Yavuz Sultan Selim 22 Ocak 1517’de Ridâniye’de
Memlûk Türk Devleti’nin ordusunu yendi ve 4
Şubat’ta Kahire’ye girdi. Böylece
Kutsal Emanetlerle birlikte Halifelik de Osmanlılara geçti. Bu arada bazı kaynaklarda bin, bazı kaynaklarda 2 bin
Eş’arî âliminin (Ezherli) de İstanbul’a
getirilmesiyle önce Türklerin İslam
algısı ve sonra yazgısı
değişecektir.
Türkiye’nin önemli beyinlerinden Alev Alatlı’nın Schrödinger’in
Kedisi (Kâbus) kitabında “Tek bir mıh yitirdikti, naldan
olduk; tek bir nal yitirdikti, attan olduk; tek bir at yitirdikti,
atlıdan olduk; tek bir atlı yitirdikti, zaferden olduk; tek bir zafer
yitirdikti ülkeden olduk” ve “Aklı yitirdik, ahlâktan olduk; ahlâkı
yitirdik, adaletten olduk; adaleti yitirdik âdaptan olduk; yitirdikçe nizam-ı
âlemden olduk” tekerlemesindeki gibi bir mıh bize dünya düzenini
belirleme hakkını da kaybettirdi.
O mıh akıldı. “Ve O, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!” (Yunus 100).
Coğrafyamızın çeperlerinde rezillik dizboyu.. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’nın
ortasında, Ortaasya’nın güneyinde Müslümanlar gâvurlarla kıyaslanmayacak
derecede ‘akıl–ahlâk–adalet–âdap’tan
kopmuş durumda. Belki bir 10-15 yıl da böyle gidecek gibi..
Peygamberimiz bir hadisinde “Allah'ın
yarattığı ilk şey akıldır” der. Mezhep
İmamımız ise “Allah, insanlığa hiç
resul/elçi göndermemiş bile olsaydı, insandan yine akıl yoluyla Allah’tan yana
bilgi sahibi olması beklenecekti” demede. Dolayısıyla Müslümanlar olarak tüm çektiklerimiz aslında akılsızlıklarımızın
bir cezası..
16.yy’a kadarki İslam
algımızdaki temel etken olan Yesevî
Tasavvufu yedi esasla bizi sarıp sarmalamıştı: Allaha iman, bilime ilgi, kadına saygı, riyasız ibadet, emeğe değer,
yaratılmışa sevgi ve kendini bilme. Yine
Pîr-i Türkistan’a göre “Düşünmek ve çalışmak ibadettir.”
Ne
yazık ki bunların çoğunu tek tek mıhlar halinde yitirdik ve yitirdiğimizi bile farketmedik. Taklidî iman diyerek maça devam ettik, itikattaki Mezhep İmamımızın
“İman, kalp ile tasdikten ibaret
sayılmıştır” demesinden habersiz taklitçilik
ve şekilcilikle zamanı tükettik. Zamanla da zaman bizi tüketti.
Dini,
mezhebi, milliyeti, yöresi ne olursa olsun akıl
diyenler kazandılar; şekil ve nakil diyenler kaybettiler. Yine de Kuran’ın kılavuzluğunda ve vahyin aydınlığında ciddi bir
hareketlenme başlamış durumda. Hem de bu topraklarda.. Diyebilirim ki Dünyaya
tersine 1-2 çağ atlatıp o kokuşmuş Ortaçağ Kültürünü yeniden
hâkim kılmaya çalışan Küresel
Efendiler’in çarkıfeleğini bozacak tek yapı da onlar olacak.
Emevîlerden kalma “Ehl-i
sünnet ve’l cemaat”ten önce Asr-ı
Saadet’ten miras “Ehl-i Kur’an ve’l
ukul (veya rey)” diyenler
kazanacak ve yeryüzünün prangalarını Ön
Asya’dan başlayarak kıra kıra kula
kulluğa son verecek, insan ruhunu özgürleştirecekler. 2000’li yıllarda
yaşadığımız olumsuzluklar bu manâda
bize çok öğretici oldu.
Yitirdikçe
bulduklarımızın en önemlisi, neyi ve nerede kaybettiğimizi
öğrenmemizdi. Yitik, kaybedildiği yerde aranır; Anadolu’dayız ve arayıştayız.
Ki bulanlar hep arayanlardır.
“İnne şerre’d-devâbbe indallâhi’s-summu’l-bükmûllezîne
lâ ye’kılûn / Muhakkak yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü,
akıllarını işletmeyen sağır dilsizlerdir.” (Enfâl 22)
NOT: Şubat 2017’de yazılan bu yazının başlığına + 4 yıl ilâve edebilirsiniz.
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.