(İkinci
Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: Mektuplarda
alakânızı çeken, hayretle karşıladığınız durumlar oluyor mu?
Zeynep Göze Uluant: Oluyor. Hiç tanımadığımız, bilmediğimiz isimler
gördük. Meselâ bir İngiliz hanım… Baktım, şimdi çok da kolay, hemen Google’dan
girince çıkıyor, ansiklopedilere müracaat etmeye de gerek kalmıyor; meğer bir
İngiliz mistik hanımmış, sanırım misyoner ve Sâmiha Ayverdi çok da popüler
olmayan bu spesifik şahısları dahi biliyor, tanıyor. Tam bir entelektüel…
Mektuplaştığı felsefecilerin bazılarıyla
hayat görüşü uymasa bile hepsi birer seviye insanı... Batılı da olsa, bizim bazı
değerlerimize aykırı da olsa bir ilim adamı, kendi memleketinin hizmetkârı bir
şekilde. Ve eğer bir fikir sâhibiyseniz ve bir fikrin karşısındaysanız, karşı
olduğunuz fikri de öğrenmek durumundasınız. Sâmiha Ayverdi işte böyle bir
insandı. Meselâ O’nun kütüphanesinde Doğan Avcıoğlu’*nun ‘Türkiye’nin Düzeni’* isimli kitabı vardır. Onu okumadan nasıl ona
karşı çıkabilir? Son zamanlarda İslâm dünyası bu bakımdan büyük bir fakirlik
içinde… Hâlbuki Sâmiha Ayverdi tefekkür erbabı. Düşünüyor ve yazıyor ve bu
yazdıklarını etrafa yayıyor.
Çetinoğlu: Sâmiha Ayverdi, bu
ağır konularla ilim hayatımıza, memleketimize, milletimize ve kültürümüze hizmet
ederken zannederim sağlık problemleri de vardı…
Uluant: Evet bunu bilhassa İlhan Ayverdi’yle mektuplaşmalarında
görüyoruz; bir türlü teşhis konulamayan ve hayat kalitesini derinden etkileyen
bir sağlık problemi vardır. O mektuplaşmalarda biz o kadar çok şey öğrendik ki…
Bütün o sağlık problemlerine rağmen çok uzun mektuplar yazar. Çift görmektedir
ve buradaki doktorlar çare bulamamışlardır. Sonunda Londra’daki dostlarının
teşvikiyle -Mügül ve Peter Andrews vardır orada- Onların tavsiyesiyle Londra’ya
gider. O da dikkat çeken bir dostluktur. Kaldığı kliniğin ve gittiği göz
doktorunun adını internetten bulduğumda okuduklarım, başvurulan şahıs ve
tedavinin ne kadar isabetli olduğunun işaretiydi. Orada, çeşitli tetkikler
yapılıyor ve diyorlar ki, ‘Sadece yorgunluk,
dimağ yorgunluğu. Biraz gezeceksiniz, gündelik meselelerden biraz uzak
kalacaksınız.’ Tabii, o çok zor bir şey Sâmiha Ayverdi için. Çünkü kendisi
itiraf ediyor, ‘Ben nereye gitsem dünyamı
da, meseleleri de yanımda götürüyorum’ diye. Ama gene de bir ilaç gibi
geliyor, o bir aylık klinik faslı. Yeraltı treni ifadesini kullandığı ve pek de
sevmediği metroyla Londra’yı geziyor, British Museum’*a gidiyor, elçilik
görevlileriyle görüşüyor onları millî meselelerde uyandırıcı sohbetler yapıyor.
Yâni orası hem bir rehabilitasyon oluyor Sâmiha Ayverdi için hem de yürek
yanığını dökme fırsatı… Ve bu mektuplaşmadan da bir kitap çıktı.
Serinin ilk kitabı ve henüz
gencecik bir öğretmen adayı olarak babasının kendi eliyle Sâmiha Ayverdi’ye
gelerek ‘Sana emanet’ dediği Belkıs
Dengiz ile olan mektuplaşmasından da onun hayatından bilmediğimiz bir kısmı
öğrendik. Tercüme Bürosu faslı… Biz, İlhan Ayverdi’nin vefatıyla, Kubbealtı
kurucularının vasiyeti gereği Ayverdi Enstitüsünü Çemberlitaş’taki vakıf
binasından Fatih’e taşıdık. O sırada bir sürü evrakı gözden geçirdik tabii,
tasnif ettik ve daha da geniş bir mekân imkânına kavuştuk. Bir de baktık,
antetli kağıtlar… Aaa! Sâmiha Ayverdi, adı altında ‘Tercüme Bürosu’ yazıyor. Meğerse Sâmiha Ayverdi, Belkıs Hanım’a
yazdığı mektuplardan öğreniyoruz ki, Safiye Erol* ve Sofi Huri* ile birlikte
bir tercüme bürosu kurmuş. Ama çok devam etmemiş. Kullandıkları büro da Ekrem
Hakkı Ayverdi’nin onlara tahsis ettiği bir büro, Karaköy’de. Orası ne olmuş
bilmiyoruz.
Bir büyüğümden işittiğim bir
hâtıra var tercüme bürosu hakkında: Nuriye Sezer* Hanım, Sâmiha Ayverdi’nin
dadısının kızı. Bir tercüme gelmiş. Sâmiha Ayverdi Fransızca, Sofi Huri bütün
dilleri biliyor, daha doğrusu İngilizce ağırlıklı, Safiye Erol da Almanca.
Demek ki üç dili paylaştılar diye düşünüyorum. Sâmiha anne gelmiş, ‘Nuriye’ demiş, ‘Şu mektubu tercüme ettim, bir Hintli istemiş herhâlde. Şu adrese götür.’ Nuriye Hanım da almış
mektubu götürmüş, bir sürü Hintlinin kaldığı bir yermiş, oraya teslim etmiş.
Tabii, biz bu parçaları ufak ufak
birleştirdik ve sonuca vardık. Bundan sonra bilmiyorum neler çıkacak. Çok şeyin
çıkacağı muhakkak… Şunda zorluk çekiyoruz: Ben şimdi bakıyorum, Aysel Ablayla
çalışıyoruz; 3 ayda bir çıkan Akademi Mecmuası’*na da bir yazı seçmemiz lâzım,
mektuplardan seçiyoruz, ‘Bu güzel’
diyoruz, ondan sonra değiştiriyoruz, ‘Bu
daha iyi’ diyoruz, ondan sonra tekrar değiştiriyoruz. Yani o kadar güzel ki
seçmekte zorlanıyoruz. Meselâ Orhan Okay, Yılmaz Öztuna, Süheyl Ünver mektuplaşmasında
ki orada Sâmiha Ayverdi’nin mektubu yok, ama orada Süheyl Ünver’in Sâmiha
Ayverdi’ye takındığı o üslup -zaten edep timsali bir insan- bizi mest etti. Ve
biz bunları okurken, diyoruz ki herhâlde hiçbir okul bunu veremez. İşte bu bir
ocak… Karşılıksız verilen bir şey bu. İnşallah biz de lâyıkıyla alırız,
lâyıkıyla hazırlarız.
Çetinoğlu: Peki Efendim, Siz bu
mektupları yayınlayacaksınız… Okuyucuyu haberdar etmeye vesile olur
düşüncesiyle mektuplardan tadımlık bölümler sunmamız mümkün mü?
Uluant: Çok beğendiğim bir paragrafı var Sâmiha Ayverdi’nin; birçok
yerde onu tekrarlıyor, ama her zaman tekrarlansa yeridir. Sâmiha Ayverdi’nin
Mehmet Turgut’a yazdığı mektup. 24 Aralık 1981 târihli. Mehmet Turgut’un bakan
olduğu devre…
‘Burada Türkçenin başına vurulan ölüm kılıcından söz etmeyeceğim. Zira
bunun için bir mektup hacmi değil, bir deve yükü kitap yazmak gerekir. Ancak,
Millî Eğitim Bakanlığı’na çekirdekten maarifçi, millî-manevi temelleri de olan
bir ehil kimsenin getirilerek kat’i ıslahat yapması yolunda kendisine hak ve
salâhiyet verilmesi, içinde ölüm kalım günleri yaşayan maarifin tek
kurtuluşudur.
Haklı olarak, ‘Ben ne yapabilirim?’ diyeceksiniz. Hazret-i Ayşe,
Muaviye’ye yazmış olduğu mektubun sonunda, ‘Ey Muaviye, kulun rızası için
Hakk’ın rızasını terk edersen, Allah da seni kulların eline bırakır. Ama
Hakk’ın rızası için kulun rızasına karşı gelirsen, Cenab-ı Hakk da seni
kullardan gelecek zararlardan korur ve selâmlar.’
Size rica ve müracaat yollu böyle bir mektup yazarken, şahsî endişe ve
arzum olması şöyle dursun, bu atılganlığımla bir tatsızlığa muhatap olmaklığım
da varittir. Ama hayatım boyunca bir Muaviye olmamaya ve hak bildiğimi
söylemeye ve Hakk’a giden yolun, yolum olmasını istemeye azami dikkat eylemeye
gayret eyledim. Allah da bu târik-i Hakk’tan ayırmasın. Bilvesile size ve
refikanız hanımefendiye hürmetler eder, hayırlı muvaffakiyetler dilerim efendim.’
Çetinoğlu: Harika bir üslûp,
devlet erkânından olması sebebiyle edeb, nezâket, nezahet, incelik, zarafet…
hepsi var. Hakîkatte, Mehmet Turgut’un şahsında devlete hitap etiğinin
sorumluluğunu müdrik bir tavır. Mehmet Turgut da mutlaka aynı üslûpla cevap
yazmıştır. O da üslûp üstâdı idi.
Uluant: Oğlu yaşında sanırım, oğlu yaşında olmasa bile yaşça
kendisinden küçüktü Mehmet Turgut; Sâmiha Ayverdi, bütün devlet ricaline
yazdığı mektuplarda o güzel üslûbuyla söyleyeceğini söylüyor.
Çetinoğlu: Aralarında 24 yaş
fark var: 1905, 1929…
Uluant: Evet efendim. Burada dikkati çeken husus oğlu yaşında da
olsa devlet erkânı bulunması hasebiyle daha hürmetkâr ve resmi bir tavır
görüyoruz. Bir de Yılmaz Öztuna’yla mektuplaşma var ki o da çok dikkate değer.
Yılmaz Öztuna’nın Sâmiha Ayverdi’ye hitapları öyle ihtiram dolu ki,
bilmeyenlere mübalağalı gelebilir. Yılmaz Öztuna, babamın da çok iyi dostuydu,
oradan tanıyorum ve hakikaten bu konuda samimiyetine inanıyorum. O kadar hürmetkârane
ne bir üslupla yazılmış ki, ondan kısa bir bölüm okumak isterim. Üstelik Sâmiha
Anne bir mektubunda bayağı azarlamış Yılmaz Öztuna’yı. ‘Niçin’ diyor, ‘Siz böyle
yazdınız, böyle yaptınız? Sınırsız hürriyet olur mu? Bizim mânevî-millî
değerlerimize karşı gelenleri müdafaa etmeyin’ kabilinden. Ve bunları
Yılmaz Öztuna müthiş bir olgunluk ve hürmetle karşılamış hep. İzin verirseniz
ondan da kısa bir örnek vermek isterim.
Çetinoğlu: Lütfedersiniz Efendim…
Uluant: 1988’de yazmış Yılmaz Öztuna bu mektubu.
‘En muhterem hanımefendimiz,
Bütün büyük kusurlarıma rağmen teveccühünüzü benden esirgemiyorsunuz.
İnsanların zahirî kusurlarına değil, batınî yapılarına bakarak davranmayı bir
terbiyeyle irşat buyurulduğunuzu biliyorum. Rahatsızlığınıza çok üzüldüm.
Cenab-ı Hakk’a, size şifa ve âfiyet ihsan buyurması için niyaz ve duâ ediyorum.
Büyük bir tecrübenin ve derinlemesine bir görüşün eseri olan
fikirlerinize, şikâyetlerinize tamamen katılıyorum. Bu dertlerle pûyan(8)
olarak yetiştik, devam edip
gidiyor. Ancak, bu milletin, Allah’ın seçkin kıldığı, daima esirgediği kaç bin
yıldır kaç defa uçurumun kenarından halas ettiği millet-i necibe olduğunu
biliyorum. Bizler naçiz şahıslarımıza bahşedilmiş kabiliyetler derecesinde
hizmetimizi yaparız, bizden sonrakiler meşaleyi yere düşürmezler.
İltifatlarınızın manevi esiri, her türlü emrinize de can-ı gönülden
inkıyadı(9) zevk bilecek
bir dostunuzum. Şükranlarımızı arz ediyorum sultanım efendim. .
Ayrıca Orhan Okay Hocayla da
Mehmet Akif* isimli kitabı hakkında çok güzel bir mektuplaşması var. Mehmet Akif,
Abdülhamid’*i sevmez, ama büyük bir insan ve bu nokta-yı nazardan hareketle
Sâmiha Ayverdi, kitabın değerlendirmesini yapar, Orhan Hoca’ya yazdığı teşekkür
mektubunda… Ancak bu kadar güzel ve seviyeli, saygı ve edep yüklü bir fikir mülahazası
olabilir ve kanaatimce çok dikkate değer bir örnektir.
Çetinoğlu: Tedavi gördüğü dönemde mektuplarını nasıl yazmış?
Uluant: Sâmiha Ayverdi esasen nâhif bir bünyeye sahip ve sık sık
hastalanırmış. İlerleyen yaşlarında Sabriye Çökmez adlı, evladı gibi sevdiği
bir hanım gönüllü olarak sekreterliğini yapmış zira sağlık problemi olmasa dahi
bu derece yüklü bir yazı hayatını yardımcısız sürdürebilmek pek müşkül. Sabriye
Hanım’ın vakitsiz vefatından sonra ise bu işi Aysel Yüksel Hanım üstlenmiş.
Özellikle geçirdiği felç dolayısıyla hareket kabiliyetinin azaldığı son on
senesinde yazılarını temize çekmek, yayına hazırlamak ki bunlara mektuplar da
dâhil Aysel Yüksel ablamın vazifesiydi. Keza bütün kitaplarının her baskısıyla
bizzat ilgileniyor.
Çetinoğlu: Çok teşekkür
ediyorum. Feyizli çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum Efendim.
(1)Ayverdi Enstitüsü: Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, İlhan
Ayverdi Allah’ın Türk Milleti’ne lütfu ve tebessümüdür. Ayverdiler, İstanbul Abideleridir.
Osmanlı’nın manevi, millî, medenî mirasını hayatlarında ve eserlerinde hakkıyla
temsil, tescil ve ihya etmişlerdir.
‘Ayverdi ailesi’ ilim ve irfan mektebidir.
Türk ve İslam medeniyetinin merkezi olan İstanbul’da, batan bir güneşin son
ışıklarını yakalar gibi, unutulmakta ve yok edilmekte olan şifahî, yazılı ve
yapılı mirasımızı Allah vergisi bir deha, şuur ve çaba ile dinlemiş, okumuş,
görmüş, dokunmuş, ölçmüş, kaydetmiş, yaşamış ve ölüleri dirilten İsa nefesi
gibi bunlara can vermişlerdir.
Türkçenin yazılmış en kapsamlı ve kıymetli
lügatini, ömürünü bu muazzam işe vakfetmiş olan İlhan Ayverdi’ye borçluyuz.
Sâmiha Ayverdi tarafından ‘Allah'ın iç ve dış güzelliğini beraber vermiş olduğu
ihlâs abidesi’ diye vasıflandırılmıştır.
Sâmiha Ayverdi'nin 1993’de vefatından
sonra, Türk kültür hayatına maddî manevi sayısız hizmetleri olan ve âdeta bir
sacayağı oluşturan Ayverdi üçlüsünün eserlerini ebedîleştirmek üzere, Kubbealtı
bünyesinde bir Enstitü kurulması kararlaştırılmıştır.
Bu Enstitü ilk yıllarda Çemberlitaş’daki
vakıf merkezinde çalışmaya başlamış; 2009’dan itibaren ise 1931 yılından bu
yana Ekrem Hakkı Ayverdi’nin evi olarak kullanılan Fevzipaşa Caddesi’ndeki
binada çalışmalarına devam etmiştir.
Enstitünün başında, 1957’de hocası Nihad
Sâmi Banarlı vâsıtasıyla Sâmiha Ayverdi ile tanışarak Fetih Cemiyeti’nde
çalışmaya başlayan ve daha sonraları da bizzat yazı işlerinde kendisine
asistanlık yapan Aysel Yüksel bulunmaktadır.
Ayverdi Enstitüsü zengin bir arşiv
oluşturmakla kalmayıp bir yandan da Sâmiha Ayverdi’nin henüz gün ışığına
çıkmamış eserlerini yayına hazırlamaya devam etmektedir. Bu çalışmalara 1999
yılından beri Zeynep Uluant da iştirak etmektedir. Ayrıca Ekrem Hakkı
Ayverdi'nin kitap ve Makalelerinin tamamı taranarak bir araya getirilmiştir.
Onun çalışmaları esnasında gerek Anadolu'ya
ve gerekse Balkanlar'a yaptığı seyahatlerde ve restorasyon çalışmalarında
çektiği binlerce fotoğraf ve dia taranarak 22.000 fotoğraftan oluşan çok geniş
ve zengin bir dijital arşiv oluşturulmuştur.
Bunların dışında yine yaptığı rölöve ve
restorasyon projelerinin orijinalleri de tasnif edilerek muhafaza altına
alınmıştır.
İlhan Ayverdi'nin Lugat çalışmaları
esnasında 44 yıl boyunca hazırlanan fişler, faydalanılan kaynak eserler de kütüphane
ve dolaplarda tasnif edilmiştir.
Ayverdi âilesine âit olup Kubbealtı
Vakfı'na intikal eden ve zaman içinde üçüncü kişiler tarafından bağışlanan
bütün antika eserler ve koleksiyonların da çok tafsilâtlı bir envanteri
hazırlanmıştır.
Sâmiha Ayverdi ile İlhan ve Ekrem Hakkı
Ayverdi'ye âit özel eşyalar, onlara verilen ödüller de ayrıca tasnif edilerek
sergilenmektedir.
(2)ağleb-i ihtimal: Büyük bir ihtimal
(3)kemâfissabık: Eskiden olduğu gibi.
(4)mâsiyet: Baş kaldırmak,
isyan etmek, haddi aşmak, sınırları çiğnemek.
İslâmî mânâda: Allah'a ve resullerine karşı gelme, günahlara dalma,
helal ve haram sınırlarını çiğneme, Allah ve resullerinin hükümlerini uygulayan
emir ve yetki sahiplerine karşı gelme.
(5)mısdak: Gerektiğinde
başvurulan ve doğruyu, yanlışı ayırt etmeye, değerlendirmeye yarayan prensip,
... (6)keenlemyekûn: Yoks saymak,
olmamış saymak, hükümsüz saymak.
(7)merdümgiriz: Toplumdan kaçan,
insanlar arasına karışmaktan çekinen (kimse).
(8)pûyan: Koşmak.
(9)inkıyad: Boyun eğme, baş
eğme, itaat etme…
SÂMİHA AYVERDİ: 1905’de İstanbul’un Şehzâdebaşı semtinde
doğdu. 1921 yılında Süleymâniye İnas Nümûne Mektebi’ni bitirdikten sonra
tahsiline husûsî olarak devam etti. Mükemmel Fransızca öğrenerek târih,
tasavvuf, felsefe, edebiyat sâhalarında kendini yetiştirdi. Fakat O’nun
hayâtında esas rol oynayan insan, mütefekkir ve mutasavvıf Ken’an Rifâî’dir. 1938’de ilk romanı Aşk Budur yayınlanır.
Bunu diğer romanları tâkip etti. 1946 yılından sonra fikrî ve târihî eserlere
ağırlık verdi ve hâtıralarını kaleme aldı. Çok sayıda eser veren bir yazardır.
1966 yılında Türk Ev Kadınları Derneği’nin kuruluşuna önayak oldu. 1970
senesinde ise ağabeyi Yüksek Mühendis Mîmar Ekrem Hakkı Ayverdi ve O’nun eşi
İlhan Ayverdi ile birlikte Kubbealtı Cemiyeti’nin kurulmasını sağladı. 1978
yılında cemiyet, vakıf statüsüne geçirildi. Hizmetle dolu seksen yedi yıllık bir
ömür 1993 ramazanının 22 Mart günü sona erdi. Ardında 43 eser ve kalabalık
bir talebe topluluğu bırakmıştır. Sâmiha Ayverdi, dile hâkimiyeti, derin
kültürü ve mükemmel Türkçesiyle son asrın en mühim edebiyatçılarındandır.
Târihî, içtimâî ve tasavvufî konulardaki eserleri gelecek nesillere gerek
dil, gerek kültür ve fikir sâhasında ışık tutacak mâhiyettedir.
Sâmiha Ayverdi Külliyâtı: 1-Batmayan Gün, 2-Mâbette Bir Gece,
3-Ateş Ağacı, 4-Yaşayan Ölü, 5-İnsan ve Şeytan, 6-Son Menzil, 7-Yolcu Nereye
Gidiyorsun, 8-Mesihpaşa İmamı, 9-Yusufçuk, 10-Ken'an Rifâî ve 20. Asrın
Işığında Müslümanlık, 11-İstanbul Geceleri, 12-Edebî ve Mânevî Dünyâsı İçinde
Fâtih, 13-İbrâhim Efendi Konağı, 14-Boğaziçi’nde Târih,15-Misyonerlik
Karşısında Türkiye, 16-Türk-Rus Münâsebetleri ve Muhârebeleri, 17-Bir
Dünyâdan Bir Dünyâya, 18-Türk Târihinde Osmanlı Asırları, 19-Millî Kültür
Meseleleri ve Maârif Dâvâmız, 20- Âbide Şahsiyetler, 21-Hâtıralarla Başbaşa,
22-Kölelikten Efendiliğe, 23- Dost 24-Yeryüzünde Birkaç Adım, 25-Rahmet
Kapısı, 26-Mektuplardan Gelen Ses, 27-Ne İdik Ne Olduk, 28-Bağ Bozumu, 29-Hey
Gidi Günler Hey, 30-Hancı, 31-Küplüce'deki Köşk, 32-Ah Tuna Vah Tuna, 33-Dile
Gelen Taş, 34-Râtibe, 35- Ezelî Dostlar, 36-İki Âşinâ, 37-Dünden Bugüne Ne
Kalmıştır, 38.-Arkamızda Dönen Dolaplar, 39-Kaybolan Anahtar, 40-Paşa Hanım,
41-Ebâbil Kuşları, 42- Mülâkatlar, 43-Türkiye’nin Ermeni Meselesi. |
ZEYNEP GÖZE ULUANT: 1958 de İstanbul’da doğdu. Moda İlkokulu
ve Kadıköy Kız Lisesi’ni bitirdi. 1979’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Lisans tezi ‘Cenap
Şahabeddin’in Avrupa Mektupları’dır. 1995 yılından beri Kubbealtı Akademi
Mecmuası, Türk Edebiyatı, Yeşilay, Türk Dünyası Tarih Mecmuası ve Orkun başta
olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat
Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren Ayverdi Enstitüsü’nde çalışmaktadır. Evli
ve üç çocuk annesidir. Yayınlanmış kitapları: Hasbihaller,
İlhan Ayverdi, Bir Hayat - Bir Lugat (Aysel Yüksel ile birlikte). |
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.