Oğuz Çetinoğlu: Üç ayları idrak
etmekteyiz. Hicrî takvime göre Recep, Şaban ve özellikle Ramazan,
Müslümanların, diğer aylara göre daha fazla ibadete yöneldikleri zaman
dilimidir. Genel bir yorum yapar mısınız?
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan: Hiç şüphesiz biz Müslümanların kulluk
yoğun zamanlarımızın başında, üç aylar ve onların içinde de özellikle Ramazan-ı
şerif gelir. Bu müstesnâ kulluk mevsimini, mümkün olduğunca değerlendirebilmek
için, din görevlileri dilleri döndüğünce onun özellik ve güzelliklerini çeşitli
vesile ve vasıtalarla anlatmaya gayret ederler. Her Müslüman da bu günlerde
biraz daha farklı, biraz daha zengin bir insanî ve İslâmî hayat yaşama
gayretine soyunur. Bu gayretler toplumda yaygın bir harekete, berekete ve genel
bir güzelleşmeye vesile olur. Topluca ve toplumca daha büyük oranda yaşanmaya
çalışılan İslâm, günlük hayatımıza âdeta bir bahar havası gibi gözle görülür
olumluluklar ve güzellikler kazandırır.
Ramazan ayının gündelik
hayatımıza getirdiği bu görünür ve hissedilir güzellikler, hiç şüphesiz mânevi
hayatımızdaki güzelleşmenin yansımalarıdır. Bu sebeple her sene üç ayları ve
özellikle Ramazan-ı şerîfi, kulluk
dünyamızın rahmet mevsimi olarak karşılar, algılar ve yaşarız.
Yine hemen herkes bu görünür
güzelliği ve mânevi derinliği bir şekilde dile getirebilir. Ama galiba
yapılacak en isabetli iş, bu fevkalâde fırsatlar mevsimini bu ümmetin
efendisinden sevgili Peygamberimizden dinlemektir.
Çetinoğlu: Recep ayının önemi
nereden kaynaklanıyor?
Çakan: Enes b. Malik radıyallahu anh'ın haber verdiğine göre
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Recep ayına girdiği zaman şöyle duâ
edermiş:
‘Allah'ım, Recep ve
Şa'ban'ı bize mübarek (ve bereketli) kıl ve bizi (sağlıkla) Ramazana ulaştır!’ ‘Kulluk yoğun bir mevsim’ demek olan üç aylara
girdiğimiz günlerde, bütün Müslümanları yeni bir Ramazan'a kavuşma heyecanı ve
ümidi sarmaya başlar. Hemen belirtmek ve müjdelemek gerektir
ki, böylesi bir heyecan, ümit, hazırlık ve özlem, hadisimizde görüldüğü gibi,
İslâmî bir terbiye sonucudur. Bu sebeple de tebrik ve takdire değer.
Çetinoğlu: Üç ayların,
Müslümanları Ramazan’a hazırlama özelliği olmalı…
Çakan: Bize göre dünya ve âhiretin saadet anahtarı imandır.
Fert ve toplum hayatımıza onu daha büyük ölçüde etkili kılacak uygun zamanlara
kavuşma isteği, aslında daha diri bir dinî yaşayışı arzulamaktır. İyiliklerin
güzelliklerin peşinde olmaktır. Müslüman’a da bu yakışmaktadır. Zira ‘Müslümanların
en hayırlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.’
Hadisimizin Müsned'de
yer alan rivâyeti ‘Allah'ım, bize Receb ve Şa'ban'ı mübarek kıl ve bize
Ramazanı da mübarek kıl.’ Anlamındadır.
Ahmed el-Bennâ es-Sââtî'nin dediği gibi burada Ramazan'ın, Receb ve Şa'ban'a
atfedilmeksizin müstakilen duâya konu edilmesi, onun üstün faziletine işarettir.
Böylesi bir aya duyulan özlem,
iyiliklerin, güzelliklerin tekrarını istemek, kötülüklerden ve zararlılardan
tekrar tekrar uzak kalmayı dilemek demektir. Başka bir deyişle ömrü amel-i
salih üzere Müslüman’ca geçirme, hayatı iyiliklerle bezeme
arzusudur.
Böyle bir arzu ve özlemin,
özellikle Recep ayına girildiğinde yapılması, Recep ve Şâban'ın asıl
değerlerinin, kulu Ramazan'a hazırlaması olduğunu, yani onların bereketinin
ancak Ramazanla tamamlanacağını göstermektedir. Bu iki ayın asıl değeri,
Ramazana olan yakınlıklarıdır. O halde Ramazanın feyz ve bereketinden tam
anlamıyla istifade edebilmek için üç ayların girişiyle birlikte yeni, daha
şuurlu ve ihlaslı bir kulluğu yaşamaya gayret etmek, bunu başarmaya çalışmak gerekmektedir.
Çetinoğlu: Üç aylarda Müslümanların
sorumlulukları da artıyor mu?
Çakan: Daha diri bir dinî hayata sahip olabilmek
için, dînî bilgiler ve pratiklerle, yani sağlam bilgi ve ihlaslı amellerle
güçlenmiş olmak temel şarttır. Bir anlamda yıllık bakım, ya da tahsil
ve tatbikat zamanı olan üç ayları ve özellikle Ramazanı gereği
gibi değerlendirmek ve o havayı bütün bir yıla taşımak ve taşırmak, hiç
şüphesiz daha diri olduğu kadar daha tatlı bir dinî hayatı yaşamak olacaktır.
Yaşlandıkça, ömrün sonlarına doğru daha fazla tevbe, zikir, tesbih, ibâdet,
hayr ve hasenât yapılması tavsiyeleri de aslında giderek gücünü arttıran bir
dînî diriliğin gereğini vurgulamaktır.
Hadisimizi gerek
duâ olarak okumakta gerekse onun zihinlerimize ve hayatımıza
kazandırmak istediği dinî diriliği elde etmeye çalışmakta büyük bir hayr
vardır. Özlemlerimiz ve duâlarımız keşke hep böylesi mevsimler ve Ramazan gibi
günler için olsa...
Çetinoğlu: Hocam; ‘Kulluk’
kelimesine sık sık vurgu yapıyorsunuz. Bu kavramdan ve özünden söz eder
misiniz?
Çakan: Enes radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine
göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: ‘Duâ kulluğun özüdür.’ Bizi sadece kendisine kulluk yapmamız için yaratmış olan Yüce
Allah, bu temel görevin bilgi ve uygulama şekillerini de peygamberleri
aracılığı ile insanoğluna öğretmiştir. Bu sebeple peygamberler, iyi birer kul
olmakta örnek ve önderlerimizdir.
Örnek kul son resûl Hz.
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz, inanç ve amel olarak, neyin nasıl kabul ve icra edileceğini
hem bizzat yaşayarak hem de sözlü açıklamalarıyla göstermiş ve tanıtmıştır.
Çetinoğlu: Duâ hakkında bilgi
lütfeder misiniz, Hocam?
Çakan: Duâ=ibâdettir. Hadisimizde
duâ ve niyâzın kulluğun özü olduğuna dikkat çekilmiştir. Sevgili
Peygamberimiz, Nu'man b. Beşir radıyallahu
anh'ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
‘Duâ ibâdetin tâ kendisidir. İsterseniz "Rabbiniz, "bana duâ ediniz, size cevap vereyim"
buyurdu. Bana ibâdet (duâ) etmekte büyüklük taslayan kimseler aşağılanmış
olarak cehenneme gireceklerdir.’
âyetini okuyunuz.’
Görüldüğü gibi âyet-i kerîmede
geçen ‘ibâdet"
kelimesi ‘duâ’ yerinde
kullanılmıştır. İbâdet emredilmiş olan şeydir. Bu âyette ‘ud'ûnî = bana duâ ediniz!’ diye emredilmiş
olduğuna göre duâ, tam bir
ibâdettir. Peygamber Efendimiz burada bu âyeti delil getirmek
suretiyle konuyla ilgili tüm tereddüt ve şüpheleri ortadan kaldırmıştır.
Çetinoğlu: Duânın geri planında
neler var?
Çakan:
Duâ, kulun aczini, güçsüzlüğünü, çâresizliğini idrak ve itiraf etmesi demektir.
Bu itiraf sözlü olabileceği gibi fiili de olabilir. Zaten ibâdet de tam bir
tüzellül ve acz ile Allah Teâlâ'ya boyun eğmek, fiilen kendi güçsüzlüğünü ve
Allah'ın eşsiz kudretini kabullenmektir. Böyle olunca da her türlü kulluğun
özü, esası, ruhu ve lübbü, duâ olmaktadır.
Hadisimizde duâ mutlak olarak
yani hiç bir kayda tâbî tutulmadan, hiç bir kelime ile vasıflandırılmadan ‘kulluğun özü’ olarak
tanımlanmıştır. Bu, her türlü duânın aynı mâhiyette olduğunu gösterir. Namaz duâsı,
hâcet duâsı ve yağmur duâsı gibi belli nitelendirmeler neticeye asla tesir
etmez. Hepsi de ‘ibâdetin özü’
olmak bakımından aynıdır.
Bu hadisten ‘hac arefedir
(yani haccın asıl rüknü Arefe günü Arafatta vakfe yapmaktır)’ hadisinde olduğu
gibi, ‘kulluğun asıl ve en büyük kısmı duâdır’ anlamı da çıkarılabilir. Ya da
kabul edilsin-edilmesin duâ ibâdettir. Çünkü kul, duâ etmekle aczini ve
Allah'ın, her ihtiyacını karşılamaya kâdir olduğunu itiraf etmiş olmaktadır.
Bu sebeple duâ, asla ibâdetten başka bir mânaya çekilemez. Kulluk, duâ'da
ifâdesini bulur.
Doğrudan ‘ibâdet’ olarak emredilenlerin
yanında, ibâdet niyetiyle yapılmaları halinde, mübah olan hemen her iş ve
davranışın âdet olmaktan çıkıp bir nevi ibâdet hükmünü alacağı bilinmektedir.
Çetinoğlu: O halde duânın
dinimizde çok önemli bir yeri var…
Çakan: Dinî konularda yeterince bilgi ve bilinç sahibi olmayan bazı
kişilerin, şu veya bu vesileyle gündeme gelen duâ etme isteği ve düşüncelerini
küçümsedikleri görülebilmektedir. İnsanoğlunun yaşadığı çağ ve ülke ve de elde
ettiği teknik gelişme ve imkânlar onu temeldeki acz ve zaaflarından
uzaklaştıramaz. Kimileri, geçmiştekilere göre daha gelişmiş imkânlara sahip
olmayı, duâdan müstağni hale gelmekle yorumlamaya kalkıyor. Özellikle de duâ
ile bir tabiat olayı olarak baktıkları ‘yağmur’
arasında ilgi kuramıyorlar. Hele bazı üst düzey yetkili ve sorumluların duâ'dan
söz etmesini, ‘hoş ve boş’
bir laf olarak değerlendirenlere bile rastlanıyor. Bize öyle gelmektedir ki bu
talihsiz anlayış, en azından bazı noktalarda kulluk çerçevesinin aşıldığı
yanılgısına dayanmaktadır. Oysa hiç bir gelişme ve imkân bizi kulluktan uzaklaştırıcı
bir niteliğe ve içeriğe sahip değildir. Gelişen veya daha doğrusu değişen imkânlar
bizim daha fazla ve daha kaliteli kulluk yapmamızı gerektirir. Zira duâ
zamanlar üstüdür. Zira her nimete bir şükür her zaman gereklidir. Çetinoğlu: Duâ ile rahmet
arasındaki ilişkiden söz eder misiniz?
Çakan: Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de duâ ile yağmur arasında tâ
Hz. Nuh'tan itibâren bir ilgi kurulduğu görülmektedir. ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin -ki O, çok yarlığayıcıdır-
üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı
çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.’
Aynı şekilde Hûd aleyhisselâm
da ‘Ey
kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra Allah'a tevbe edin ki size gökten
bol bol yağmur yağdırsın ve kuvvetinize kuvvet katsın.’ çağrısında
bulunmuştur.
Duâ kâideten tevbe ve istiğfar
ile başlar. Yağmur ve bereket ile duâ (kulluk) arasında tam bir sebep-sonuç
ilişkisi bulunmaktadır. Bu iki âyet bu ilişkinin varlığını açıkça ortaya
koymaktadır.
Öte yandan Hz. İbrahim'in, eşi
Hacer ile oğlu İsmail'i bırakıp ayrılırken Mekke için yaptığı duâ, gelişme ve
bereket ile duâ ilişkisine tam bir açıklık kazandırmaktadır: ‘Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini,
namaz kılabilmeleri için, senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir
vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir,
şükretmeleri için onları meyvelerle rızıklandır.’
Sevgili Peygamberimiz'in Medine
ortamının ıslahı ve yağmur için duâ ettiği tarihî bir gerçektir. Yani yağmur duâsı sünnettir. Bu
sebeple yağmur duâsına karşı çıkanlar bu âyetlere ve Hz. Peygamber'in sünnetine
karşı çıkmış olmaktadırlar. Bu ise, Müslümanlara göre en azından haddini
bilmezlik ve kulluk çizgisinden ayrılmaktır.
Ayrıca Allah Teâlâ ‘O şehirler halkı iman etseler ve
(günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket
kapıları açardık.’ buyurmakta, iman ve takvânın bereket vesilesi
olduğunu açıklamaktadır.
Bir başka âyette de ‘Kim Allah'a karşı saygılı olursa, Allah
ona bir çıkış yolu gösterir ve onu beklemediği yerden rızıklandırır.’ buyurmaktadır.
Rızkı, bereketi ve rahmeti
ekonomi biliminin ve teknolojinin maddî ve dar sınırları içinde görmekten öte
hiç bir derinliği ve teslimiyeti olmayanların, bu âyetler karşısında ne kadar
gerilerde kaldıkları anlaşılmaktadır. Duâ, kulu daima kulluk çizgisinde tutar.
Ne Firavun gibi tanrılık iddiasına, ne de kendisini dünya çölünde hâmisiz ve
klavuzsuz kalmış bir zavallı sanmasına izin verir. Allah dilemedikçe hiç bir
şeyin olmayacağı, O diledikten sonra da hiç bir engelin kalmayacağı bilinci,
güveni ve inancı ile insana ümitli bir kul olarak yaşama iradesi kazandırır.
Çetinoğlu: İnsan ve duâ
ilişkisini anlatır mısınız?
Çakan: Allah'a karşı saygılı olmak; haddini bilip aslî görevini
ihmal etmemek, duâ ve niyazdan uzak durmamakla isbat edilir.
Ehl-i niyâz olmak, kula en çok
yakışan bir haldir. İlim-din tartışmalarına girmeden, teknolojiyi her şey için
yeter görme yanlışına düşmeden ‘kulluk’
çizgisinde yolculuğa devam etmek gerekmektedir. Her an ve her şey için daima duâ
ve niyaz etmek lâzımdır. Çünkü sürekli
mutluluk için sürekli kulluk gerekir. İnsanın sorumluluk çerçevesi
genişledikçe kulluk şuuru ve yaşayışı o nisbette artmalıdır. Hiç bir gerekçe
ile kulluk'tan ve kulluğun özü olan duâdan uzak kalmamalıdır.
Çetinoğlu: Hocam, verdiğiniz
bilgiler için çok teşekkür ederim.
Prof. Dr. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN 1945 yılında Samsun’un Ladik ilçesine
bağlı Küçükkızoğlu köyünde doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra hafızlığını
ikmal etti. 1966’da Kayseri İmam Hatip Lisesi’ni, 1970’te İstanbul Yüksek
İslâm Enstitüsü’nü bitirdi. 1977’ye kadar Diyanet İşleri Başkanlığı
merkez ve taşra teşkilatında çalıştı. Ankara-Yenimahalle Vaizi iken
İstanbul’da açılan Haseki Eğitim Merkezi’ne kursiyer olarak katıldı. Kursun
bitimine altı ay kala 5 Aralık 1977’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne
hadis asistanı olarak göreve başladı. 1982 yılında Erzurum İslamî Bilimler
Fakültesi’ne sunduğu ‘Muhtelifu’l-Hâdis
İlmi: Doğuşu, Muhtevası ve Çözüm Yolları’ adlı teziyle doktor oldu.
Yüksek İslâm Enstitüsü’nde kısa bir süre kültürel işlere bakan Müdür
yardımcılığı görevini yürüttü. 1987’de doçentliğe, 1993’te de profesörlüğe
yükseltildi. 1994-1997 öğretim yıllarında Marmara Üniversitesi İlahiyat
Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. Çakan, hâlen Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalı öğretim üyesi olarak
görevine devam etmektedir. Üçü erkek biri kız dört çocuğu vardır. Çakan, İmam-Hatip Okulu’ndaki öğrencilik
yıllarından beri mahalli ve ulusal gazete ve dergilerde yazılar yazdı ve
yöneticilik yaptı. Özellikle Kayseri Hâkimiyet Gazetesi, Yeni İstiklal, Sebil
ve Yeni Sabah Gazeteleri, Diyanet Gazete ve Dergisi, İslâm, Toprak, Tohum, İslâm Medeniyeti,
Hakses, Nesil, Din Eğitimi, Altınoluk, Bilim ve Hikmet, Yeni Ümit ve M.Ü.
İlahiyat Fakültesi Dergisi gibi dergilerde çok sayıda yazıları yayımlandı.
İslâm ve Tohum dergilerinin açtığı makale yarışmalarında birincilik kazandı. Çakan, ayrıca
Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğrenci iken Türkiye Yüksek İslâm Enstitüleri
Federasyonu’nda sekreterlik görevinde bulundu ve İslâm Medeniyeti Dergisi’nin
idare ve yayın müdürlüğünü yaptı. 1974-1975 yıllarında Türkiye Din
Görevlileri Federasyonunda yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu.
Hakses Dergisi’nin Yayın müdürlüğünü yaptı. İsmail Lütfi Çakan, İSAV adına ‘İslam’da Kılık-Kıyafet ve Örtünme’, ‘Hz. Peygamber ve Aile Hayatı’, ‘Sünnetin Dindeki Yeri’, ‘Yeni ve Çağdaş Bir Tebliğ Metodolojisi’
gibi tartışmalı ilmî toplantıların organizatörlüğünü ve bu toplantıların
kitaplaşmasında editörlük yaptı. ‘Gençliğin
Kaleminden Üç Cephesiyle Âkif’ ve ‘Hadislerle
Ahlâkî Davranışlar’ adlı anonim eserlerde belli bölümleri yazdı. Sünen-i
Ebû Davud Tercüme ve Şerhi’ne mukaddime yazdı ve eserin ilk sekiz cildinin
redaksiyonunu yaptı. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nin kuruluş
çalışmalarına katıldı ve ansiklopedinin ilk on cildine yetmiş kadar madde
yazdı. İslâm Medeniyeti ve Ensar vakıflarının kurucuları arasında yer aldı. Yurt içinde düzenlenen birçok sempozyuma
tebliğci ve müzakereci olarak iştirak etti. Son üç yıldır İstanbul-Göztepe
Gözcü Baba Camii’nde Pazar günleri öğle namazından önce Mişkâtü’l-Mesâbih’ten
Hadis dersleri yapmaktadır. Bu dersler Dost Tv. tarafından yayımlanmaktadır. Yayınlanmış Eserleri: Çakan’ın, bir çoğu bir çok kez basılmış
olan eserlerini basım yer ve tarihlerinden arındırılmış olarak ismen şöylece
sıralayabiliriz: Hakkı Tavsiye
Metod ve Vasıtaları, Dinî Hitabet, Kur'an’ı Kerim’e Göre Peygamberler ve
Tevhid Mücadelesi (M. Solmaz ile birlikte), Hadislerde Görülen İhtilaflar ve
Çözüm Yolları, (Doktora tezi) Anahatlarıyla Hadis, Hadis Usulü, Hadis
Edebiyatı, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, Hadislerle Gerçekler,
Müslüman Kimliği, Müslümanca Yaşamak, Sırat-ı Müstakim ve Yolcuları,
Riyâzü’s-salihin Tercüme ve Şerhi (8 cilt, M. Yaşar Kandemir ve Raşit
Küçük’le birlikte), Ashâbının Dilinden Peygamberimiz, Hurafeler ve Bâtıl
İnanışlar, Olay ve Ölçü Olarak Hicret, İyi Müslüman, Örnek Kul Son Resul,
Sahâbe Kıvamı, Sıra Bizde, Onlar Böyleydi (piyes), Gizli Armağan (Çocuk
kitabı), Hadis Öğrenimi,-Tarihî ve Güncel Boyut), Hadis Nasıl
Okunur/Okutulur? Âkifçe, Seçme Hadisler (33 Hadis 33 Yorum), İslâmî
Yapılanmada Siret ve Sünnet
Hocanın, bir çoğu sonradan yayımlanmış sempozyum bildirileri ve çok
sayıda makaleleri bulunmaktadır. |
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.