yüzlerdeki yüzey alanları muhtemelen iletişimi
kolaylaştıran zenginleştirilmiş sayı ve tiplerde reseptörleri daha kolay
barındırmak için artabilir.Yoğun presinaptik mesajlaşma da bitişik ve tamamen
ayrık bir postsinaptik yapısal element oluşumunu uyarmak suretiyle postsinaptik
cevabı arttırabilir. Benzer şekilde, presinaptik nöron bölgesinde bulunan bir
postsinaptik yarı sinaps başlangıçta, bu nörondan bir komşu postsinaptik
elemana doğru yönlendirilmiş nörotransmitterinin taşınması yoluyla bilgi
alabilir. Ancak zaman içerisinde bu düzenleme, bir akson yan dalının düzgün ve
tamamıyla işlevsel bir sinapsı oluşturmak üzere filizlenmesini teşvik edebilir.[3]
Bir sinir hücresinde uyarının oluşması, iletimi ve diğer
hücreye aktarımı sürecini 2 sinir hücresi örneğinde sıralı şekilde özetleyelim;
1.
Birinci sinir hücresine farklı kaynaklardan gelen uyarıların toplamı eşik
seviyenin üzerinde bir depolarizasyon oluşturur ve hücrede aksiyon potansiyeli
gelişir.
2.
Aksiyon potansiyeli akson boyunca ilerler.
3.
Aksiyon potansiyeli akson ucuna ulaşır.
4.
Kalsiyum kanalları açılır ve kalsiyum hücre içine girer.
5.
Nörotransmiter sinaptik aralığa salınır.
6. Nörotransmiter,
ikinci hücredeki reseptörüne (sinaps sonrası zar bölgesinde bulunur) bağlanır.
7.
İkinci hücrede reseptörün bağlantılı olduğu hücresel yanıtlar oluşur.
Bütün duyularımızın, duygularımızın, zihnimizin ve
hareketlerimizin altında yatan süreçler, nöronların oluşturduğu karmaşık
ağlarda oluşan bu elektrokimyasal dinamiklere dayanmaktadır.” (Anadolu
Üniversitesi Psikolojiye giriş s. 62-64)
Sinir hücrelerimiz olan nöronlar arası bağlantılardan
(sinapslar) hareketle terörist beyin/zihin dünyasına açıklık getirilmesi
gerekir Mesela, bir hekim yahut cerrah mesleğinde çok okur, çalışır pratiğini
artırsa onun beyin nöron hücreleri arasındaki bağlantıları dediğimiz
sinapslarda artar. Savcı, hakim, mühendis, sanayici, ticaret erbabı vd. içinde
aynı durum söz konusudur. Hukuk fakültesini bitiren bir kişi mesleği ile ilgili
çalışmaları, okumaları, davaların niteliğine getirdikleri çözümleri neticesinde
nöronları arası sinapslarını çoğaltır. Aynı bu şekilde olumsuz eylem ve
alışkanlıklarda da o kişilerin o yönleri güçlenmek üzere nöron bağlantıları
(sinapsları) söz konusudur. O artık uyuşturucu kaçakçılığında sade vatandaşa
göre binlerce defa başarılıdır. Pusu kurma, adam öldürme, kundaklama onun için
çocuk oyuncağı haline gelir. Niçin? Onun sinapsları o yönde gelişmiştir,
artmıştır. Buna beyin esnekliği (brain plasticity) denmektedir. (Bunu popüler
plastik kimyasallara karıştırmamak gerekir) “Bu kavram beynin dinamik yapısını
vurgulamaktadır: Beyin dış dünyadan ona yönelen uyaranlarla an be an
değişebilmektedir. Bu değişimlerin çoğu daha sonra kullanılmak üzere kodlanarak
saklanır. “Beyin esnekliği” kavramı, beyin gelişiminin her birey için ona özgü
fiziksel ve ruhsal yaşantılardan etkileneceği kabulüne dayanmaktadır. Kaldı ki
fizik ve ruhsal olan arasındaki ayrım keyfe keder bir ayrımdır.
Esneklik tanımı, Kanadalı
psikolog Donald Hebb tarafından 1949 yılında ortaya atılmıştır. Ona göre, yeni
şeyler öğrenmek suretiyle beynimizi değiştirebilmemiz değişikliğin sinir
hücresi düzeyinde gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Beyin, sinaps düzeyinde
değiştirdiği bağlantılarla kendisini her seferinde yeniden “modelleyebilmektedir”.
Sinir hücreleri, onları ateşleyecek (nörobilimcilerin “aksiyon potansiyeli”
dedikleri) birden fazla uyaran aldığı zaman, birden fazla sinapsı paylaşmaya
başlar. Bunu insanlara benzeterek anlatırsak, yaşamı paylaşan bir grup
arkadaşın yaşantılarının ortaklaşması gibi görebiliriz. Burada bir sistem
olarak “sinir hücresi” dostluğu söz konusudur.
Fikir “Hebb esnekliği”ne
göndermede bulunurken, “Beraberce tutuşan nöronlar beraberce buluşur” sloganı
durumu yeterince ifade etmektedir (“neurons that fire together wire toget-her”
deyiminin karşılığı olarak). Paylaşılmış yaşantılarla oluşan sinir hücresi
dostluğu bazen “sinir hücreleri topluluğu” adını almaktadır. “Hebbian
esnekliği” ilginç bir kavram olmakla birlikte sinirbilimciler onun ne olduğunu,
neden olduğunu şu son birkaç yıl içinde açıklayabilmişlerdir.
Bugün bildiğimiz, LTP
(Long-Term Potentiation; uzun süreli elektriksel gerilim) düzeneği ile yeni
elektrik devrelenmesi oluştuğudur. LTP kavramına, hipokampus adı verilen beyin
bölgesinde yapılan çalışmalar sonucunda ulaşılabilmiş olup “beraberce tutuşup
buluşan sinir hücrelerinin” bunu nasıl gerçekleştirdiklerini, öğrenme ile
hücresel ve moküler düzeyde ortaya çıkan beyin değişikliklerini bu yolla
anlamaktayız. LTP, uyarılmadan sonraki sinir hücresi yanıtının çapını
belirleyen süreçtir. Yanıttaki artış (“potentiation”; elektriksel gerilim) uzun
süre devam etmektedir. Dolayısıyla ortaya çıkan uzun süreli değişimler de
öğrenmeyi doğurmaktadır.”
İnsanların farklı
çevresel yaşantıları ve eylemleri ile dış dünya rehberliğinde gelişen sinir
hücreleri ve beyin esnekliğinde sinapsların önemi anlaşılmaktadır. “Beyin
esnekliği kavramının iki temel unsuru vardır; kritik dönem ve eyleme bağlı
öğrenme. Kritik dönem fikri bazı yönleriyle bize, çevresel girdinin zamanlamasının
beyin gelişmesindeki önemini anlatmaktadır. Görme merkezinin oluşması, dil vb.
işlevler için kritik dönem vardır. Eyleme bağlı öğrenme kavramı ise, ruhsal
ve/veya biyolojik nitelikli çevresel uyaranlarla karşılaşmanın beyinde
değişikliklere yol açtığını öğretmektedir. En genel biçimde hücre sıralanması
değişmektedir. Daha ayrıntıda ise dendritlerin üzerindeki dikenlerin gelişimi,
sinaps oluşumu, kimyasal ulak yoğunluğunun değişmesi gibi sonuçlar söz
konusudur. On yaşında babasının kanserden ölümüne tanık olmuş bir çocuğun beyni
bu anıyı geri dönüşsüz biçimde kayda alacaktır. Çünkü bilinçli hiçbir çaba bu
anıyı silmeye yetmeyecektir. Daha küçük çaplı ruhsal etkiler de beyni benzer
biçimde etkilemektedir. Tenis topuna nasıl vurulacağını oynaya oynaya öğrenmiş
insanların beyninde değişim gerçekleşmiştir. Benzer biçimde yoğun biçimde müzik
dinleyen insanların, sesin özelliklerini ve örüntülerini öğrenmesiyle beyinleri
değişime uğramıştır. Şu an bu yazıyı okumakta olan insanlar okumayı sürdürüp
okuduklarını sindirdikçe (az da olsa) daha farklı bir beyne sahip olacaklardır.
Her birimiz farklı insanlarız. Çünkü farklı ruhsal ve fiziksel yaşantıların
ürünüyüz. Anlamlar önemlidir. Gördüğümüz, duyduğumuz, söylediğimiz ve
yaptığımız aracılığıyla kim ve ne olduğumuzu değiştirebiliriz. Beyinlerimizin
iyi eğitilmişliği için doğru eylemliliği seçebilmek önemlidir. Bu ilke
çocuklukta olduğu kadar erişkinlikte ve yaşlılıkta da geçerlidir.
Bütün bu ilkelerin psikiyatri
ve ruhsal hastalıklar açısından sonuçları dikkate değerdir. Örneğin beyin
esnekliği kavramı, “biyolojik” olmayan psikiyatrik tedavilerin, değişik tipteki
psikoterapilerin, depresyon ve anksiyete gibi hastalıkların belirtilerini
iyileştirmede nasıl ve neden etkili olduğunu açıklayabilmektedir. Fiziksel ve
ruhsal (beyin ve zihin) diye yapay biçimde kutuplaştırarak düşündüğümüz bu
tedaviler insanların bilişsel ve duygusal tepkilerini ve yaşamlarını yeniden
düzene sokmalarında yardımcı olmaktadır. Böylesi bir yenilenme sadece beyindeki
biyolojik süreçlerin sonucudur; bu, eyleme bağlı öğrenmenin bir şekli
olmaktadır.
Bu ilkeler aynı zamanda beynin
değişik yollarla örselenip ruh hastalıklarını üretebileceğini de
açıklamaktadır. Örneğin cenin beyninin kritik dönemde aşırı miktarlarda alkole
maruz kalmasıyla Fötal Alkol Sendromu (FAS) adı verilen sorun ortaya
çıkmaktadır. Bu sorunla doğan çocukların gelişme eksikliği doğum anında
bellidir; olağandışı bir yüz şekli, öğrenme güçlükleri ve orta şiddette
zihinsel gerilik diğer belirtiler arasındadır. Beyin görüntüleme çalışmaları
sonucunda FAS tanısı almış çocuklarda, yüksek miktarlarda maruz kalınan alkol
sonucunda sinir gelişim sürecine bağlı yapı bozuklukları geliştiği
gösterilmiştir. En ciddi anormallik ise iki beyin yarım küresindeki sinir
hücrelerinin aksonlarını uzatamaması sonucu beynin iki yarısının
bağlanamamasıdır. Bu, korpus kallosum yokluğu diye bilinen bir bozukluktur.
FAS, kritik dönemde beynin
fizik olarak zarar görmesine ciddi bir örnektir. Aynı döneni içinde daha hafif
ve genellikle ruhsal nitelikli örselenmeler de gelişebilir, örneğin erken
dönemde çok televizyon seyreden çocukta okumak, bedenini kullanmak, çevrede
yönünü bulmak gibi etken öğrenme biçimlerinin yokluğuna bağlı olarak edilgen
bir öğrenme stili gelişmektedir. Sinema ve televizyondaki şiddet görüntüleriyle
aşırı biçimde karşılaşmak çocukları acı ve ıstıraba duyarsızlaştırıp onlara
aldırmaz olmayı hatta bizzat şiddet davranışı sergilemeyi öğretmektedir. Tüm
ruhsal hastalıkların çocukluk dönemi yaşantıları sonucu olduğu şeklindeki Freud
görüşü ortadan kalkmıştır. Bununla birlikte, çoğu ruh hekimi çocukluktaki ve
erişkinlikteki yaşam olaylarının (beslenme, zehirler, kazalar, ebeveyn ilişkisi
vb.) beyin gelişimini etkilediği ve bunların insanı koruyabildiği gibi ruhsal
hastalığa yatkın hale de getirebileceği konusunda anlaşma içindedirler.”
Teröre bulaşmış kişi ister emir-komuta noktasında isterse
kırsalda veya kentlerde terörist eylemlerde bulunsunlar beyinlerindeki nöronlar
arası bağlantılar ve nöron kümeleşmeleri benzerdir. Öldürmeyi, tahrip etmeyi,
bombalamayı, kundaklamayı kendisine ve örgütüne hak olarak gören irrasyonal
düşünceye alışmış bu insanların beyin esnekliği dediğimiz dış dünyalarının
ortaklığında gelişen sinir hücreleri bağlantıları ve nöron dayanışmaları sade
vatandaşlara göre çok farklı olacaktır. İrrasyonal/ mantısız düşünce ile istek
ve hırslarının esiri olmuş terörist beyninin kısa vadeli çözümlerle olumsuz
kazanımlarla oluşmuş beyin plastisitelerinin değişeceğini ve olumlu hale
geleceğini beklemek hayalcilik demektir. Bunlar şiddete, kullanılmaya, kine
dayalı terör eğitimleri sonucu eyleme dayalı öğrenmeleri toplum için tehlike
saçmaya devam edecektir.
Uzun Süreli Hafıza
İnsanın beyninin diğer bir boyutu
olan hafıza (bellek) incelendiğinde genel olarak onun kısa süreli ve uzun süreli
hafızaları olduğu görülür.
Kısa süreli bellek
biyofizik uzun süreli bellek İse biyokimyasal bir süreçtir. Bir bilginin uzun
süreli belleğe girmesi protein sentezi ile gerçekleşir. Otuz saniye
geçtikten sonra hatırlanan her bilgi veya olay uzun süreli bellekten çağrılır.
Uzun süreli bellek, kısa süreli bellekten kendisine bilgiyi birkaç dakikadan
başlayan ve günlere, haftalara, yıllara, hatta
bir ömür boyuna uzanan sürelerde saklayabilir. Yapılan araştırmalar, dakika
ve saat gibi kısa süreli zaman süreleri içinde yapılmıştır, fakat ayları ve
hatta yılları kapsayan birkaç psikolojik araştırına da vardır. Kısa süreli
bellekte ve uzun süreli bellekte
kodlama, depolama ve ara bul geriye getir süreçleri vardır.[4]
Demekki kısa süreli hafızamıza
attıklarımız fiziksel bir birikme ile oluşur ve unutulması çok kolaydır. Fakat
çok tekrarla bir husus uzun süreli hafızaya nakledilir. Uzun süreli hafızada
devreye biyokimyasal yollar devreye girer yani bilgi hücre içinde protein
olarak depolanır. Unutulması da kolay olmaz.
Kısa ve uzun süreli hafıza ile ilgili kanıtlardan biri,
klinik gözlemlerden gelen beyin ameliyatlarını ilgilendirir. Epileptik (sara)
nöbetleri sık ve kuvvetli tekrar eden bazı hastaların temporal loplardaki
hipokampusları beyin ameliyatıyla çıkartılır. Hasta ameliyattan sonra eski
bildiklerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmez, fakat yeni bilgileri öğrenemez,
örneğin, ameliyat geçiren biri, eski evinin adresini ve eve nasıl gidileceğini
gayet iyi hatırlayabildiği halde, ameliyattan sonra taşındığı ve bir senedir
oturduğu yeni evinin adresini ve yolunu hâlâ bilemez. Besbelli ki hipokampus
kısa süreli bellekle ilgili bir beyin belgesidir ve bu bölgenin çıkartılması
kısa süreli bellek işlevlerini ortadan kaldırmaktadır.[5]
Teröristlere uygulanan örgüt faaliyetlerinde,
bölücü terörde ve diğer IŞİD gibi acımasız ölüm makinesi terör örgütlerinde
elemanlara uygulanan beyin yıkama metodu ile sürekli olarak uzun süreli
hafızaya şiddet, yok etme, düşmanlık düşünceleri ekilir. Onların beyinden
sökülüp atılması ise çok zorlaşır. Bu durum; öldürme için sürekli emir
verenlerde veya ölüm makinelerinde beyne yıkıcı, tahrip edici eylem programları
ve fikirler birer protein olarak kaydedilir, silinmeleri imkansızlaşır.
Türkiye’de çözüm(çözülme) süreci ile terör örgütü meşrulaşma sürecine girmiş (son
zamanlarda yapılan eylemler de derin PKK diye sanal bir suçlunun sırtına
bindirilmiştir), vatandaş doğru/eğri,
hayr/şer, günah/sevap, kötülük/iyilik gibi değerler sisteminde tereddüde
düşürülmüştür. Bu süreç böyle devam ettiği müddetçe, bölücü terör örgütü beyni
yıkanmış eleman sayısını artıracaktır ve artmaktadır. Bunlar şehirlerde toplu
eylemlere başladıklarında ise korunmasız Türk Halkı imha edilme ve katliamlarla
karşı karşıya kalacaktır.
Extrapramidal Sistem
Beyin korteksin’de motor alanlar bulunur. Bu alanlar
sayesinde istemli hareketlerimizi yapabiliriz. Primer, sekonder,
suplementermotor ve premotor alanlar bulunur. Bunların koordinasyonu ile
impulslar çevreye iletilir. “Efferent
(inen) çevreye giden yolların genel seyri: İskelet kaslarını hareket ettiren ve
bu hareketleri koordineli bir şekilde kontrol ve idare eden impulslar cortex
cerebri, nuc. ruber, lamina tecti (colliculus superior), nuc. olivaris
inferior, nuc. vestibularis lateralis ve formatio reticularis'den kaynaklanır.
Bunlardan beyin korteksinden çıkanlara piramidal yollar, diğerlerine ise
ekstrapiramidal yollar denilir. Buralardan çıkan impulslar bir veya birkaç
nöron aracılığı ile alt motor nörona ulaşır. Cortex cerebri'den çıkan impulslar
genellikle 3 veya 2 nöronla iskelet kaslarına ulaşır. 1. nöron'un (üst motor
nöron) hücre gövdesi, beyin korteksinde bulunur ve aksonu medulla spinalis'e
kadar uzanarak bir ara nöronla sinaps yapar. Bu ara nöron da ön boynuzdaki 2. nöronla (alt motor nöron) sinaps yapar. Bazen 1. nöron, ara nöron
kullanmaksı-zın doğrudan alt motor nöronla sinaps yapar. Ekstrapiramidal
sistem, nuclei basales ve cerebellum'u içeren feed back mekanizmasının komplike
bir sistemidir.” (Karıncıs.328)
Ekstrapiramidal Motor
Sistem:
Çok ender olarak bir çocuk mezensefalon üstündeki beyin
segmentlerinden yoksun doğabilir. Böyle bir çocuğun aylarca yaşatılması
başarılmış ve hareketleri incelenmiştir. Bu çocuk beslenmeyle ilgili bütün
hareketleri yapabiliyordu. Örneğin, meme emebiliyor, beğenmediği yiyeceği
ağzından atabiliyor ve elini ağzına götürüp parmağını emebiliyordu. Dahası
ağlayıp tepinebiliyordu. Nesneleri gözüyle ve baş hareketleri ile
izleyebiliyordu. Ayrıca bacaklarının üst-ön bölümüne baskı yapıldığı durumda
oturur pozisyona geçiyordu.
Bunun gibi günlük yaşamımızda bilincimizi zorlamadan yapılan
bir takım kalıp hareketler vardır. Bisiklete binmek, otomobil kullanmak,
daktilo ile yazı yazmak, yüzmek vb. Bütün bunlar önce dikkat edilerek
öğrenilmiş, sonradan ise hemen hemen otomatik yapılan hareketlerdir. Korteks
ancak gerekli olduğu zaman bu hareketleri kontrol edip, yönlerini
değiştirebilir. Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi in-san'ın yaptığı bir çok
motor faaliyetler bilinç altı düzeylerde de düzenlenebilmektedir. Ancak bu
fonksiyonu düzenleyen merkezlerden pek azının görevleri anlaşılabilmiştir.[6] (Dere, 278)
“Ekstrapiramidal
motor sistem terimi, motor kontrole katkıda bulunan ve direkt olarak
kortikospinal-piramidal yolun bir elemanı olmayan, beyin ve beyin sapının bütün
bölümlerini belirtmek için klinikte yaygın olarak kullanılan bir terimdir. Bu
sistem bazal gangliyonlar, beyin sapının retiküler formasyonu, vestibüler
nükleuslar ve sıklıkla nükleus ruberden geçen yolları içerir. Bu gruba dahil
edilmiş tüm motor kontrol alanlarının farklılıkları göz önünde tutulursa, bir
bütün olarak ekstrapiramidal sistemin spesifik nörofizyolojik fonksiyonlarından
söz etmek güçtür.” (guyton) Bu sebeple, “ekstrapiramidal” terimi
zamanla başka bir kavramla ifade edilebilir. Fakat nasıl ifade edilirse edilsin
bu sistem merkezi sinir sistemimizde önemli fonksiyonlar yapmaktadır.
Ekstapiramidal
sitemi basitçe örnek üzerinden giderek anlatırsak; yeni ehliyet alma kursuna
yazılan biri, başlangıçta vites değiştir, debriyaja, frene bas, direksiyonu
sağa sola çevir diye düşünerek yavaş yavaş araba kullanır. Bunu piramidal
sistemle istemli olarak yapar. Fakat bu motor işlemleri otomatik beceri ile
hızlı çoğu kez adeta refleksleşmiş bir şekilde yapacağında devreye
ekstrapiramidal sistem girer. Yahut belirli bir süre sonra arabayı kullanırken
vites, debriyaj, fren, gaz pedalı adeta otomatik olarak alışkanlığımız
olmuştur. Kontağı çevirir çevirmez, rahatlıkla arabamızı kullanırız.
Şimdi bunu teröre ve teröriste
uygularsak, yıllarca kırsalda silah talimi yapmış, onlarca Mehmetçiği şehit
etmiş, çocuk kaçırmış, yol kesmiş, mezra ve köy basmış teröristin beyninde bu
ve benzeri eylemleri yaparken bilgiler extrapramidal sistemine aktarılmıştır.
Çok rahatlıkla şehirlerde, kasabalarda,
köylerde otomatik olarak katliam yapabilecek özellik kazanmışlardır.
Kısaca zihin dünyasının temelini
oluşturan beyin yapısından verdiğimiz davranışı şekillendiren örnekler yanında
“ayna nöron sistemi”, “hipotalamus”, “limbik sistem”, “korteksteki asosiasyon
(ilişkilendirme) alanları” vd. ile davranış kontrolü bir bütündür.
Epigenetik
Her insan doğuştan tertemiz doğar,
fakat terbiye ve içinde yaşadığı çevre şartları onu şekillendirir. Dolayısıyla DNA'nın
yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik genlerimizin çalışmaları
değişebilmektedir. Günümüzde davranış genetiği genetiğin çok önemli bir
dalıdır. Genotip ile çevre, insan davranışlarını birlikte belirler. Dolayısıyla
insanın yaşadığı çevre davranışların gelişmesine veya gerilemesine neden olur.
İnsan olumlu davranışlarının geliştirmek için adeta ödevini çalışan öğrenci
gibi çalışmak gayret etmek zorundadır. ( genetik.s677)
“2000'li yıllara kadar bilim insanları
arasındaki bir diğer genel kanı ise şöyleydi: "Hangi genlerin hangi
dokularda, ne zaman ve ne kadar çalışacağı hayatın başlangıcında belirlenir ve
yaşam boyu bu programa uyulur. DNA'nın yapısında meydana gelen değişiklikler
yani mutasyonlar, kanseri de kapsayan çok sayıda hastalığa neden olur."
Bugün, bu kabul her ne kadar kısmen doğruluğunu koruyor ise de, son 6-7yılda
elde edilen bulgular sayesinde artık her şeyin DNA'da bitmediğini biliyoruz.
Bir diğer deyişle kalıtımın, DNA'nın üstünde bir diğer boyutu daha var. Bu yeni
kavrama “genler üstü genetik” anlamına gelen “epigenetik” adı verildi.
Epigenetik, DNA'nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik
olmaksızın DNA'da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen
değişikliklerdir.
Örneğin "Kök Hücreler" embriyonun gelişimi
süresince başlangıçtaki tek bir hücre çoğalıp başkalaşarak vücudumuzu oluşturan
200'ün üzerinde farklı hücre tipine dönüşmektedir. Her hücrenin çekirdeğinde
aynı DNA var olduğuna göre, değişik hücre tiplerine bu özelliklerini
kazandıran, onlarda çalışan genlerin farklı farklı oluşudur. Bir beyin
hücresini bir karaciğer hücresinden ayıran, sahip olduğumuz yaklaşık 25-30 bin
genden hangilerinin beyin hücresinde, hangilerinin karaciğer hücresinde
çalıştığıdır. Hücre tiplerine özel olmak üzere "susturulmuş" ve
"çalışan" genler bulunmaktadır. Çalışan ve susturulmuş genlerin
farklı kombinasyonları, vücudumuzu oluşturan hücre tiplerini ortaya
çıkarmaktadır.
Bunu bir senfoni orkestrasının
konserine benzetmemiz mümkün. Seslendirilen eserin notası bütün müzisyenlerin
önünde olmasına rağmen her müzisyen eserin sadece belli bölümlerinde çalar ve
diğer kısımlarında sessiz kalır. Sonuçta, örneğin Beethoven'in bestelediği Türk
Marşı (Marcia Alla Turca) gibi kulağa son derece hoş gelen bir müzik ortaya çıkar.
Orkestranın müzisyenlerinden her birini birer gen olarak düşünürsek, genlerin
bazı dokularda suskun kalmaları ve bazı dokularda sıraları geldiğinde
çalışmaları, sonuçta farklı hücre tiplerini ve o hücre tipine özel işlevleri
ortaya çıkarır. Hangi genlerin çalışıp hangilerinin suskun kalacağı, hücre ve
doku tipine bağlı olmanın yanı sıra organizmanın yaşamının hangi evresinde
olduğuna da bağlıdır. Embriyonun gelişimi sırasında başın vücudun bir ucunda,
ayakların diğer ucunda, gövdenin de baş ile bacaklar arasında olmasını sağlayan
genler çalışırken, yaşamın ilk yıllarında çalışmayan çok sayıda gen sonraki
dönemlerde, örneğin ergenlik çağına ulaşıldığında çalışmaya başlar. Bu genlerin
etkinlikleri sonucunda vücudumuzda belli değişimler ortaya çıkar; üreme ile
ilgili faaliyetlerin başlaması ve çocuk sahibi olunabilmesi gibi. Genlerin ne
zaman, nerede ve ne kadar çalışacağını belirleyen bu mekanizmaya, bir diğer
deyişle DNA'nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın
DNA da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen
değişikliklere “genler üstü genetik”
anlamına gelen “epigenetik” adını veriyoruz.
Epigenetik kontrolü sağlayan bir diğer mekanizma da,
DNA'nın hücrenin çekirdeğinde çok sıkı bir şekilde paketlenmiş olmasıdır. Her
bir hücredeki DNA'yı açıp ip gibi uzatırsak, uzunluğu yaklaşık iki metreyi
bulur. DNA önce “histon” adını verdiğimiz proteinlerin etrafına sarılır. Daha
sonra bu protein-DNA kompleksleri yan yana gelerek dönen merdiveni andıran bir
yapıyı, bu yapı da tekrar kendi etrafında burgulu bir şekilde sarılarak
kromozomları oluşturur. Böylece iki metre uzunluğunda ve gözle görülemeyecek
kadar ince bir ip gibi olan DNA, olağanüstü bir şekilde, “kromatin” adı verilen
bu yapı sayesinde hücrenin mikroskobik çekirdeğine sığar. Genlerin çalışması
için “transkripsiyon faktörleri” adını verdiğimiz proteinlerin genlerin kontrol
bölgelerine bağlanması gerekir. Bunun gerçekleşebilmesi için, çalışacak
genlerin bağlı olduğu kromatin yapı açılarak bu faktörlerin kontrol bölgelerine
ulaşmasını sağlar. Çalışmaması gereken genler kromatin yapıya gömüldükleri için
transkripsiyon faktörleri onlara ulaşamaz. Faktörler ulaşamayınca da gen
çalışmaz.
Duke Üniversitesi profesörlerinden Randy Jurtle ve
laboratuvarında doktora sonrası eğitimi gören Dana Dolinoy, deneylerden birinde
genetik olarak birbirinin tamamen aynı olan ikiz farelerin, zaman içinde hem
dış görünüş hem de hastalıklara yakalanma bakımından birbirlerinden son derece
farklılaştığını gözlemledi. Farelerden birinin rengi sarıya dönüşmüştü, diğeri
ise normal renk olan siyahla karışık kahverengiydi. Sarı fare, ikiz kardeşinden
çok daha fazla kilo aldı ve vücudunda önemli miktarda yağ birikti. Kanser ve
şeker hastalığına yakalanma riski de kahverengi ikiz kardeşinden daha fazlaydı.
Kahverengi fare normal ağırlıkta ve son derece sağlıklıydı. Oysa bu ikiz
kardeşlerin DNA'ları birbirinin tıpatıp aynıydı. Bu nedenle kıl renklerinin de
tamamen aynı olması beklenirdi. Yoğun çalışmalar sonucu, bu değişikliklerin
nedeni belli oldu. Kıl renklerindeki farklılık, kıl renginden sorumlu genin
çalışması ile ilgiliydi. Sarı farede kıllara renk veren “agoti” adındaki gen
çalışmakta iken, kahverengi olan ikiz kardeşinde aynı gen susmuş durumdaydı.
Genlerin farklı çalışmasına ait
bilim dünyasında binlerce araştırmalar yapıldıktan sonra varılan kanaat şu
olmuştu: DNA’nın yapısında değişiklik olmadan çevre şartları genlerin
çalışmasında önemli etkiler oluşturmaktadır. Bunlara epigenetik değişiklikler
denir. Yani, kalıtımın genler üstü boyutu.
İnsanlar ikiz bile olsalar
epigenetikleri ile beslenmesi dahil, alışkanlıkları, duygu dünyaları, olaylara
ve hayata negatif veya pozitif bakışları sonucu kişilerin karakteri de
şekillenecektir. Bu olumlu yönde de olabilir olumsuz yönde de olabilir.
Tertemiz doğmakta hiçbir farkları olmayan insanların zamanla genlerin çalışması
farklı olmaktadır. Yani her birimizin genlerinde iyi veya kötüye yahut çok
değişik niteliklere ait çok yönlü bilgiler bulunur. Bunların hangisinin
uyandırılacağı çevremizin etkileri ile ortaya çıkar. “Kısaca genetik damga
kişinin hayatı boyunca zihin dünyasının/beyninin karşılaştığı yaşantılardan
etkilenmekte ve değişebilmektedir.” Toplumlarda tecrübeye dayalı olarak kadim
devirlerden beri iyilik, güzel ahlâk, çalışkanlık, yardımlaşma, yapıcı tavır
gibi olumlu özellikler özendirilir. Aksi takdirde yıkıcılığın bir örneği olan
terörizm ve terörist önü alınamayacak şımarıklıklarla toplumların geleceğini
tehdit eder. Türkiye’de de dış destekli terörizm; teröristlerde her geçen gün
olumsuz epigenetik değişikliklerin gittikçe artmasına neden olmuştur. Barışın
tesisi için toplumlarda mutlaka suçunda iyiliğinde karşılığı vardır. Yaptığı
suçun karşılık görmesi teröristin doğruyu anlamasına vesile olabilir teröre
meyilli olabilecek kişiler içinde caydırıcı olur. Uyuşturucu trafiğini elinde
tutan, emperyalist devletlerin ve istihbarat teşkilatlarının güdümünde hareket
eden kanlı teröristler ile yapılan görüşmelerle onlar topluma kazandırılamaz.
Tam tersine teröre hiç bulaşmamış masum insanları da o toplumsal hastalığın
içine çeker. Köylerde veya kentlerde yaşayan yöre insanımızın temsilcileri asla
bu örgüt olamaz. Onlara da yapılacak en büyük haksızlık bu “çözüm süreci” ismi
verilen “çözülme, ötekileşme, ötekileştirme ve ayrışma süreci” olacaktır.
Sonuç
İnsanlık var olduğundan beri tıpta
hastalıkların başıboş bırakıldığı görülmez. Mutlaka infeksiyon hastalığından,
kansere, cerrahi rahatsızlıklara kadar hepsine mutlaka gereken tedavi
uygulanır. Kanserli doku çıkarılır. Cerrahi olarak ne gerekiyorsa o yapılır.
Hastalık yapıcı mikro organizmalarla mücadele edilir. Mikroorganizmaya buyur
gel kolera, tifo, veba oluştur denilmez. Kalp krizi geçiren veya beyninde damar
tıkanıklığı oluşmuş bir insanı kendi halinde bırakamayız. Böyle bir şeye de
hekimlerin hakkı yoktur. Savcılar yahut hakimler suçlular için ne gerekiyorsa
kanunlar çerçevesinde hukukî mekanizmaları çalıştırırlar. Meclislerde kanunlar,
hukuk, ahlâk, mantık, gerçeklik gibi evrensel değerlere uygun olarak
hazırlanır. Dış ve iç güvenlik birimleri elinde her türlü konvansiyonel silahı
ile ölüm kusan düşman birliklerine veya terör örgütüne “barış” adına “çözüm”
adına buyurunuz istediğiniz gibi istediğinizi yapın demez. Sırtında roket atarı
ile terörist dolaştırılmaz, imha edilir.
Devleti yöneten kurum ve kuruluşları
(Cumhurbaşkanlığı Makamı, Başbakanlık makamı, Bakanlar kurulu, Siyasi Parti
Milletvekilleri, Bağımsız Milletvekilleri, Anayasa mahkemesi, Danıştay,
Yargıtay, HSYK, YÖK, Üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, Millî İstihbarat
Teşkilatı, Meslek Odaları, Sivil Toplum Kuruluşları vd.)Türk Milletinin
hayatının her yönüyle ilgilenmek zorunda olan sağlıklı toplumu hazırlayan
sağlık kuruluşlarına benzetebiliriz. Devleti yöneten irade de bu
söylediklerimizi dikkate almalıdır. Aksi halde dış destekli olduğu aşikâr,
uyuşturucu pazarından beslenen, beslenmeye de devam edecek, kana doymayan
bölücü terör örgütü ile “Türk Milleti çözüm sürecine değil ölüm sürecine”
gider. Yakın zamanda azmış ve artmış şımarık PKK (ister derin, ister kandil,
ister terörist başı öcalan PKK’sı densin) eylemlerini görüp bunun ciddi
sinyallerini almayan devletin tüm kurumları gelecekte göz göre göre Türk
Milletini felaketler girdabına sürüklüyor demektir. Nöro-bilimlerle ilgilenen
bir anatomist olarak bunu söylemek, örneklendirerek, sadeleştirerek Türk
toplumuna anlatmak bilim ahlâkımın gereği ve insanlık vazifemdir.
dr. hilmi özden
ESOGÜ
Anatomi abd.
Eskişehir
22. Eylül. 2014
Kaynaklar:
Nancy C.
Andreasen, Cesur Yeni Beyin, (Çeviren: Yıldırım B. Doğan), Okuyan Us, 2003,
İstanbul.
Mehmet Sağlam,
Beynin Kimliği ve Becerileri, Denge yayınları, İstanbul, 1997.
Bahri Karaçay,
Yaşamın Sırrı DNA, TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2012.
Doğan Cüceloğlu,
İnsan ve Davranışı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1993.
Guyton and Hall,
Textbook of Medical Physiology (Tıbbi Fizyoloji), Onuncu Edisyon, (Çeviri
Editörü: Hayrunnisa Çavuşoğlu), Nobel Yayınevi, 2001.
Kaplan Arıncı.,
Alaittin Elhan, Anatomi, 2. cilt, Güneş Kitapevi, Ankara, 1997.
Fahri Dere,
Nöroanatomi ve Fonksiyonel Nöroloji, Adana, 1996.
William S. klug.,
Michael R. Cummings, Genetik kavramlar, (çeviri editörü: Cihan Öner), Palme
Yayıncılık, Ankara, 2003.
Zeynep
Cemalcılar (editör), Psikolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2686,
Eskişehir, 2012.
[1] ESOGÜ, Tıp Fakültesi, Anatomi abd. öğretim üyesi.
[2] Stephen M. Stahl, Stahl’ın Temel Psikofarmakolojisi, ( Çeviren:
Emel Ulupınar, Çeviri Editörü: Tayfun Uzbay), İstanbul Tıp Kitapları, Üçüncü
Baskı, İstanbul, 2012, s. 22.
[3] Stephen M. Stahl, a. g. e., s. 38-41.
[4] Doğan Cüceloğlu, a. g. e., s. 179.
[5] Doğan Cüceloğlu, a. g. e., s. 194.
[6] Fahri Dere, Nöroanatomi ve Fonksiyonel Nöroloji, Adana, 1996, s.
278.
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.